BUNLARI SIKÇA YAŞIYORUZ...
Kozan’da, çocuklarımızın eğitim gördüğü Şaban Ata İlköğretim Okulu’nun geçtiğimiz yıllarda yıkılan binası önce yıkıldı, birkaç yıl aradan sonra yenisi yapılmaya başlandı!
Sabahtı, Menekşe Sokağa döndüğümde, genç bir kadının “burada okul varmış, çocuğumu yazdıracağım da” sesine döndüğümde düşünmedim değil; bir oklu adı veriyorsunuz, okulun yerini söylüyorsunuz, ancak ortada ne bir okul var, ne de “kayıt” için yönlendirme yapacak birileri…
“Yardımcı olayım” diyorum…
Bir insan boyunu aşan betondan duvarlı okul bahçesinin girişi, inşaat gereçleriyle dolu…
Bir yanda kum, bir yanda çamurlu bir bölge, bir yanda kalıpta kullanılmış harçlı tahtalar, paslanmış çivili latalar; kısaca inşaat alanı…
Kadın kapıda beklerken, ileride inşaatı süren okul binasının girişine vardığımda seslendim; “kim var”?
İkinci kattaki bir pencereden, elinde boya fırçası, başında şapkası, gülümseyen iki gözlü bir emekçinin sesine döndüm…
Sorumun ardından da okul kayıtlarının “nerde” yapıldığını, söyledi. Ardından da “bu öğretim yılına yetiştireceğiz” diye de ekledi!
Ne hoş! Okul yetişecekte; koşullar uygun olacak mı, eğitim-öğretim yapılabilecek mi, öğrencilerin geçen yıldan yaşadığı “derslerden geri kalmışlık” için yeni çalışmalar yapılacak mı?
Genç kadın, “kayıt” yerini “buradan direk gidiyorsunuz, kültür sitesini geçiyorsunuz, parka vardığınızda sola dönüyorsunuz, ışıklara varmadan beride solda” şeklinde anlatmamdan hoşnut hızla gitti…
Corona 19, sosyal aralık, kalabalık olmayan sınıflar, öğretmenlerin sayısal durumu, eğitim için düşünülen gün içi saatler, anne-babanın belirlenen saatlere uygunluğu…
Bir yanda kahkahalara boğulanların “bugünü” nasıl sorguladıklarını düşünüyorum…
***
Sorgulama, derken; aslında bunları sıkça yaşıyoruz, ya da yaşatılıyoruz.
İşte geçmişten bir yazı “kıran” ; okuyalım…
Geçen hafta H5N1 virüsünün nasıl oluyor da yalnız insanları etkilediğini sormuştum. Deniz canlılarını, dağlardaki hayvanları, bitkileri değil de, ‘neden insanları’ demiştim. Konuyla ilgilenen okurlar üst üste sorular yönelttiler:
‘Kuş gribi denen hastalığın yalan olduğuna mı inanıyorsun?’
‘Tavuk etini yiyebiliyor musun?’
‘Evde kanarya beslemeyi sürdürüyor musun?’
‘Ölen binlerce kanatlı hayvanın nedenini nasıl değerlendiriyorsun?’
Sorular uzayıp gidiyor. Her soruda yeniden H5N1 virüsünü sorguluyorum.
Sorgulama sırasında çocukluğumda yaşadığım bir olayı anımsadım:
Uzun yıllar oldu. Şu an aramızda olmayan büyüklerim büyükbabam, nenem, annem, birçok tanıdıklarım o zamanlar yaşıyorlardı. Evimizin arka geniş bir bahçe vardı. Bahçede kümes, kümeste tavuklarımız vardı. Bir gün annem, ‘tavukların kümesini kireçleyelim, tavukları da dışarı bırakmayalım, etrafta KIRAN varmış’ dedi. KIRAN, kanatlı hayvanlarda görülen bir salgın hastalıktı. Zaten, hastalığa tutulan hayvan yürümesinden, yemesinden, gıdıklamasından, dışkısından belli olurdu. Diğerleri gibi koşamaz, diğerleri gibi yiyemez, diğerleri gibi iştahını gösteremezdi. O hasta tavuklar, o zamanın koşullarında besleyici çeşitli doğal besinler verilerek iyileştirilirdi. Örneğin nar ekşisi ya da pekmez boğazlarından zorlukla akıtılır, ayrı bir kafeste bekletilirdi. Önlerine temiz su, yiyecek de konurdu. Bu yöntemle hastalıktan kurtulanları anımsıyorum…
Kuş gribi denen salgının, o zamanlar yaşanan adına KIRAN denen salgın hastalık olduğuna inanıyorum. İletişimin bugünkü gibi yaygın olmadığını düşünürsek; halk bugünkü gibi tedirgin değildi o yıllar… İletişimin her gün yenilendiği günümüzde, insanı korkulara yönlendirmenin ne denli kolay bir iş olduğunu ne yazık ki kuş gribi konusunda açıkça görebiliyoruz…
Şimdi ‘kuş gribi’ yalan mıydı sorusunu düşünen olabilir.
Böyle bir hastalığı yalanlamak yerine, bu denli dellenmelere gerek yok, diyorum. Bu denli telaşlanmalara gerek yok, diyorum. Hastalıklı bir hayvanı kesip yemeyi kim düşünür ki hem? İlk günden beri, her zaman alış-veriş yaptığım tavukçudan yine kesilmiş tavuğu aldım, yine aynı yerde parçalattım, evde yemek yapıldıktan sonra yedim.
Ayrıca, evde işyerinde kanarya beslemeyi de sürdürüyorum. Kuşlar oldukça sağlıklılar. Ötüşleri, uçuşmaları, birbirine davranışları, yemeleri alışık olduğum biçimde…
Geçen hafta okuduğum bir gazete haberi şöyleydi: Türkiye’nin AB ülkelerinden kanatlı hayvan alması isteniyor…
Tam da, AB ülkelerinin ülkemizden ‘kanatlı hayvan’ alımı yapacaklarının öncesinde ‘kuş gribi’ olayının patlak vermesi ya…
Kafam karışıyor biliyor musunuz?
Yok 5 molekül H, yok 1 molekül N; açılımı her neyse kafamı karıştırıyor
Okurların da kafası karma karışık…
Bilim adamları, politikacılar, izlenimciler ne derse desin, yanımdaki büyükler ‘bırak sen o moleküllü lafları, bunun adı KIRAN’ diyorlar… ‘KIRAN’A yakalanan hayvanı gelirken tanırız, etini yemeyiz olur biter’ diyorlar… ‘Ölü hayvanı kireçlenmiş çukurlara gömmeyi de biz çok iyi biliyoruz’ diyorlar…
Dahası mı?
Üreten ellere ceza vermektir!
Bu da ayıptır…