BÖYLE BİR “HAK” OLMAMALI!
BÖYLE BİR “HAK” OLMAMALI!
Bu yurdun,
Bu yurdun topraklarının,
Bu yurdun insanlarını “doyurmamasının” hiçbir açıklaması yok; “iktidarlarca” oyalanmak, boşa zaman harcamak, yurttaşı yormak istemek, yapay gündemlerle algı oluşturmaktan başka!
Peki, “bu yurdun insanına hak mı?”
“Bu yurdun” insanının bunca yaşadıkları, bunca doyumsuzlukları, bunca kandırılışları, bunca verdikleri sözü yerine getiremeyen politikacıların “hep” ön sıralarda yer alışları…
Covid 19 sürecinde bir liralık maskeyi dağıtma becerisi olmayan, en kolay yöntemle vergi/ ceza toplayan, “karantina/ beslenme” ile corona virüsten uzak kalınabileceğini bilse de uygulamaya koyamayan, yurttaşının sağlığı için onbeşgün dayanmayı göze alamayan…
Ancak bu süreçte merkez bankasını boşaltmayı başaran, beton yüklenicilerini yeni işleriyle buluşturan, emekçisini/ çiftçisini/ emeklisini/ esnafını ondokuz yıldır “açlıkla” sınayan “iktidar” yaşananların yanıtını vermeli…
“Bu yurdun insanına hak mı?”
***
Adana’yı bilen bilir…
Kış aylarının “en” zemheri soğuğunda bile “dışarıda/ toprakta/ tarlada/ bahçede” çalışılabilir, üretim için çaba harcanabilir, gençliğin içinde biriken enerji katma değere dönüştürülebilir!
Zemheri soğuktan söz ediyorum; kara kış aylarından, yurdun birçok bölgesinde aylardır “dışarı” çıkabilmenin olanaksız olduğu dönemden söz ediyorum!
Zaman zaman telefonla görüştüğüm dostlar oluyor Adana dışından. Daha nasılsın demeden havaların durumundan, eve kapandığından, günlerdir dışarı çalamadığından söz ediyor. Bana sorduğunda da, biraz önce Atatürk parkında olduğumu, havadaki ılıklığı/güneşi söylediğimde “şanslısınız, ancak sizi yönetenler delirmiş ya da kendi çıkarı peşinde olmalı ki ülkenin en yoksul kentleri arasındasınız; tüm yurdu şaşırtıyorsunuz” demekten öte durmuyorlar!
Adana dışından dostları dinlediğimde de kendi kendime kızıyorum ister istemez!
Adanalıya bunları “hak” görenleri “ısrarla” korumak, kollamak da bir aşka sorun olmalı!
***
Bizim yurdumuz başka…
Dağları, denizleri, doğası, iklimi, güneşi…
Yaz dinlencesinde yurdumuza gelip de “yeniden gelmem” diyen olur mu bilmiyorum!
Ülkelerinde bir ay çalışarak, bizde iki ay dinlence yapma olanakları var her şeyden önce…
Ardından görebilecekleri doğal varsıllıklar, tarihsel doku, rahat edebilecekleri ortam, sunulacak yöresel yemekler/ gelenekler…
Bir başka yerde/ ülkede bunların hepsinin/ bir arada görmek olanaksız…
Düşünür “kullanabildiğin değerlerin sahibisin” der! Peki, bu yurdun/ bu güzelliklerinin/ bu olanaklarının kaçına “bu yurdun insanının” ulaşması olası?
Dağlarının oksijenini içine çekemez, kır çiçeklerini koklayamaz, denizinin kıyısında özgürce gezemez, “bu yurdun insanının” vergileriyle yapılan yoldan/ köprüden bedel ödemeden geçemez!
Birkaç işbirlikçinin çıkarı uğruna parsellenmiş, yabancı işbirlikçilerinin emrine sunulmuş, etrafı sarılmış/ talan edilmiş/ yağmalanmış/ ağaçları sökülmüş dağlar, ormanlar, zeytinlikler…
Bu yurdun insanına “hak” olmamalı…
***
Bu yurdun varsıl toprakları nelere gebe değil ki…
Adana’nın toprağı için “taş eksen yeşertir” sözü herkesçe bilinir!
Toprağı ne denli anlar, ne denli besler, ne denli korur, ne denli önemsersen, bir o nedenli/ belki de çoğunu vermeye hazırdır!
Yeter ki toprağı tanı, ne vereceğini/ nasıl bakılabileceğini bil; usanmayacak denli cömert…
Bu aralar “yarı küs” gibi toprak…
Hem ekilmekten, hem zorlanmaktan, hem bakılmaktan yana sancılı…
Bu yurdun ziraat fakültelerinde binlerce öğrenci eğitim alıyor, binlercesi mezun oluyor, aralarında parmakla gösterilen bir sayının bilgisi/ birikimi toprağa yansıyor!
Ziraat fakültesinin binlerce mezunu “iş arayışlarını” askıya almış durumda; onca yıl aldıkları eğitimi, edindikleri bilgiyi kullanabilecekleri alanların yokluğu, “onları” hem yaşamdan uzaklaştırdı, hem de yarın umudunu söndürdü!
Ziraat fakültelerinin insan doyumunda “öncü” rol olduğu nasıl anlaşılabilecekse…
***
Şunu önemli buluyorum…
“Bu yurdun insanına yaşadıkları hak” değil!
Onurundan evine kapanan insanları herkes biliyor!
Bizde onurundan, yaptığı yanlışın bedelini “kendinin” ödemesi gerektiğini bilen “en son” Erdal İnönü oldu sanıyorum…
Hani çok konuşulan ANAP döneminin kalıtı üzerine gelip, “benim memurum işini bilir” yönteminin egemenliğini sürdürdüğü yıllarda yaşanan İSKİ olayını anımsamayan yoktur! Olayı bilmesi nedeniyle de “bu işler bana göre değil” diyerek politikadan ayrılmıştı İnönü…
Ondan sonra kaç tanesine, üstelik daha ağırlarına/ can kayıplarına neden olan olaylara tanık olduk; toplu insanlar katledildi, toplu insanlar tren kazalarında yaşamlarını yitirdi, yüzlerce çalışan maden ocaklarında çıkamadı, “ne istedin de vermedik” sözünün bedeli ödenmedi!
Bu verimli, bu varsıl topraklar üzerinde yaşayan yurttaşların yarısından çoğu “açlıkla” sınanmayı sürdürüyor!
Kimsenin, bu yurdun insanı üzerinde böyle bir “hakkı” olmamalı!