Tarih: 12.04.2021 14:39

AKP İLE CHP'NİN SİMBİYOTİK İLİŞKİSİ

Facebook Twitter Linked-in

Geçtiğimiz günlerde Mahfi Eğilmez'in 'ihracat rakamları yükseliyor, ihracat yaptığımız ülkeler toparlanmaya devam edecek olursa, bu eğilim artarak devam edecek' temelli tespit ve paylaşımına karşılık Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Orhan Bursalı, 'Bunda emeğin baskılanmasının etkisi nedir?' diye sorunca, 'Bunu da bir araştırayım' yanıtını aldı. Bursalı'nın sorusu, ülkemizdeki hemen her konuda gerçeğin üzerindeki cilayı kazıyacak temel bir soru.

Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'ın 2021 yılında ihracata rekorla başladığımız, Tarım Bakanı Bekir Pakdemirli'nin tarımda hasıla rekoru kırdığımız, 5.5 milyar dolar fazlamız ve 330 milyar lira toplam hasılamız olduğuna ilişkin övünmeleri de bu minvalde, resmin yalnızca görmemizi istedikleri yüzünü gösteriyor. İhracat rakamlarından kur farkını ayıklayıp, üretim maliyetlerinden ayrıştırılan emeği ve diğer girdi maliyetlerini dahil ettiğimizde, ortada bir ekonomik başarı olmadığı gerçeği ile karşılaşıyoruz.

Tarım Bakanı toplam hasıla ve bunun rakamsal sonuçlarını açıklarken, bu rakamların içindeki gübre, tohum, ilaç, sulama, emek ve diğer girdilerin finansmanı için sağlanan kredi ve faizi de dahil toplam maliyeti açıklamıyor. Oysa biliniyor ki bu toplam üretim maliyeti ile hasıla rakamları arasında üreticinin aleyhine büyük bir makas var. Bu makas nedeniyledir ki on binlerce çiftçinin banka ve tarım satış kooperatiflerine 150 milyardan fazla kredi ve faiz borcu var.

Tarımsal 'reform' yapmak adına son 40 yılda çıkarılan tüm yasalar bu makas oluşsun, küçük çiftçiler sistemden tasfiye olsun, tarım arazileri birleştiriliyor bahanesiyle tarım büyük çiftliklerin eline geçsin, köylüler de ucuz iş gücü olarak kentlere göç etsin diye çıkartıldı.

İktidarın gerçeği gizleyip, rakamlarla da oynayarak sunduğu bu tabloya elbette muhalefet sözcüleri itiraz ediyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı koltuğunda oturan Veli Ağbaba, bir video yayınlayarak, işte bu faiz sarmalı ve icra takibine düşen çiftçilerin borç ödeme döneminin Nisan ayı olduğunu hatırlatıp gerçeğin bir bölümünü görünür kılmış.

Üreticinin sırtına binen maliyetleri ve bu nedenle girdiği çıkmazı ortaya koyup, rakamları da alt alt dizerseniz resmin tamamını görüp ortadaki sorunun farkına varabilirsiniz.

Sayın Ağbaba da bu yolu izlemiş. Kendisi haklı, evet, girdi ve üretim maliyetleri nedeniyle çiftçi tefecilerin elinde. Ama kendisinin sorunu işaret ederken kullandığı yöntem de AKP'li sözcülerin başarıları işaret ederken kullandığı yöntem ile birebir aynı. Resmin tamamını değil, kendi istediği kadarını gösteren bir gerçeği gizleme yöntemi.

İktidar sözcülerinin gerçeği eğip bükmelerini anlıyoruz da, Sayın Ağbaba neden böyle davranıyor?

Bu soruyu cevaplayabilmek için önce 'gerçeği' biraz daha açalım: Türkiye'de tarımsal üretim maliyetleri, dünya piyasalarında ağırlık taşıyan ülkelere kıyasla çok daha yüksek. Bunun en önemli nedeni, özellikle akaryakıt, hibrit tohum, gübre ve tarımsal ilaç gibi girdilerin ithal edilmesi.

