Sorunun çözümün tam demokrasiden geçer
Sorunun çözümün tam demokrasiden geçer
Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. İsmail Güneş İstanbul Taksim Gezi Parkı direnişi ile ilgili görüşlerini dile getird. Güneş'in bu konudaki görüşleri şöyle:
'Gezi Parkı’nda yaşananlar da göstermiştir ki halkı her düzeyde karar sürecine dâhil eden yöntemlerin yaşama geçirilmesi gerekiyor. Bu süreç göstermektedir ki ülkemizde halen pasif vatandaş, etkin lider üzerinden siyaset yapma anlayışı egemendir. Hal böyle olunca da vatandaşlığı, seçimlerde oy kullanmaktan ibaret gören pasif yurttaşlık anlayışının ya da oy alınca her türlü yetkiyi aldığını düşünen politikacıların egemen olduğu bir yapı karşımıza çıkmaktadır. Değişen dünya koşullarında yurttaşın profili pasif yurttaştan, aktif yurttaşa doğru kayarken bu yurttaşların ortaya koyduğu taleplere politik mekanizma aynı şekilde yanıt verememektedir. Politikacılar elinde tuttuğu güçten vazgeçememekte ya da bu gücü paylaşmak arzusunu taşımamaktadır. Böyle olunca değişen dünyanın doğruları ve genel eğilimleri ile geleneksel yönetim anlayışları daha çok karşı karşıya gelmektedir. Türkiye bu anlamda ilk kez bir kımıldama sergilemiştir. O nedenle bu olayların siyaset bilimi, sosyoloji bilimi çerçevesinde doğru analiz edilmesi ve ortaya koyduğu sonuçlardan faydalanmak gerekir. Ülkenin sorunlarının çözümüne ileri ne geri, tam demokrasiden geçer.
EYLEMLERE KATILAN GENÇLERİN ÇOĞUNLUKTA OLMASI
Bu süreçte bugüne kadar alanlarda, sokaklarda görmeye alışık olmadığımız gençlerin ağırlıkta olduğunu gördük. Bu gençler eylemlere ayrı boyut katmanın yanında sosyal medyadaki yaratıcı yazıları ve paylaşımları ile adeta unuttuğumuz mizahi eleştirileri toplumun gündemine yerleştirdiler. Bugüne kadar bu gençlik oldukça eleştiriye uğradı. Kimi bu gençlik sanal dedi, kimi dejenere olmuş, kimi bunların elinden telefon, bilgisayar düşmüyor, bunlar asosyal, apolitik oldular denildi. Fakat bu gençler kendilerince iletişim kanalları buldular. Normal yaşamda iki kelimeden konuşmayan, birbirine selam vermeyen apartman komşularına inat internet üzerinde sosyal ağlar oluşturdular. Belki önceleri biraz eğlenceydi. Sonrasında ülkenin sorunlarına duyarsız kalamadılar. Bu kezde sanal duyarlılıkları facebook, twitter yiğitliği ile suçlandı. Hatta başbakan bile “ Twitter denilen bir bela” var derken bu belanın günün en önemli iletişim araçlarından biri olduğunu unuttu. Adeta linç edercesine eleştirdiğiniz o çocuklar bugün meydanlardaydı. Üstelik koskoca abilerini, amcalarını, babalarını peşlerinden meydanlara sürüklediler. Gitme, etme yavrum seslerine kulak asmadılar. Bu gençlerin kendi dönemlerindeki iletişim ve ilişkiler kalıbıyla olmasını bekleyenlere bambaşka dünyalar olduğunu, dünyanın ne kadar küçük olduğunu, değişimi onlardan çok daha fazla algıladıklarını gösterdiler. Bugün Adana sokaklarına, meydanlarına binlerce 15-25 yaşlarında gençler damgasını vurdu. Onlar biz büyüklerine çok şey öğretti. Bu ülke bir daha asla gençlerini aşağılamamalı, onları kendi kalıplarına hapsetmemeli, daha fazla bu ülke gençlerine kıymamalı. Onlar geleceğimiz ise kendi geleceklerini belirleme hakkına herkes saygı duymalı...
