TMMOB Mimarlar Odası Adana Şube Başkanı Sedat Gül, öldürenin deprem değil depremi afete dönüştürenin; yanlış yapılaşma, binalarda kullanılan eksik malzeme, imar planlarına ve şehircilik ilkelerine aykırı yapıların olduğunu bir kez daha görüp yaşadıklarını söyledi.
“Öldürenin deprem değil depremi afete dönüştürenin; yanlış yapılaşma, binalarda kullanılan eksik malzeme, imar planlarına ve şehircilik ilkelerine aykırı yapıların olduğunu bir kez daha gördük ve yaşadık.” DİUEN Mimarlar Odası Adana Şube Başkanı Sedat Gül, düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:
“Doğa olaylarının özellikle kentlerde büyük felaket ve yıkımlara dönüşmeden atlatabileceğini, can kayıpları ve zararların bilimsel yöntem ve tekniklerle azaltılabileceği, bugün ortaya çıkan tablonun ise sadece beceriksiz ve öngörüsüz politikalar olduğu açık ve gerçektir.
Toplam 11 İlimizi etkileyen bu felaket sonucunda on binlerce vatandaşımız göçük altında kaldı ve 45 binin üzerinde vatandaşımız hayatını kaybetti. Binlerce canların yaralı olarak kurtarıldığı bu afetin artık depremlerle yaşamak zorunda olduğumuzu; öldürenin deprem değil depremi afete dönüştürenin; yanlış yapılaşma, binalarda kullanılan eksik malzeme, imar planlarına ve şehircilik ilkelerine aykırı yapıların olduğunu bir kez daha gördük ve yaşadık.
TBMM araştırma komisyonunca Ulusal Deprem Strateji Eylem Planı hazırlanmış 2017’ye kadar yapı stokları ve envanteri çıkarılacak, ekonomik ömrünü tamamlamış binalar kentsel dönüşüm ve yerinde dönüşümle yıkılacak ve yerinde güçlendirilecek binaların envanteri bu planla çıkarılacaktı, 2023 yılına kadar fiziki iyileştirmeler yapılacaktı fakat bu eylem planının büyük bir bölümü hayata geçmedi.
SİYASİ VE EKONOMİK RANT
Buna karşılık merkezi yönetimin her seçim arifesinde siyasi ve ekonomik rant olarak gördüğü İmar Affı ve İmar Barışı ile 2018 yılında 6 milyonu konut olmak üzere, birçoğuna yıkım kararı verilmiş, mevzuata aykırı üretilmiş, denetimden yoksun yapıları popülist ve bilime aykırı bir biçimde yapı sahibinin beyanı yeterli bulunarak, yapıların büyüklükleri üzerinden ücret alınarak, 7 milyon kaçak inşaat yasallaştırılıp Yapı Kayıt Belgesi verilmiştir. Bu yanlış uygulamadan 25 Milyar Türk lirası rant elde edildi ve yaşadığımız bu felaketi müjdeler gibi seçim meydanlarında halkımıza bir hizmetmiş gibi sunuldu.
Adana, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Elazığ, Kahramanmaraş, Diyarbakır, Osmaniye, Kilis, Malatya ve Şanlıurfa'da yaşananlar tüm dünyanın gözü önünde bilimi ve mesleki birikimi inkar etmenin nasıl acı sonuçlar doğurduğunu tartışmasız biçimde göstermiştir. Toplumun güvenli konuta erişiminin önündeki politik ve ekonomik engeller, bireyin canına kast niteliğinde kamusal bir suça dönüşmüştür.
45 bin üzerinde yurttaşımızın hayatını kaybettiği depremin ağır sonuçlarının ana etkeni bilimsel tekniklerden uzak yapılaşma ve şehirleşme olduğu kadar, maalesef arama ve kurtarma koordinasyonsuzluk can kayıplarının artmasında önemli etken olmuştur.
Bununla birlikte enerji hatlarının çökmesi ve enerji sorunları da ilk 3 gün içerisindeki arama kurtarma çalışmalarının aksamasına neden olmuştur. Bununla birlikte lojistik aksaklıklar deprem sonrası hızlı yardım ulaştırılmasına ilişkin sevk ve idarede yaşanan sorunlar, hazırlıksızlık ve tedbirsizlik örneği olarak öne çıkmıştır.
Kararnamede; Yapılaşma alanında yetkili tüm kurumların görev ve yetkilerinin alınması, hukuk devletinde yurttaşın güvencesi olan kanunların ve hukuk kurallarının hiçe sayılması, tüm yetkilerin tek elde toplanması da katılımcı olmayan, ortak anlayıştan uzak, bugün sorunu çözer gibi görülen ancak, gelecekte dönüştürülmeye muhtaç çarpık yeni alanlar oluşmasına neden olacaktır.
Bu haliyle kararname akılcı ve bilimsel yaklaşımdan uzak, disiplinler arası (mimarlık, mühendislik, şehir planlama, arkeoloji, jeoloji , ekoloji, imar hukuku vs.) ortak akıl ve halkın katılımı ile yapılacak olan imar planlarını beklemeden bilim dışı bir yaklaşım içerisindedir.
Kararname ile yapılaşma alanları askı, ilan ve itiraz süreçleri olmadan hızlı bir şekilde sınırları ve yetkileri sınırlandırılmamış tek bir kurumun yetkisine ve bilgisine bırakılmıştır.
Sadece “jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu doğrultusunda,” belirlenen bir alana “vaziyet planına” göre ruhsatlandırma işlemi, belki “sağlam bir yapı” yapılmasını sağlar ancak, yapılana yeni bir “kent” denemeyeceği gibi, kent bütünlüğü ve kentsel planlama ilkelerinden uzak deprem dışındaki diğer doğal afet riskleri doğurabilecek kentsel dönüşüme muhtaç alanlar oluşmasına neden olacaktır. Bu alanların da, yaşayan yurttaşların kentsel donatılara sahip olarak mutlu yaşadığı bir kent oluşturmayacağı açıktır.
Bu nedenlerle; yıkılan kentlerimizin yeniden kendi kimliklerine, geçmişlerine ve bölgesel özelliklerine uygun olarak inşa edilebilmesi için bu konuyla ilgili tüm paydaşların bir araya gelerek konu hakkında bilgi ve tecrübelerini aktarması, bilimin ışığında bir planlama yapılması gereklidir.
Aceleyle alınacak yanlış kararların ileride başka sorunlara yol açmaması adına, tüm bu maddelerin acil olarak tekrar ele alınması, yerel yöneticilerin, meslek örgütlerinin ve bilim insanlarının sürece katılması yönünde düzenleme yapılması hayati önem taşımaktadır.”