Peki bu girdileri neden ithal ediyoruz ve neden sübvanse edilmiyor? Bunu cevaplayabilmek için ise günümüzün Türk tarımını şekillendiren politikalara bakmak gerekiyor:

1998 yılında, Dünya Bankası Başkanı John Nash tarafından Türkiye tarım politikasına ilişkin hazırlanan raporda Türkiye'ye -sözde- reform önerileri sunulmuştu. Buna göre, tarım ürünleri fiyatları dünya fiyatları düzeyine çekilecek, fiyat destekleri ya da sübvansiyonlar kaldırılacak, yerine, doğrudan gelir desteği sistemine geçilecek, gübre ve kredi sübvansiyonlarına son verilecek, tarım satış ve kredi kooperatiflerinin imtiyazları kaldırılacak, keza, doğrudan gelir desteği sistemi getirildiğine göre, varlık sebepleri sone eren KİT'ler de özelleştirilecekti.

(İlginçtir, bize tarımı liberalize etme vaazlarını veren ve bu yasaları çıkarttıran ülkeler bunların hiçbirini yapmaz, kendi tarım sektörlerini gayet güzel korurlar. Hatta Avrupa Birliği ve ABD arasında imzalanmak üzere müzakereleri devam eden ve tarihin en büyük ikili ticaret anlaşması olarak lanse edilen TTIP, Avrupa Birliği'nin tarım sektöründeki korumacı politikalarından vazgeçmeye yanaşmaması sebebiyle yıllardır bir türlü sonuca ulaşamadı.)

Dünya Bankası raporunda yer alan bu -sözde- reform önerileri, 9 Aralık 1999'da IMF'ye verilen niyet mektubunda da, 10 Mart 2000 yılında Dünya Bankası'na verilen kalkınma politikası raporlarında da aynen yer aldı ve o yıllardan itibaren adım adım hayata geçirildi.

Sübvansiyonlar yoluyla çiftçinin üretim maliyetini düşürmek, üretim miktarını arttırmak, dolayısıyla Türkiye'nin ürettiği tarım ürünlerinin uluslararası pazarda rekabetçiliğini artırmak amacıyla var olan KİT'ler ve Tarım Kooperatiflerinin imtiyazları, bu 'reform'lar sırasında adım adım geri alındı. Sübvansiyonlar kaldırıldı, kooperatifler kapatıldı, KİT'ler özelleştirilerek piyasa koşullarına mahkum edildi.

Sonuç olarak devlet tarafından desteklenmeyen çiftçilerin üretim yapmak için ihtiyaç duyduğu girdilerin fiyatları katlanarak arttı. Bu yüksek maliyetlerle üretim yapmak zorunda olan çiftçiler mecburen borçlanmak zorunda kaldı. Aynı 'reform'lar kapsamında Ziraat Bankası'nın çiftçilere ucuz kredi verme imkanı da ortadan kaldırılıp çiftçiler piyasa faiziyle borçlanmaya başlayınca finansman maliyetleri de katlanarak arttı. Sonuç: tarım ülkesi olarak bilinen Türkiye'den, tarım ithalatı rekor üstüne rekor kıran yeni Türkiye'ye...

Şimdi tekrar soralım: çiftçilerin düştüğü faiz sarmalına dikkat çekerek AKP'yi eleştiren Sayın Ağbaba neden gerçeğin tamamını değil de bir bölümünü hatırlatıyor?

Milyonlarca insanın tefecilerin eline düştüğü, yoksulluğun yaygınlaşıp ülkenin talan edilmesine dayanak oluşturan bu 'reform'ları yapan, yasaları çıkaran, tam da bu yasaların çıkmasını sağladıktan sonra, şimdi kendisinin oturduğu CHP Genel Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturtulan ve 'programın' güven içinde uygulanmasını sağlayan ismin Kemal Derviş olduğunun hatırlanmasını istemiyor olabilir belki.