SOSYAL MEDYA GERÇEĞİ
Bu olaylar sosyal medya gerçeğini görmek istemeyenlere dahi önemi hakkında fikir vermiştir. Geleneksel medya susunca tek kitlesel medya gücünün sosyal medya olduğu gerçeğini yaşadık. Diğer medya araçları bilgiye ulaşma hakkını insanlara tanımayınca bu kez devreye insanların kendi aralarındaki iletişim girdi. Sosyal medyada haberlerin süzgeçten geçmesi söz konusu olmadığı için zaman zaman sakıncalar içerse de olayların ilk 3 günü muazzam bir bilgi akışı sağlandı. Eğer ana damarları kapatırsanız yan damarlar güçleniyor. İnsanlar bir alternatif üretiyor. Sağlıklı bilgiyi engellerseniz bu sefer yönlendirilmiş bilgi ile gerçek bilgi birbirine girer ki buda objektif haberciliğe bir toplumun ne kadar çok gereksinim duyduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
HER KESİM KENDİ ADINA DERSLER ÇIKARMALIDIR.
Ülkenin barışa gereksinimi var. Toplumsal bir uzlaşmaya. Ancak artık bazı dengeler kaybedilmiş durumda. Toplumun vicdanının kabul etmediği şeyler oluyor. Böyle olunca sessizlik hüküm sürdüğünde ve yönetenler bu sessizliği mutlak üstünlük ya da mutlak yönetim başarısı gibi addettiklerinde aslında sosyal huzursuzluk daha da büyüyor. Tıpkı depremlerde olduğu gibi eğer bir fay hattında küçük çaplı hareketler olmuyorsa bu biriken enerjinin yıkıcı bir depreme yol açabileceğinin işaretlerinden biri kabul edilir. Halkın katılımcı olması, tepkilerini gösterebilmesi, protestolar etmesi aslında toplumsal basıncı alan olaylardır. İnsanlar haklı tepkilerinin uygulamada sonuç vermesi durumunda sisteme daha çok güven duyarlar. Eğer bunlar yapılmazsa depremde nasıl enerji birikiyorsa toplumda öfke birikir. Bu çok tehlikelidir. Türkiye kendini ifade etmek isteyen, derdini anlatmak isteyen, protestosunu yapmak isteyen her kesime bu şansı daha çok vermek zorundadır. Bundan korkmamayı öğrenmelidir. Bir grup insana sabahın 5.de biber gazlarıyla sille tokat saldırmak, insanlara acımasızca biber gazı sıkmak, tazyikli su kullanmak, biber kapsülünü kafaya vurmak devleti, polisi sevimsiz gösterir. Şiddet üreten baskıcı devlet görüntüsünün topluma, yönetenlere ve vatandaşa bir katkısı olmaz. Türkiye’de her kesim bu olaylardan kendi adına dersler çıkarmalıdır. Ancak çıkarılacak bu dersler evrensel değerlere, insan haklarına, hukuka, demokrasiye uygun ve bunları genişleten türden olmalıdır. Çıkarılan dersler yaşama geçirilirse daha demokratik ve daha huzurlu bir ortam yaratılabilir. Kaos toplumun hiçbir kesimine fayda sağlamaz.
TÜRKİYE DEMOKRASİSİ ORTADOĞU ÜLKELERİNE GÖRE İLERTİ BATI STANDARTLARINA GÖRE GERİDEDİR.
