Tarih: 15.07.2021 14:22
“BİZ ÜRETMEZSEK NE YİYECEKLER?”
Düşünür, kapitalizmin “kendi” doyumsuzluğunda boğulacağını/ son bulacağını, söyler!
Yaşamda her kavga, her ilişki, her eylem; “kendi” varlıklarını çoğaltmak, “kendi” varlıkları uğruna oyunlar kurmak, “kendi” varlıkları uğruna çalışanın “emeğinden” çalmak, “kendi” varlığı uğruna emekçileri yoksulluğa sürüklemek içindir!
Düşünürün, “kullanabildiğin değer senindir” tezinde yer alan da; kavgaların/ eylemlerin bütünü, aslında kullanamadığı değerler içindir!
Akla gelebilecek her tür “gücü” vardır; ancak topraktan ürün almayı beceremez, suyla ürüne yaşam kazandırdığını göremez, karar vermede “kalıpları” kıramaz!
Kapitalizmin uyku saydığı şey; güçlü alacaksın, banka kasan dolu olacak, sürecin tüm teknolojik gelişmelerini en yakından izleyeceksin, kimsenin gözyaşına bakmayacaksın, zayıf bulduğunu yanından uzaklaştıracaksın, daha çok kazanmaya bakacaksın…
***
Hiç “nerde” bu demeyin! Yaşanan bundan başka bir şey değil!
Sözde her ülkenin bir “ulusal kazanımı” vardır. Bunlar vergilerden, cezalardan, yıl içerisinde gerçekleşen üretimden sağlanır.
“Ulusal kazanım”, her yurttaşa bölüştürüldüğü an toplumsal verimlilik artar.
Her yurttaşın kullandığı su, geçtiği yol, kentlerin temiz tutulması, doğanın korunması, sağlık/ eğitim işleri, insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için yeni iş olanakları, üreticilerin katma değerli üretim yapmaları için önlerindeki engellerin kaldırılması, yine üreticiler için girdilerinde oluşan değişimlerin zorluk oluşturmaması, üreticilerin hasatta emeklerinin karşılığını almalarının sağlanması…
“Ulusal kazanımın” bu biçimde bölüşüldüğü ülkelere “demokrasinin temel ilkelerinin büyük bölümünün uygulandığı toplumlar” olarak bakılıyor. Orada her ne denli kapitalizmden söz edilmiş olsa da, sistem “insan hakları” adı altında emekçilerin varlığıyla birlikte/ yokluklarının daha büyük acılara neden olacaklarını görüyor olmalılar ki; bölüşmeseler bile, halkın gereksinmelerinin sağlanması yönünde adım atıyorlar!
***
Bunları neden mi yazdım?
Önceki gün bir haber vardı. Geçimini zeytinle karşılayan yöre halkının ağaçları jeotermal enerji santrali (jes) için kesilmişti. Aralarında ikiyüz/ üçyüz yıllık ağaçların da olduğu alandaki çok sayıda ağacın kesimi nedeniyle toplananlar, “bizim geçimimiz bu, haydi bizi düşünmüyorlar, biz üretmezsek kendileri ne yiyecekler” soruyordu!
Aslında “işin” en can alıcı yeri burası…
Kapitalizmin, “kullanmaktan” çok/ “kullanabileceği” alanları yok etmek için doğaya bu denli zarar vermeye kalkışırken, kestikleri ağacın meyvesine/ havasına gereksinim duyabileceklerini anlayamıyor olmaları…
Gerek jes’in, gerekse hidroelektrik santrallerinin dünyanın hangi ülkelerinde, ne zaman yapıldığı, şu an nerelerde yaygın biçimde yapımının sürdüğü, gelişmiş ülkelerde nasıl bir anlayışın egemen olduğu konusunu irdelediğimizde şunu göreceğiz:
Bir zamanlar Avrupa’da birçok ülkede bu santraller kurulmuş, ancak şu an yenisi yapılmamakla birlikte, santrallerin üretimi sonlandırılmış.
Bugün gelişmekte olan, ya da az gelişmiş ülkeler üzerinde yoğun biçimde yapım sürdürülen santrallerin birkaç on/ yıl sonra, gelişmiş ülkelerin sonucunu yaşayacağı öngörülmemesi kapitalist “doyumsuzluğun” kanıtı.
***
Şu an “kuraklığın” konuşulmağı yer yok!
Üretici de, bilim insanları da, ekonomistler de, politikacılar da, akademisyenler de, üstelik Bill Gates’de “kuraklığı” konuşuyor!
Gerek tarımda, gerekse kullandığı alanlarda “savurganlığından” kaçınılmayan “su”, ne yazık ki kaynaklarını zorluyor, yeraltındaki “kıtlığı” yer yer dile getiriliyor!
Bu sonucu, kapitalizm yerine “doğaya” bağlamak hem aptalca bir düşünce, hem de olanları yadsıma anlamında…
Kapitalizm doymuyor ki; gereksinenden çok üretmeyi, toplumun onu edinmek istemesi için medyayla işbirliği yapmayı, bankaların kredi musluklarını ona göre ayarlamayı, dar gelirli yurttaşı borçlandırmayı, ürünü edinmemeyi eksiklik saymayı yaşamından uzak tutmuyor!
Doğal kaynakların yok olması, kuraklığın egemen olması bile kapitalizmi “yapısından” uzaklaştıramıyor!
***
Toplumda birileri “çok” kazanırken, birileri “çok” yitiriyorsa “iyi olmayan” bir yöne doğru savrulduğu kolayca söylenebilir!
Şu an yaşanan:
Covid 19 sürecinde bile, birçok emekçi işinden oldu/ bu süreci kazanca dönüştürmeyi “başaran” katmanlar var!
“Çok” kazanıyorlar, “daha çok” emekçiyi çalıştırmak yerine/ “daha az” emekçiyi yanında tutarak bunu başarıyorlar!
Üstelik “iktidar” bunların yanında yer almaktan, bunlarla birlikte “ulusal kazanımı” tırtıklamaktan, dar gelirli yurttaşı borç batağına sürüklemekten oldukça hoşnut olmalı ki; büyüyen yoksulluğu/ açlığı görmemekte inatçı…
Düşünürün, kapitalizmin “kendi” doyumsuzluğunda boğulacağını/ son bulacağını, söylemesi şaşırtıcı gelmemeli. Zeytin ağaçları kesilen üreticinin “biz üretmezsek kendileri ne yiyecekler” sözü, yaşanacak “kuraklıkla” birlikte üretimin tüm katmanında karşılanmayacağının güvencesini verebilecek biri olmamalı…
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —