Tarih: 02.04.2021 14:46
AKP’NİN MÜTAŞERİK OTORİTEYENLİĞİ, BÜROKRASİ VE ESNAFLAR
AKP’nin MÜTAŞERİK otoriteryenliği terimleştirmesinin öncelikle açılımını verelim: MÜTAŞERİK yani müteahhit, taşeron, tarikat, şeriatçı şerikliği veya bloku. Sonra da bunun nasıl bir rejim tipi oluşturduğunu tartışmaya çalışalım.
İktidarlar sınıf, zümre ve güç ilişkilerinden oluşmaktadır. Toplumlar veya yönetimler sınıfın cinsi, zümrenin türü, güç ilişkilerinin (fırkaların) ayrımı oluşturduğu bir dinamik süreç olarak irdelenebilir. Sınıf, zümre ve fırkalar hem yönetimlerin nasıl oluşacağını hem de aynı zamanda değişim dönüşümü anlamamız için anahtar roldedir; mikro ve makro fark etmez hem her birinin iç durumu hem de genel olarak üçleme arasındaki çelişkilerden oluşur. Bu üçleme her birinde ayrı ayrı tezahür etse de esas olarak tarihi toplumsal bir zemin üzerinde vuku bulmaktadır. Dolayısıyla ekonomipolitik hem yapı hem yapının dönüşümü için ana roldedir.
Kurthan Fişek, bütün hayatını yönetimin maddi temellerini göstermekle geçirmiş önemli bir isim. “Das Yönetim” tarihi materyalist açıdan yönetimin ne olduğunun irdelenmesine ayrılmış durumda. “Bürokrasi kavramı Marksist-Leninist devlet teorisinin baskın ve ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Devleti yani kamu gücü olarak örgütlenmiş egemen sınıfları kateden genel iç bağlantılar dışarıda bırakıldığında, kavram, Marksist sınıf kuramıyla spesifik olarak kesinlikle ilişkili değildir. Buna rağmen ne yazık ki bürokrasiyi bir bürokratlar tabakası olarak tanımlayan ve böylece onu Marksist sınıf kuramının yargı alanına sokan sapma eğilimindeki yaklaşımlar o kadar yaygınlaşmıştır ki, bu bozucu tavra karşı çıkmamak artık mümkün değildir.” (Fişek, Das Yönetim, s.19). Fişek’e göre, Marx doğru okunursa, doğrudan hedef bürokratik aygıtın kırılması olması gerekirken başta Kautsky ve Trotsky olmak üzere sanki liyakat veya bürokrasi nötr ve her zaman lazım bir organmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Kısaca “bürokrasi bir bürokratlar katmanı değildir, [bürokrasi], burjuva devletinin ayrıcalıklı görevlilerden oluşan sürekli bir ordu vasıtasıyla yönetilmesidir.” Feodalitenin aşılması bürokrasinin gücünü artırmaktadır.
Türkiye’de aşiretler, tarikatlar, geleneksel eşraf çok da aşılamamış bulunmaktadır. Dahası bu sınıf ve zümreler, daha çok da “nemalanma” üzerinden kurulduğundan hem nasıl bir üretim ilişkisi oluşturdukları hem de buna uygun “bürokrasi”nin ne menem bir şey olduğu ciddi analiz ve değerlendirmeleri gerektirmektedir.
Burada birkaç gün önce Financial Times’ın AKP ve Türkiye analizinde bir kez daha yer bulan, uzun süredir çeşitli şekillerde yorumlanan, benim “mütaşerek otoriteryenlik” diye adlandırdığım AKP’nin, Erdoğan-Bahçeli-Perinçek vb. blokunun oluşturduğu rejim veya yönetim modelinden nasıl adlandırılabileceğine döneceğim.
31 Mart 2021 tarihli İngiliz Financial Times gazetesinde yer alan “Merkez Bankası politikasındaki zikzaklar Türkiye’nin küçük işletmelerini zor durumda bırakıyor/Central Bank policy zigzags leave Turkey’s small businesses struggling” adlı değerlendirmede pandemi kısıtlamalarının ve Merkez Bankası politikalarındaki zikzakların özellikle küçük işletmeleri iflasa sürüklediği iddia ediliyor. İstanbul Teknik Üniversitesinde ekonomist olan Öner Günavdı, hükümetin “KOBİ’lerin desteğini sürdürmeleri için kaynakları artırmanın en iyi yolu olarak faiz oranlarının düşürülmesini gördüğünü” ifade ediyor.
Financial Times, AKP’nin önemli bir ayağını oluşturan esnafların salgın döneminde devlet desteği alamadıklarını, banka kredilerine yönlendirildikleri, bunun artık çok büyük bir açmaz haline geldiğini, döndürülemez bir durum oluşturduğunu yazıyor.
Yani AKP, müteahhit, taşeron, taşra esnafı, tarikat ve şeriatçılara bankalar üzerinden ve ortak kamu arazileri-varlıkları üzerinden transferler sağlıyor, bu şekilde geniş bir taban buluyor, seçmen ve taraflarını nemalandırıyor, bunun üzerine bir rejim kuruyor. Devlet memurluğunu da bir tür nemalandırma için kullanıyor, tarikatlara bağlı adamların çeşitli kurumlarda memurluk bulmasını sağlayarak, bu yolla da bir nemalandırma yapıyor.
Böylece bir taşla da birkaç kuş vuruyor. Hem taraftarlarına nema aktarıyor hem de bürokrasiyi, dolayısıyla devleti yönetme erkini güçlendiriyor, dahası tüm bu yollarla kendi dışındakileri baskılıyor, eziyor.
Bunun için Batı tipi eğitim ve iş üzerinden bir liyakate bile ihtiyaç duymuyor, bunu din, millet, maneviyat söylemleri üzerinden tutmaya çalışıyor. Ayasofya’nın ibadete açılması, İstanbul Sözleşmesi’nin feshi, LGBT karşıtlığı... Aynı zamanda okul öncesinden üniversiteye değersizleştirilip onların yerine sıbyan okullarının, Kur’an kurslarının, hafızlık kurslarının, imam hatip okullarının geçirilmesi, okul öncesinden üniversiteye kadar din derslerinin ve ilahiyatların artırılması, rektörlüklere ilahiyatçıların getirilmesi… YÖK ve MEB daha geri plana iletilirken Diyanet ve camilerin devletin ve sokağın ana unsurları olarak öne çıkarılması… En son amiralin tarikat kılık kıyafetiyle verdiği görüntüler…
Böyle bir rejim tipine en yaraşır adlandırmayı “mütaşerik” otokrasi oluşturuyor ki, Financial Times’taki değerlendirme de kavramı söylemeden rejimin ekonomipolitiğini özetliyor gibi.
AKP’nin nema dağıtımında zorlandığına da işaret ederek. Yolun sonu gözüküyor.
Osmanlı patrimonyal rejimi endüstrileşme devrimine ayak uyduramadı, farklı formlar aldı ve sonunda tasfiye oldu. Ondan kalma bazı sınıf ve zümreler mütaşerik rejimin AKP formu halinde güncellendi. Bu AKP etrafındaki mütaşerik rejimin de sonlarına yaklaşırken bu müteahhit, taşeron ve tarikatların nereye yöneleceği ve nasıl bir değişim dönüşüp geçireceği önemini koruyor.
Önemli olan bunların yeni bloku değil tüm bu sınıf, zümre ve fırkaların aşılabilmesidir. Türkiye için yeni bloklar değil toplumsal değişimler, devrimler gereklidir.
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —