Tarih: 16.05.2025 23:34

BAZI HAYATLAR VARDIR; BİR PERDEYE SIĞMAZ…

Facebook Twitter Linked-in

Bazı hayatlar vardır; bir perdeye sığmaz…

Ali Özgentürk işte öyle bir hayattı…

Ama bir ömre yüzlerce hikâye, binlerce duygu sığdırır.

Ali Özgentürk işte öyle bir hayattı…

1945’in Kasım’ında, hazanın hüznünü şairlere şiir olarak yansıttığı Adana’nın parçalı bulutlu bir gününde dünyaya geldiğinde kimse bilmiyordu: Bir gün o, Türk sinemasının vicdanı olacak; bir kamerayla sadece görüntü değil, insanın içini, suskunluğunu, direncini, aşkını, yarasını perdeye taşıyacaktı.

O, yönetmen değil yalnızca…

O, hayatı bir sanat gibi yaşayan; emeği, sevgiyi, acıyı en saf haliyle anlatan bir gönül işçisiydi.

Sahnenin kalbine genç yaşta yürüdü. Tiyatroyla tanıştı, sokaklara sanat taşıdı, sokağın nabzını tuttu.

1968’de, dönemin karanlığına karşı bir ışık yaktı ve Türkiye'nin ilk sokak tiyatrosu olan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nu kurdu.

Sözün bittiği yerde eylemi, suskunluğun olduğu yerde sesi getirdi.

Sinemaya adım attığında yıl 1971’di. Yılmaz Güney’in, Atıf Yılmaz’ın yanında yoğruldu. Ama o, kimsenin gölgesinde kalmadı. Kendi yolunu, kendi sözüyle çizdi.

İlk belgeselinden itibaren hayatı aradı; ‘Ankara Yürüyüşü’, ‘Ferhat’, ‘Yasak’ derken, kamerası hep halktan, sokaktan, susanlardan yana oldu.

Sineması bir dil değildi sadece; bir vicdan, bir direniş, bir yürek atışıydı.

Onun sineması bir kürsü değil, bir kucaktı. Herkesin sığınabileceği, aradığında kendi hikâyesini bulabileceği bir yerdi…

“Hazal” ile perdeye dokunduğunda; izleyenin içine bir değirmen taşı gibi oturdu o kadının sessizliği.

Sonra geldi ‘Kalbin Zamanı’, ‘Su da Yanar’, ‘Yer Çekimli Aşklar’, ‘At’, ‘Bekçi’...

Hepsi aynı haykırışı taşıdı: Görünmeyeni görünür kılmak, unutulanı hatırlatmak…

Zira Onun sinemasında; kitlelerin kursakta kalan sessiz çığlıklarını, görmezden gelinen hayatları ve unutulan insanların görünür kılınması hep önemsemiştir.

Ve elbette…

Bir ömür ‘emek’ diyen insanın, Türkiye sinemasının kalbinde attığı en güçlü cümlelerden biri:

‘Sevgi, emektir.’

‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ın o unutulmaz sözünü kalbimize işledi.

Sadece bir aşkı değil; hayatı, insanı, bağlılığı anlattı.

Sineması barışın elçisiydi. Tek tarafı vardı o da barıştı!

Kavga değil, anlayış… Bağırış değil, bakış…

Öfke değil, vicdanla örülüydü onun kadrajı.

Zaman geçti, insanlar değişti, sinema değişti, sahneler değişti. Ama onun devrimci bakışı hiç değişmedi.

Bir festivalde ödül alırken gözlerindeki utangaç gurur, sanatla yoğrulmuş bir yüreğin, ömrünü insanı anlamaya adayan bir kalbin yansımasıydı.

Ve… Kamerasının dışında da bir dünya vardı onun için.

Gözünün iki bebeği vardı: Simay ve Dünya! Kızları… O iki masum gözde, kendi dünyasını, umudunu, yarınlara olan inancını büyüttü.

Onlara yalnızca bir baba değil, bir ışık, bir sığınak, bir yol oldu.

Kalemle çizdiği her hikâyede, onların gülüşünü, onların geleceğini de düşledi.

Ali Özgentürk, bu topraklara sadece filmler bırakmadı.

O, bir vicdan bıraktı.

Bir suskunluk bıraktı; anlamlı, derin, sarsıcı bir sessizlik…

Bir şiir bıraktı, cümlelerin değil bakışların söylediği…

Ve biz, onun hikâyelerinde kendi hayatımızı, kendi acımızı, kendi sevdamızı bulduk. Birliği, beraberliği, dayanışmayı, direnişi, kardeşliği ve barışı bulduk.

Çünkü o, bu halkın sessizliğini perdeye taşıyan insandı.

Çünkü o, bu hayatın şiirini sinemaya fısıldayan (aktaran) ustaydı.

Çünkü o Sanatını, toplumsal sorumlulukla harmanlayan duyarlı bir hak savunucusuydu/ya da yazardı.

Çünkü o sanatını insanlığa sunan yerelden evrensele ulaşan pek çok eserin telifini gözetmeyerek darüşşafakaya bağışlayan gönlü zengin bir kahramandı. Çünkü o biliyordu ki salt üretmek değil üretileni paylaşmaktı daha da kıymetlisi…

Hani ‘En iyi filmim hayatım’ diyordu ya… İşte ardında en iyi filmini bırakıp gitti.

Bu, toplumun aynası olmayı seçmiş bir insanın, vicdanla çekilmiş bir sinemanın hikâyesiydi…

Gülüşüne hasretle…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —