CHP Adana İl Başkan Adaylarından Ziraat Mühendisi Ayhan Barut, 12. Olağan CHP Adana İl Kongresi’nde kazananın CHP olacağını söyledi.
Ayhan Barut’un Seyhan Oteli’nde yapılan CHP İl Kongresinde yaptığı konuşma şöyle:
“Sevgili Cumhuriyet Halk Partililer, Kardeşlerim, Yoldaşlarım. Hepinizi Sevgiyle, Saygıyla, Dostlukla Selamlıyorum…
ŞÖLEN GERÇEKLEŞTİRİYORUZ
Cumhuriyet Halk Partimizin Adana İl Kongresi’ni bir demokrasi şöleni biçiminde gerçekleştiriyoruz.
Ancak içimiz buruk, içimiz kan ağlıyor. Tarih boyunca insanoğlunun uygarlık yürüyüşünün en önemli safhalarına tanıklık etmiş, kültürlerin birleşerek geliştiği, hoşgörünün ana vatanı olan ülkemizin, giderek karanlıklaşan bir tünelin içinde olduğunun farkındayız.
Bu çerçevede, bu salonda bulunan herkese egemen olan duygunun, tarihe ve ülkeye karşı sorumluluk bilinci olduğunu biliyorum. Cumhuriyeti kuran kadroya, Mustafa Kemal Atatürk ve yoldaşlarına borçluyuz. Aldığımız emaneti, koruyup geliştirerek gelecek kuşaklara aktaracağız. Çocuklarımıza borçluyuz.
AYDINLIĞA TAŞIYACAĞIZ
Bu anlamda bu Kongre, yalnızca Başkan seçmek için toplanmış değildir. Bu görevlerimizi elbette yapacağız. Ancak bu Kongre, asıl olarak Adana’mıza, partimize ve ülkemize Çukurova’nın güneşini, aydınlığını ve bereketini taşımak sorumluluğu altındadır. Kuşkusuz, bu salondaki tüm dostlarımla beraber altına girdiğimiz yük ağırdır; ancak yüreğimizle, aklımızla, dayanışmamızla, bu tarihi Kongre’den alnımızın akıyla çıkacağımıza olan güvenim tamdır.
AKP ÜLKEYİ KÖTÜ YÖNETİYOR
Türkiye 2002 sonundan bu yana tek başına AKP Hükümeti tarafından yönetiliyor. Aslında dönemin özelliklerine bakıldığında, “tek parti devleti yönetimi” saptaması yapmak daha doğru olur. Erkler ayrılığını fiilen ortadan kaldıran; sorgulamayan/biat eden eğitim sistemi ve oluşturduğu AKP medyası üzerinden toplumsal meşruiyet kurmaya çalışan, “ikna edemediği” toplum kesimleri için polis devleti uygulamalarını keskinleştiren, tüm kurumlara “ele geçirme” mantığı ile yaklaşan AKP dönemini “hükümet” ile açıklamak eksiklik olur.
İşsizlik ve enflasyon değerleri çift haneli rakamlara ulaşmış, 22 milyon yoksulu bulunan, cari açığını uluslararası mafya marifetiyle daraltma çabasına girişirken yolsuzluğa dibine kadar bulaşmış, tarım ve sanayide üretimden kopan ve bölgesinde giderek yalnızlaşan bir ülke…
Sözünü ettiğimiz başlıklara sırasıyla bakmakta yarar var..
Yüksek faiz – düşük kur politikasıyla ithalatı kolaylaştırıp ihracatı zorlaştıran, içerde üreteni cezalandıran ve gelişen ekonomiler arasında finans kapitale yüksek faiz sağlayarak ülkede sahte cennet yaratmaya çalışan AKP iktisat düzeni, 13 yıldır kesintisiz uygulanmaktadır.
AKP’nin 13 yıllık tek parti iktidarı döneminin büyüme performansı, çok zorlu koşullardan geçen 91 yıllık Türkiye Cumhuriyeti ortalama büyüme rakamlarının altındadır. Üstelik, AKP, son 7 yıllık dönemde ekonomik büyümeyi % 3,5’lara kadar gerileterek, tarihi ortalamanın da 1,5 puan altına düşmüştür.
Kaldı ki, aynı dönemde Çin % 7,5, Filipinler ve Malezya % 6,4, Hindistan % 5,7, Pakistan ve Vietnam % 5,4, Endonezya % 5,1, Kolombiya % 4,1 oranında büyümüştür. Macaristan, Tayvan, Güney Kore, Polonya, Avustralya, Çek Cumhuriyeti, İsveç, ABD, Kanada, Mısır, Singapur gibi ülkelerin büyüme oranları da Türkiye’nin üzerindedir.
Türkiye ekonomisi, kişi başına gelir sıralamasında 2005 yılında 56 ıncı iken 2013 yılında 64 üncü sıraya gerilemiştir. Bu durum, Türkiye’de refahın adil paylaşılmadığını, bir tarafta dolar milyarderlerinin sayısı artarken diğer tarafta yoksulluğun da giderek yükseldiğine işaret etmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’de 37 dolar milyarderi bulunurken, bu rakam Japonya’da sadece 15’tir. Buna karşılık Türkiye’de 22 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
AKP ekonomi yönetimi, yalnızca büyüme rakamları ile anlatılamaz. AKP ekonomi düzeninin niteliğinin de ortaya konulması gerekmektedir. Yüksek faiz, düşük kura dayalı bir ekonomi politikası içinde, sıcak paraya ve ithalata dayalı bir anlayışla gün kurtarılmaya çalışılmaktadır. Bu anlayışın doğal bir sonucu olarak dış borç sürekli yükselmekte, ithalat tarımda ve sanayide iç üretimi baltalayacak düzeyde sıçramakta ve dış ticaret açığı vahim biçimde artmaktadır.
Ülkenin 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borç stoku 2014 sonu itibariyle 400 milyar dolara ulaşmış, başka deyişle AKP döneminde 270 milyar dolar artmıştır. İç ve dış borç stoku toplamı ise AKP öncesinde 243 milyar lira iken, AKP döneminde 360 milyar lira artarak 603 milyar liraya yükselmiştir.
Türkiye’ye akan sıcak para, yılda ortalama % 20 kazanmaktadır. Bu hızlı ve yüksek faizle borçlanma, doğal olarak ödenmesi gereken faiz rakamlarını da yükseltmiştir. AKP döneminde yılda ortalama 50 milyar lira faiz ödemesi yapılmakta, böylece ülkenin kaynakları faiz lobisine tahsis edilmektedir.
Türkiye 2002 yılında 15,5 milyar dolar dış ticaret açığı verirken, günümüzde bu rakam 100 milyar doları aşmaktadır. Başka bir deyişle, AKP yönetimi, Türkiye’yi, haftada 6 milyar lira dış ticaret açığı veren bir ülke konumuna sürüklemiştir.
Artık Türkiye’de, her 100 dolarlık üretim için 43 dolarlık ithalat zorunluluğu vardır. Bu durum ihracat için daha çok ithalat yapmayı dayatmakta, böylece iç üretim yapıları gelişmemekte ve işsizlik artmaktadır.
TEMEL SORUN İŞSİZLİK
Bir ülkede ekonominin iyi olmadığının en temel göstergelerinden olan işsizlik, Türkiye’nin en yakıcı sorunlarından birisi haline gelmiştir.
TÜİK verilerine göre, çalışmaya hazır olduğu halde, iş arayan – bulamayan ve bu nedenle iş bulma ümidini kaybedenlerle birlikte Türkiye’nin işsiz sayısı 6 milyon 250 bin’e ulaşmaktadır. Ancak asıl büyük tehlike, genç işsizliğinde ortaya çıkmaktadır. Mevsim etkilerinden arındırılmış genç işsizlik oranı % 20 düzeyindedir. Meslek lisesi ve üniversite mezunları arasında işsizlik oranlarının yüksekliği, ekonominin geleceğine ilişkin kaygıları daha da artırmaktadır.
Dönemin bir başka özelliği de, geçinemeyen ailelerin borçluluğunun tahammül edilemez boyutlarda artmış olmasıdır. Örneğin AKP döneminde kredi kartı borçları 4,3 milyar liradan 74,2 milyar liraya yükselmiştir. Aynı dönemde batık tüketici kredisi borçları da 43 kat artarak 278 milyon liradan 12,1 milyar liraya fırlamıştır. 2001 krizi sonrasında 10 milyon olan icra dosyası sayısı bugün 22 milyona ulaşmış bulunmaktadır.
Türkiye sanayisinin yapısal özellikleri nedeniyle ülke ithalatının büyük bölümünü ara malları (hammadde) oluşturmaktadır. 2013 yılında Türkiye’nin yaptığı her 100 dolarlık ithalatın 73 doları ham madde, 15 doları yatırım malları, 12 doları tüketim malları için ödenmiştir.
Tarımda 1980’li yıllarla birlikte başlayan geriye gidiş, AKP’li yıllarda çöküşe dönüşmüştür. Türkiye, 2003 – 2015 döneminde tarım ve gıda ithalatı için yabancı ülkelere 406 milyar TL para ödemiştir. Rusya, Almanya, Fransa, Ukrayna’dan buğday, İngiltere ve Hırvatistan’dan arpa, Gürcistan’dan saman, ABD, Yunanistan, Türkmenistan ve Hindistan’dan pamuk, Arjantin’den soya, ABD, Arjantin, Brezilya’dan mısır, ABD, Vietnam, İtalya ve Tayland’dan çeltik ve pirinç, Etiyopya, Bangladeş, Mısır ve Çin’den kuru fasulye, Kanada’dan nohut ve yeşil mercimek, ABD, Ukrayna ve Kanada’dan bezelye, Bulgaristan’dan kurbanlık koyun, Şili; Uruguay, Fransa’dan büyükbaş hayvan ithal ediyor Türkiye...
2003 – 2014 döneminde tarım ve gıda ithalatına 406 milyar TL ödenirken, çiftçiye 12 yılda verildiği iddia edilen tüm destek 70 milyar TL’de kalmıştır. Dünyada çiftçisine verdiği desteğin 6 katını ithalata savuran başka bir ülke örneği yoktur.
AKP döneminde Türkiye’nin işlenen alan büyüklüğü 27 milyon dönüm azalmıştır. Başka bir deyişle çiftçi, ektikçe zarar ettiği için, iki Trakya Bölgesi büyüklüğündeki alanı işlemekten vaz geçmiş ve terk etmiştir.
Bu politikalar, bir taraftan milyonlarca kır emekçisini açlığa mahkûm ederken, diğer taraftan kent yoksullarının beslenme hakkı gasp edilmektedir.
ADANA İHMAL EDİLİYOR
Yukarıda çizilen tablodan Adana’da nasibini fazlasıyla almaktadır.
Çukurova’nın başkenti, Türkiye’nin gözbebeği, tarımın ve sanayinin gelişme odağı olan Adana’mız, son yıllarda uğradığı ihmal ve kötü yönetimin etkilerini fazlasıyla hissediyor. 2003 yılında yapılan İllerin ve Bölgelerin Sosyal ve Ekonomik Kalkınmışlık sıralamasında 8 inci olan Adana, 2012 yılında yapılan sıralamada 8 sıra birden kaybederek 16’ncılığa geriledi.
Adana artık birinci kademe iller arasında değil. İşsizlik, eğitim ve sağlıktaki yetersizlikler, yeşil kartla yaşayan nüfus sayısı gibi göstergeler, Adana’mızı geri çekmeye devam ediyor.
Türkiye’de öncü sanayi bu topraklarda doğdu. Bugün yüksek teknolojiye dayalı sanayi yapısının Adana’yı terk ettiğini hepimiz görüyoruz.
Özellikle tarla tarımının merkezi, bir yılda üç ürün alınabilen Çukurova’nın, yüksek girdi – düşük çıktı fiyatları arasında ezildiğini, köylü üreticinin iflasa sürüklendiğini biliyoruz.
Diğer taraftan uzun yıllar boyunca kent yönetiminin adeta kente karşı işlenen suç merkezi olarak çalışması, tarihin en eski yerleşimlerinden olan Adana’nın kent yaşamını da içinden çıkılmaz bir boyuta sürüklemiştir.
BU TABLOYU ADANA HAK ETMİYOR
Adana’nın işsizlik ortalamasının Türkiye ortalamasını ikiye katlaması, yaşanan sorunu bütün açıklığı ile gözler önüne sermektedir.
İklimiyle, coğrafyasıyla, kültürü ve birikimiyle eşsiz Adana’mızın bütün bu gerilemeyi hak etmediği ortadadır.
Bu sorunları aşacak iradeyi, başka bir yerde aramanın anlamı yoktur. Bu irade bu salondadır, bu salondan çıkacaktır…
Keşke Türkiye’nin sorunu yalnızca ekonomiden ibaret olsaydı. Son 13 yılın büyük tahribatına rağmen, gelecek olan sağlıklı bir iktidar yapısının ekonomiyi tamir etme, tarımı ve sanayiyi yeniden ayağa kaldırma şansı vardır, olmalıdır.
Ancak üzülerek belirtmek istiyorum ki, Cumhuriyet’le birlikte bölgenin tek demokratik düzenine kavuşan, sorunlarıyla da olsa gelişen bir değerler sistemine sahip olan Türkiye AKP eliyle hızla demokrasiden uzaklaştırılmakta, iç ve dış barış bozulmakta, insanımızın birlikte yaşama hevesi ve arzusu örselenmekte ve ülke hızla Orta Doğu’lulaştırılmaktadır.
Bugün Türkiye’de, Hukuk Devleti’nin alfabesi olan yasama-yürütme-yargı erklerinin bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. Tek adam etrafında şekillenen fiili zorbalık, Anayasal düzenin işleyişini ortadan kaldırmış ve devlet yönetimine keyfiyet egemen olmuştur.
Siyaset biliminde “kleptoraksi”, bir aile ya da zümrenin devleti ele geçirerek, kamu kaynaklarını kendi özel çıkarlarına konu etmelerinin düzeni olarak tanımlanmaktadır.
17-25 Aralık’ta ortaya dökülen ve ayakkabı kutularına, çelik kasalara, villalara sığmayan, kamyonlarla taşınarak sıfırlanamayan milyarların yargı eliyle hesabı sorulabilmiş değildir. Hırsızlığı yapanlar dışarda, soruşturanlar içerdedir.
Türkiye’yi geçmişin beyaz Toroslarıyla tehdit edenlerin, hangi derin devlet ilişkileri çerçevesinde ülkemizi ve bölgemizi cehenneme çevirdiklerini biliyoruz. “Gıda yardımı” yalanından başlayıp, “velev ki silah olsun”a varan yalanlar çerçevesinde MİT Tırlarıyla İŞİD’i besleyenler dışarda, belgeleyip haberini yapan basın emekçileri içerdedir. Buradan Can Dündar’a, Erdem Gül’e selam gönderiyoruz. “Silivri’yi özgürleştirmek, boynumuzun borcudur” diyoruz..
Dünyanın her yerinde demokratik meşruiyetlerini yitiren faşizan rejimler, giderek daha çok polis devletine yaslanırlar. Ancak bunun da bir tıkanma noktası vardır. Buraya varıldığında, eli kanlı faşist çeteler devreye girer.
Çorum’u, Sivas’ı, Kahramanmaraş’ı unutmuyoruz. Gezi’de hayatlarını, sol gözlerini kaybeden kardeşlerimizi unutmuyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk’ler, Deniz Gezmiş’ler, Ali İsmail Korkmaz’lar yolumuzu aydınlatmaya devam edecekler. Onların bilinçlerini, kararlılıklarını, devrimciliklerini aklımızın ve yüreğimizin ateşi yaptık, yapacağız…
Onlar da ellerinde ne varsa kullanacaklar. Anayasal düzenin dışına taşmış polis devleti uygulamaları, yetmediğinde eli sopalı lümpen çeteler, o da yetmeyince beli bombalı İşid’çiler..
Türkiye’nin 7 Haziran’dan 1 Kasım’a nasıl geldiğini hep beraber yaşayarak gördük. Suruç’u, Ankara Garı’nı kimlerin patlattığını biliyoruz. Genç ölü bedenler üzerinden siyasi ikbal devşirenlerden hesap sormak boynumuzun borcudur. Bu hedef ve karalılıkla yapılmayan siyasetin, partiye de ülkeye de bir toplu iğne ucu kadar yararı yoktur.
Bugün Güneydoğu’da yaşanan olayların, çağdaş bir ülkede görülmesi mümkün değildir. Kanada’da, Fransa’da, Yunanistan’da olamayacak işler, Irak-Suriye-Afganistan söz konusu olunca sıradanlaşabilir. Bugün Cizre böyledir. Sur böyledir.
Terör, kentleri içinde yaşayan insanlarla birlikte bombalayarak ortadan kaldırılamaz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüm ikazlarına rağmen, ucuz ve geçici siyasi hesapları için sorunu kullanan AKP, bugün gelinen durumun baş sorumlusudur.
Ancak daha vahimi, bugün ortaya çıkan namlularını evlere yöneltmiş tank – top ve yıkılmış kent görüntülerinin ortak belleğimizde bulacağı yer ve nesiller boyunca birlikte yaşamışlığımıza ve yaşama hevesimize vereceği zarardır.
Sevgili dostlarım,
Bu gerici – dinci faşizmin, tüm kutsal değerlerimizi kullanarak ve inciterek kendisini geliştirmesini mutlaka durdurmalıyız. Cumhuriyet Çınarı’nın, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurucu değerleri üzerine ülkemizi ve geleceğimizi yeniden inşa etme sorumluluğumuz ortadadır.
Ancak bunu yaparken, geçmişi sorgulamak, özeleştiri yapmak ve bir strateji doğrultusunda ortak – aydınlık geleceğimiz için kolları sıvamak durumundayız.
AKP’nin ekonomide, demokraside, barış ve özgürlükler alanında yarattığı tahribatı anlatıyoruz. Ancak biliyoruz ki, 2002 – 2004 – 2007 – 2009 – 2011 – 2014 – 2015 seçimlerinden, referandumlardan, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden istediğimiz sonuçlarla ayrılamadık.
Şimdi önümüzde yeni ve daha zorlu bir dönem var.
Muhtemelen gelecek yaz, Başkanlık sistemini içeren bir Anayasa değişikliği referandumu ile karşı karşıya kalacağız.
Bunun yanında, AKP’nin Büyükşehir Modelini 81 ile yayma ve tüm belde ve ilçe belediyelerini kapatarak Türkiye’de yalnızca 81 Büyükşehir Belediyesi bırakma yönünde hazırlıkları olduğunu biliyoruz.
Hiçbir savaş, hiçbir mücadele, ideolojisine adanmışlık duygusu ile bağlı kadrolar ve bu kadroların uyumla ve hep birlikte izlediği sağlam bir strateji olmadan kazanılamaz.
Genel Merkezimizle, illerimizle, ilçelerimizle, örgütümüz ve emekçilerimizle; parti içi demokrasimizi-dostluğumuzu-dayanışmamızı geliştirerek bu kavgayı hakkıyla vereceğiz.
Dönemin deneme – yanılmaya tahammülü yok. Uzun yıllar boyunca siyasi mücadele içindeki duruşumuz ve tavrımız, bugüne ilişkin taahhüdümüz niteliğindedir. Meslek odalarında, demokratik kitle örgütlerinde, Parti örgütünde verdiğimiz emek ortadadır. Adaylıklarda sırasını beğenmeyenlerden, küsenlerden hiç olmadık. Çünkü siyaseti kişisel ikbal beklentisine daraltmadık, ülke mücadelesini temel aldık. Siyaset için kişisel gündem yaratmadık, uygun ortam aramadık. Emekli olmayı beklemedik. Nefes alışımız mücadelemizdi, geçmişte böyle oldu, gelecekte de böyle olmaya devam edecek.
Ben buradan ekibim ve arkadaşlarım adına söz veriyorum. Bugün yanımızda ya da karşımızda olsun, her bir Cumhuriyet Halk Partili’nin değerini bilerek, kimseyi ötekileştirmeden, Çukurova’nın güneşine ve bereketine uygun, birleştirici - yapıcı bir yönetim yapısı kuracağız. Birlikte karar alma, birlikte yönetme düşüncesini hayata geçireceğiz.
Yılmaz Güney’lerin, Orhan Kemal’lerin, Yaşar Kemal’lerinmemleketine yaraşacak biçimde, Adana’mızı hem siyaseten hak ettiği yere taşıyacağız, hem de Genel Merkez politikalarına katkı sunan ve yön veren en önemli demokrasi kalelerinden birisi haline getireceğiz.
Sevgili dostlarım,
Yolumuz Mustafa Kemal’in yoludur. Dostlukla, dayanışmayla, hep beraber, tüm zorlukları aşacağımıza olan inancım tamdır.
Davetimizi, büyük ustayla, Nazım Hikmet’le yapalım..
Düşmesin bizimle yola,
Evinde ağlayanların gözyaşlarını, boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar..
Bıraksın peşimizi,Kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar..
İşte,Şu güneşten düşen ateşte, milyonlarla kırmızı yürek yanıyor.
Sen de çıkar, göğsünün kafesinden yüreğini,
Şu güneşten düşen ateşe fırlat,
Yüreğini yüreklerimizin yanına at…
Akın var akın, güneşe akın,Güneşi zaptedeceğiz, güneşin zaptı yakın…”