Bu sosyal tepki şunu göstermiştir. Toplumun uzun zamandır kendini baskı altında hisseden kesimleri seslerini ilk kez korkmadan çıkarmıştır. Bu duruma gelinceye kadar onlarca olaydan bahsedilebilir. Türkiye tıpkı bölgesi gibi değişim yaşayanve kabuk değiştiren bir ülkedir. Ortadoğu ve Afrika’daki ülkelere Türk modeli örnek gösterilirken muhafazakâr değerler ile demokrasinin uzlaşabileceği ve çoğulculuk çerçevesinde yönetimler oluşturulabileceği mesajı diğer ülkelere sıkça verilmektedir. Ancak Türkiye demokrasisi çağdaş demokratik standartlar düzeyine erişebilmesi için daha çok yol alması gerekmektedir. Bu eylemler otoriter yönetim tarzına doğru kaymaya bir tepki niteliği de taşımaktadır. Yönetim prensiplerinin daha demokratik olması yönünde toplumda arzular vardır. Dikkatinizi çekmek isterim daha 10 yıl öncesinde meydanlarda karşı karşıya gelmiş ve laik anti laik tartışması yapan gruplar bile bu eylemde yan yana yürümüştür. Çünkü toplumdaki ana kaygı bu eksenden çıkmış ve acaba otoriter, tek adam yönetimine mi gidiyoruz boyutuna gelmiştir. Daha önemlisi Türk halkı bu olaylar olurken demokratik mekanizmaları kullanırken birileri de çıkıp otoriter uygulamalara karşı başka bir otoriter uygulayıcıyı, orduyu göreve çağırmamıştır. Bu toplumsal bilincin artması açısından sevindiricidir. Türkiye’de toplum farklılıkları ile beraber yaşamayı başarabilecek olgunlukta ve tecrübededir. Ancak yönetenlerin bu farklılıkların bir arada huzur ve barış içerisinde yaşaması için ılıman bir iklim yaratması gerekir. Yani halkı inanç, mezhep, parti, fikir, ideoloji, etnik, bölgesel farklılıkları siyasete malzeme yapılmamalıdır.
“TÜRK BAHARI” DENMESİ DOĞRUMUDUR?
Türkiye yaklaşık 70 yıla yakın süredir inişli çıkışlı demokrasi deneyimini az ya da çok yaşayan bir ülke. Dolayısıyla en azından zaman zaman kesintiye uğramış olsa da yönetimlerin sandıkta değişmesi gerektiği bilincine ulaşmaktadır. Buda mevcut seçilmiş iktidarlara meşruiyet kazanmaktadır. Bu yönüyle olanları Arap baharı ile karıştırmamak gerekir. Arap baharı bir demokratikleşme hareketi değildir. Özünde bölgede 60’lı 70’li yılların dünya konjonktüründen etkilenmiş, belirli bir maddi güce erişmiş ve yer yerde bağımsız hareket edebilen liderlerin yerini yenidünya düzeni ile barışık kesimlere bıraktırılması hareketidir. Bu ülkelerin demokrasi deneyimlerinin biriktirilmeye ihtiyacı vardır. Dolayısıyla sonuçlarının alınması ve bu ülkelerde çağdaş kurumlar ve hukuk normlarının oluşturulması daha uzun yılalr alacaktır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti bu süreci Osmanlı’nın son döneminde batılılaşma hareketleri ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile yaşamıştır. Beğenirsiniz beğenmezsiniz. İyi çalışır kötü çalışır ancak Türkiye’de kurum ve kuruluşlar vardır. Türkiye’nin derdi bunları çağdaş düzeylere çekmektir. Yeniden oluşturmak değildir. O nedenle bu bir bahar hareketi değildir. Bu bir öfkenin, talebin dışa yansımasıdır. Uzun süren sessizliğin dayatmalar sonucunda çıkmasıdır.
Toplum sadece parkıma dokunma dememiştir. Toplum iktidardan ve yönetenlerden ayırımcılığa, tek başına karar alıp uygulamaya, yaşam biçimine dayatmalar yapılmasına, ben yaptım oldu anlayışına tepki göstermiştir. İktidar bu mesajları doğru okumalıdır. Seçim kazanmayı her şeyi yapmak konusunda yetki almak sanarak demokratik ve katılımcı bir toplum oluşturulamaz. Yapılan iyi işler ve önemli adımlara rağmen toplum bu tepkiyi gösteriyorsa olayı “ çapulculuk” boyuna indirgemek sosyal bir olayı görmezden gelmek ve hoşgörüsüzlük ve çözümsüzlükte diretmek anlamı taşır.
KAYBEDEN MEDYA KAZANAN SANATÇILAR OLMUŞTUR.
Bu olayların en büyük kaybedeni Türk medyası olmuştur. Medya yöneticileri bugüne kadar medya üzerine yazılmış tüm ilkeleri ters düz ederek dolaylı sansür ve baskıya kuzu kuzu boyun eğmiştir. Bu beklenmeyen bir durum değildir. Günümüz medyası güçlerin medyasıdır. Çok az örnek dışında bu dünyada da böyledir. El Jezire, CNN International gibi kanallarında sadece habercilik yaptığı söylenemez. Ancak Türkiye’deki acı durum şudur. Basit bir olay için bile saatlerce canlı yayın medyamız merkezden bir emir almışçasına kendi toplumunda olan biteni görüp, izleyip haber yapamamıştır. Objektif habercilik yapmayı bir yana bırakın, yanlı haber bile yapma yetisini kaybetmiştir. O zaman bu tür medyanın bağımsızlığı ve erki yoktur. Bu medyaya da halkın ihtiyacı yoktur.
Bu olayların en büyük kazananı sanatçılar olmuştur. Üretmek, üretim süreci bazen aykırılık, bazen farklı düşünebilme, bazen de eleştirisel bakış açısını gerektirir. Sanatçılarda olan bir özelliktir. Uzun süredir sessiz ve korku ve endişe dolu bakışlarla toplumsal hiçbir olaya müdahil olamayan sanatçılar bu korkularını toplumdan da destek alarak yenmişlerdir. Bu kendileri açısından daha dinamik üretimler sağlayacaktır. Sanat ve sanatçılar toplumun ortak vicdanıdır. Bu vicdan çalışmaya başlayacaktır. İlk kez bu kadar çok yazıda sanatçı, yazar çizer toplumsal bir olaya tepki göstermiştir. Bazıları sağduyu çağrısında bulunmuştur. Sanatçılar barışçı protestolar kısmında alanlara inmiştir. Bunlar topluma moral destek sağlar.
SAĞDUYU ZAMANIDIR
Artık sağduyulu davranmak zamanı arzu edilmeyen sonuçlar toplumun hepsini üzer. Provokasyonlara karşı herkes dikkatli olmak zorundadır. Demokratik talepleri baltalamaya çalışanlara fırsat verilmemelidir. AKPKarşıyaka ilçe binasının yakılması gibi, kamusal ve ortak kullanım alanlarımızdaki maddi hasarlar tıpkı atılan biber gazları gibi asla kabul edilemez. Halkın arasına karışan teröristler,başka niyetler taşıyan resmi ya da gayrı resmi unsurlar farklı amaçlar güdebilir. Cumhurbaşkanının günler sonra bir açıklama yapması olumludur. AKP’nin sağduyulu insanlarıda artık başbakana sağduyu ve daha ılımlı ve barışçı söylemler tavsiye etmelidir. TBMM daha etkin rol üstlenmelidir. Bu durumlarda en büyük rol parlamentoya düşer.Halkın nabzının orda atması gerekir Muhalefet fırsatçı davranışlar yerine toplumsal barışı sağlayacak adımlara aracılık etmelidir. Kimse bu olaylardan siyasi getiri elde etmeye kalkmamalıdır. Yönetenler toplumu geren açıklamalardan uzak durmalıdır. İnsanımızı insanımıza kırdıracak tehditler yapılmamalıdır. Türkiye bu sorunları aşacak kurum ve kuruluşlara ve aklı başında kişilere sahip olduğunu dünyaya göstermelidir. Sorumluluk hisseden herkesin konuşması ve katkı yapması gereken zamandayız.