1996 yılında CIA ajanı Samuel Huntington, Türkiye’ye gelmiş ve “Türkiye İslam´ın lideri olmalı. Bunun için de Türkiye Atatürk’ün mirasını reddetmeli,” diye demeçler veriyor, “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında, bir takım muhteris aymazları da gaza getirmek için, ”Türkiye bu dinin lideri olmalıdır,” diyerek, çağdaş ve laik cumhuriyetin mimarı Atatürk’ü olabildiğince eleştiriyordu.
Ona göre İslam medeniyeti başsızdı ve bunun önündeki en büyük engel de Atatürk’tü.
Hani, ”Şecaat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler,” denir ya, bakın neden engelmiş Atatürk, İslam’ın başsızlığına ve neden reddetmeliymişiz Atatürk’ün mirasını. Onun cümlelerini kolay okunsun diye hiç değiştirmeden ama maddeleştirerek yazıyorum:
Mustafa Kemal Atatürk, 1920’li ve1930’lu yıllarda gerçekleştirdiği bir dizi dikkatlice hesaplanmış devrim yoluyla halkını Osmanlı ve Müslüman geçmişinden uzaklaştırma girişiminde bulundu. Kemalizm’in temel ilkeleri, ya da ‘altı ok’ halkçılık, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, devletçilik ve devrimcilikti.
Çokuluslu bir imparatorluk fikrini reddeden Kemal, homojen bir ulus devlet meydana getirmeyi amaçlamış, bu süreçte Ermeniler ve Yunanlılar ülkeden zorla kovulmuş ve öldürülmüştü.
Daha sonra sultanı tahttan indirdi ve Batılı tipte cumhuriyetçi bir siyasal rejim kurdu. Dinsel otoritenin asli kaynağı olan Halifeliği kaldırdı. Geleneksel eğitime ve din işleri bakanlıklarına son verdi.
Bağımsız din okullarını kapattı. İslam hukukunu uygulayan dinsel mahkemeleri lağvetti. Onun yerine İsviçre Medeni Yasası’na dayanan yeni bir hukuk sistem kurdu.
Ayrıca geleneksel takvimin yerine Gregoryen takvimi geçirdi ve İslam´ın devlet dini olmasına resmen son verdi.
Büyük Petro’ya öykünerek dinsel gelenekçiliğin bir simgesi olduğu gerekçesiyle fesi yasakladı, halkı şapka giymesi için teşvik etti ve Türkçenin Arap harfleriyle değil Latin harfleriyle yazılmasını kararlaştırdı.
Bu son reformun büyük bir önemi vardı: Bu reform, Latin harfleriyle okuma yazma öğrenen yeni kuşakların engin bir geleneksel literatüre erişmesini imkansızlaştırdı.
Avrupa dillerinin öğrenilmesini teşvik etti ve okuryazarlık oranını artırma sorununu büyük ölçüde kolaylaştırdı.
Türk halkının, ulusal, siyasal, dinsel ve kültürel kimliğini yeniden tanımlayan Kemal, 1930’lu yıllarda enerjik bir şekilde Türkiye’nin ekonomik gelişmesini sağlamaya girişti.
Batılılaşma hem modernleşmeyle el ele yürüdü, hem de modernleşmenin vasıtası oldu.
Kurban olduğum Atam, ne büyüksün. Senin düşmanların bile seni yermeye çalışırken seni övmek zorunda kalıyorlar. Sana bir kere daha ama binlerce kere müteşekkiriz. Neler yapmışsın bizim için?
83 yıl ötesinden hala yolumuzu aydınlatıyor, hala yobazlara korku salıyorsun.
BİR ELİNİN OMUZUMUZDA OLDUĞUNU HİSSETMEK NE BÜYÜK GÜÇ, NE BÜYÜK GÜVENCE !
SANA, “NUR OL,”DEMİYORUM, ÇÜNKÜ SEN ZATEN NURSUN.
BİLİYORUM Kİ…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALIRKEN, SEN DE İLELEBET BİZİM KORUYUCUMUZ OLACAKSIN.
CUMHURİYETİ LAYIK OLDUĞUN VE GÖNLÜMÜZDEN GEÇTİĞİ ŞEKİLDE KUTLAYACAĞIMIZ GÜNLER ÇOK YAKIN.