BEKİR COŞKUN VE TÜLMEN’E DÖNÜYOR
BEKİR COŞKUN VE TÜLMEN’E DÖNÜYOR
Çocukluğu Tülmen/Urfa’da geçti. Okullu gazeteciydi. Foto muhabiri olarak başladığı mesleğini köşe yazarı olarak tamamladı.
Duygu dolu dünyası ona kanun, ud, bağlama ve keman çaldırttı. Öğrencilik yıllarında Zeki Müren’le aynı sahneyi paylaştı. Ama o gazeteci olmak istiyordu. 1978’de köşe yazıları yazmaya başladı. Köşesinin adı, DOKUZUNCU KÖY. Orada hep doğruları, hep bildiğini, hep inandığını yazdı. Doğru söyleyeni oradan da kovacaklarını bildiği hale. Yazdı, kovuldu: yazdı kovuldu ama çizgisini hiç değiştirmedi.
Bir gün kader, karşısına KADERİNİ çıkardı. Kaderin adı Andree idi.
Türkiye’de yaşayan Fransız bir ailenin kızıydı Andree. İstanbul’da oturuyorlardı. Mimardı babası. 6-7 Eylül olarak bilinen o utanç günlerinde, bürosu talan edilmiş, parmağını da kaybetmişti. Parmaksız mimarlık yapamazdı. Ankara’da elçilikte iş buldu. Türk vatandaşlığına geçmişlerdi ama halk onlara “gavur” gözüyle bakıyordu. Onlarsa çifte vatandaşlığı kabul etmiyordu. “Nerede yaşıyorsam, oranım vatandaşıyım,” diyordu Andree.
Bekir Ankara’da bir ajansın genel yayın yönetmeliğini yapıyordu. Andree de elçilikte basın bürosunda çalışıyor ama gazeteci olmak istiyordu. Müşterek bir arkadaşları Andree’yi, Bekir’e götürdü. Elçilikte iyi bir maaşı vardı Andree’nin. İki misli maaş istedi. Bekir hemen kabul etti. Kaçırmak istemiyordu Andree’yi. Kaçırmadı da. Zaten Andree de kaçmak istemiyordu. Adı ilk görüşte aşktı o duygunun.
Sonra dünyanın en mutlu, en saygılı, en seviyeli birlikteliği başladı. Devamlı okuyanlar bilir. Bekir’in içinde Andree kelimesi geçen her yazısı mutluluk saçıyordu adeta. Hissediyordunuz o sevgiyi. O sevgi koruma içgüdüsünü de besliyordu.
Gazetecilerin canına kıyıldığı, tuzağa düşürüldüğü, suikasta uğradığı günlerde, Bekir koşuyor, arabasını çalıştırıyor, bir tehlike yoksa Andree’siyle Pako’su geliyordu arkadan.
Hayatlarını yönlendiren tek duygu vardı:SEVGİ. İnsanı seviyorlardı, hayvanı seviyorlardı, doğayı seviyorlardı, vatanlarını seviyorlardı. Pako sanki evin bir üyesiydi. “Ben Pako” diye bir kitap yazdı. Kitap, 'Pako’ya Mektuplar' adıyla dizi oldu Diziyi başta BBC olmak üzere altı AB ülkesi televizyonu satın alındı. Türkiye’de kaç kişinin ruhu duydu, bilmem.
İlkeli adamdı. Çok sevdiği dostu, yakın arkadaşı, kardeşi Emin Çölaşan Hürriyet’ten kovulunca, o da kendini kovdu. Gitti Sözcü gazetesinde “Onuncu Köy’de” yazmaya başladı.
Laikti, çağdaştı, demokrattı, özgürlükçüydü. Öyle olmadığına inandığı Abdullah Gül için, doğrudan ve hiç kıvırmadan, “O benim cumhurbaşkanım olmayacak,” dedi. Hemen saldırdılar tabi. “İstemeyen vatandaşlıktan çıkar,” dediler. “Gidecek yerim yok; nereye gideyim. Devem olsa Arabistan’a giderdim,” diyerek kendi üslubuyla cevap verdi.
Evet, gidecek yeri yoktu. Onun vatanı Türkiye idi. Atatürk’ün Türkiye’si. Bir sevdası da Atatürk idi.“Ben Atatürk’ü sevmeyenleri de sevmem. O bir insan değildir bizler için… Bir ilkedir, bir idealdir, bir ülkedir, özgürlüktür, bağımsızlıktır. Medeniyettir…Biz hepsine birden “Atatürk” deriz. Bu yüzden dilimizden düşmez,”diyordu.
18 Ekim 2020, saat 20:30’da, beklenen, bilinen ama gelişi hiç kabul edilemeyen son geldi. Bekir yok artık. Vasiyeti doğduğu, büyüdüğü, çocukluğunun geçtiği Tülmen Köyü’ne gömülmekti. Bugün kısa bir tören, sessizce akan göz yaşlarından sonra Tülmen’e dönüyor, Bekir. En güzelini Yılmaz Özdil söyledi: “Bir adam öldü, her evden bir cenaze çıkıyor.”
- “BEKİR COŞKUN ASLINDA KİMDİR? URFALIDIR AMA URFALILARI SEVMEZ,DİYEN, FIRILDAK F.A. BİRAZ UTANACAK MISIN?
- BENDEN O BÜLBÜLLERİ SUSTURAN, DÜRÜST, NAMUSLU, ONURLU, SEVGİ VE SEVDA DOLU NESLİ TÜKENMİŞ BEKİR COŞKUNA KISA BİR SESLENİŞ:
Ah eden kimdir bu saat kuytuda?
Sustu bülbüller,hıyaban uykuda.
Şimdi ay bir serv-i simindir suda.
Esme ey bad,esme canan uykuda.
Başka aşıklardan almışsan nefes,
Başka yerden, başka vadilerden es.
Doğmasın ruhunda ani bir heves.
Esme gülşenden ki canan uykuda.
IŞIKLAR YOLDAŞIN OLSUN, SAYIN BEKİR COŞKUN.