TMMOB Adana İKK Sekreteri Kerem Şahin, “Hava kalitesinin iyileştirilmesi için bireysel önlemlerin yanında ülkemizin sanayisinin emisyonlarının sıkı bir şekilde denetlenmesi ve temiz enerji kullanımına teşviki arttırılmalıdır” dedi
TMMOB Adana İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Kerem Şahin İle Çevre Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Deniz Orhan,5 Haziran Dünya Çevre Gününde çevre bilincinin artırılması ve doğanın korunması için çağrıda bulundu.
Çevre Mühendisleri Odasında Dünya Çevre Günü nedeniyle düzenlenen toplantı da konuşan Adana İKK Sekreteri Kerem Şahin, Türkiye’nin çevre sorunlarına dikkat çekmek ve sürdürülebilir bir gelecek için atılması gereken adımları vurgulamak istediklerini belirterek şöyle konuştu:
SU STRESİ YAŞAYAN ÜLKELER ARASINDAYIZ
“ Ülkemiz, coğrafi konumu ve biyolojik çeşitliliği ile önemli bir doğal mirasa sahiptir. Ancak bu mirasa ne kadar sahip çıktığımızı bahsedeceğim veriler ile daha iyi anlayacağız;
Türkiye'de 2023 yılı itibarıyla hava kalitesi indeksi ortalama olarak 63'tür, bu da Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınırların üzerindedir.
5 büyük kentimizde partikül madde oranı yıllık ortalaması Dünya Sağlık Örgütü'nün önerdiğinin 2 katından fazladır.
Yaygın bilinen bir yanlış olarak ülkemiz su zengini bir ülke değildir. Kişi başına yıllık 1500 m³ su ile “su stresi” yaşayan ülkeler arasındayız.
2021 yılından bu güne kadar yaklaşık 3 yıl içerisinde 178 bin hektar orman alanının kaybını yaşadık. Orman yangınlarının yanında bir de imar alanları için feda ettiklerimizin yerini doldurmak ise uzun yıllarımızı alacaktır.
Geri dönüşüm oranımız ise çok daha vahim. %12 seviyesindeki geri dönüşüm oranımız sürdürülebilir bir yaşam için yeterli olmaktan çok uzak olmakla beraber üzerine geri dönüşümü zor atıkların ithalatını yapıyor olmamızın izahı olamaz.
Ülkemizin tüm atık istatistiğinin içerisinde “Hanehalkı” olarak geçen bireysel tüketim %25’e yakındır. İmalat Sanayi, Termik Santral, Maden İşletmeleri ve Organize Sanayi Bölgelerinin atıkları ise yurdumuzun toplam atık miktarının %75’inden fazladır.
Bir yandan dünyanın ve ülkemizin enerji sorunu sürerken diğer taraftan ülkemizin enerji ihtiyacının sadece %25’i yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmaktadır.
Ülkemizin çevre sorunlarına karşı acil ve etkili önlemler alması gerekmektedir. Hava kalitesinin iyileştirilmesi için bireysel önlemlerin yanında ülkemizin sanayisinin emisyonlarının sıkı bir şekilde denetlenmesi ve temiz enerji kullanımına teşviki arttırılmalıdır.”
TÜRKİYE'DE EKOKIRIMLAR: SUÇ VE CEZASIZLIK
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Deniz Orhan ise yaptığı açıklamada, son yıllarda "ekokırım" kavramını ülkemizde de sıklıkla duyulduğuna dikkat çekti ve şöyle konuştu:
“Türkiye'de ekokırım işleniyor mu? İkizdere’den Datça’ya, Mersin’den Aliağa’ya, Gürpınar’dan Kazdağları’na, Salda’dan, Marmara’ya; Munzur`dan İliç`e, Maraş`tan Antakya`ya, Adıyaman`dan Adana`ya dağlardan derelere, ovalardan göllere, nehirlerden denizlere, toprağa ve havaya kapitalizmin korkunç boyutlara ulaşan doğa talanları ile sınanıyoruz.
Endüstriyel ve tarımsal atıkların nehirlere deşarj edilmesi sonucu Ergene, Büyük Menderes ve Gediz nehirleri simsiyah bir halde akıyor ve Ege Denizi'ne dökülüyor. Bu nehirlerdeki canlılar yok olmanın eşiğinde ve bölgedeki insanlar bu kirli sudan etkileniyor. Tarımda bu sular kullanılarak halk ve çevre sağlığı hiçe sayılıyor. Bu durum açıkça bir ekokırım suçu değil mi? Yatağan ve Afşin-Elbistan'daki kömürlü termik santraller, yıllardır bölgede kirlilik ve ekolojik yıkım saçıyor. Hava kirliliği, su kirliliği ve toprak kirliliği gibi birçok sorun bu santrallerden kaynaklanıyor. Adana`daki termik santraller Maraş`tan farklı mı? Ceyhan bölgesinde santrallerin faaliyete geçmesinden sonra, bilirkişi raporlarına da yansıyan ve ortaya çıkan 60 farklı kanser türü sizce tamamen tesadüf mü? Bu durumda bir ekokırım değilse nedir? Bu ve benzeri ekokırımlar için ne yazık ki herhangi bir ceza uygulanmıyor. Üstüne Kanal İstanbul ve İzmir Çeşme Turizm Projesi gibi "çılgın" projeler, Kazdağları'nda ve Cerrattepe'deve Munzur`da yaşananlar ve zeytinlik alanların madencilik ve endüstrileşmelere açılması gibi yeni ekokırımların önünü açıyor. Deprem atıkları ile ortaya çıkan asbest tehlikesi, kurşun tehlikesi, havadaki diğer kimyasallar ve tozlar, bizlere facianın boyutlarının ne kadar ciddi olduğunu göstermiyor mu?
Ekokırımlar, sadece doğaya karşı değil, insanlığa ve dünya üzerindeki tüm canlı varlıklara karşı da işlenen suçlardır. Bu vahşete karşı sessiz kalmak ve sorumluları görmezden gelmek, gelecek nesiller için felaket anlamına gelir. Ekosistemleri korumak ve doğayla barışık bir şekilde yaşamak için acil önlemler alınması ve kapitalist sistemin doğaya karşı saldırganlığına son verilmesi gerekmektedir.
Doğayı korumak hepimizin görevidir. Ekokırımlara karşı sesimizi yükselterek ve bilinçli bir şekilde davranarak doğamızı ve geleceğimizi koruyabiliriz.”