Bu kadar mı? Sanmam. Şimdi çiftçilerin hakkını korumak için video yayınlayıp AKP'yi halka şikayet eden sayın Ağbaba'nın, MYK masasında oturduğu koltuğun hemen karşısındaki koltukta, çiftçiyi icralık eden girdi maliyetlerinin bir numaralı sorumlusu olan, Ziraat Bankası'nın çiftçilere finansman desteği vermesini önleyen, gübre ve ilaç fabrikalarının satılmasını sağlayan, özelleştirme uygulamalarının altındaki imzanın sahibi olan Sayın Faik Öztrak'ın oturuyor olduğunun da hatırlanmasını istemiyor olmalı.

Keza aynı MYK masasının bir diğer koltuğunda oturan Sayın Selin Sayek Böke de AKP iktidarının uyguladığı ekonomi politikalarını ve bunların uygulayıcısı Ali Babacan'ı başarılı bulduklarını defalarca açıklamıştı. Yani sözü fazla uzatmanın bir anlamı yok, ortada açık bir politik paralellik var.

Orhan Bursalı'nın Mahfi Eğilmez'e sorduğu soruyu (ve daha fazlasını), yaşanılanları anlamlandırmak için, herkesin kendisine de sorması gerekiyor. Yoksulluk zincirinin halkaları yalnızca 2002 yılından itibaren değil; 12 Eylül darbesinin ardından alınan 24 Ocak kararları, 1996 ocak ayı başından itibaren uygulanan Gümrük Birliği anlaşması ve 1999-2000 krizi bahane edilerek çıkarılan talan yasalarıyla aşamalı olarak oluşturuldu. Yaşamın her alanında, özelleştirme adı altında başlatılan mülksüzleştirme yöntemleri, tarım alanındaki gübre, ilaç, tohum başta olmak üzere kamu birikimlerinin yağmalanmasında da uygulandı. Bu süreç Erdoğan'la başlamadığı gibi Erdoğan'la sona erecek gibi de görünmüyor.

Bütün bu sonuçlarını yaşadığımız neoliberal politikaları yasalaştıranlar CHP'de, uygulama 'şerefine' erişenler ise AKP tarafında. Bu hastalıklı, simbiyotik ilişki teşhir edilmeli.

Bu ilişki teşhir edilmeli, tarımdaki kontrolsüz liberalizasyon durdurulup, fazlasında da gözümüz yok ya, ABD'de ve Avrupa'da uygulandığı şekliyle tarım sektöründe korumacı politikalara dönülmeli. Türkiye çiftçisinin başının bir numaralı belası olan, Türkiye tarım piyasasının ciddi bir bölümünü ele geçirmiş bulunan Cargill, Monsanto, Ferrero, Bayer gibi kan emici kartellere sağlanan imtiyazlar, hadi adını daha net koyalım, kapitülasyonlar ortadan kaldırılmalı.

CHP yönetimlerinin, ülkemizdeki bu soygun düzeninin suçunu tek başına Erdoğan'ın üzerine atarak çöküşteki tarihsel sorumluluklarından kurtulmasına göz yumulursa, AKP gitse de değişen bir şey olmaz.

Asıl mesele, burada sadece tarımsal alandaki örneğini verdiğimiz, ülkemizin yoksulluğunun müsebbibi olan ekonomik politikalara sadakatla bağlı olanlarla önce parti içinde mücadele etmek ve bunun CHP'de ve toplumda bulacağı karşılığı artırmak gerekiyor.

Bunun yolu ise; anti emperyalist, bağımsızlıkçı, halkçı ve devrimci bir siyasi aks oluşturarak, partideki neoliberalizm bataklığını kurutmaktan geçiyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar anlatmamız bundandır.





Orjinal Habere Git
— HABER SONU —