EKMEĞİ “BİLMEK” ZOR MU?
Bilmediğini ya da bildiğini “bilmemek” mi yeğleniyor?
Bir yere gidiyorsunuz, birlikte yollarda yürüyorsunuz, gecenizin aydınlanması için “o” şarkıyı tutturuyorsunuz; ama “neden” olduğunu, “neden” orada olunduğunu, “neden” dışa açılan kapıların kapandığını, “neden” olguların dışında kalındığını bilmiyorsunuz!
Gözlerinizin önünde gelişen tüm olaylara kapalı, “üst aklın” sözünün üstüne “söz” koymadan öykünülmesini “ödev” sayıyorsunuz!
Sizler saydıkça, sizler “özeleştiri” çarkını tıkadıkça, bildiğinizi ya da bildiğinizi “bilmemeyi” sürdürdükçe yaşananları da anlayamıyorsunuz!
Halk arasında “sinir uçları” alınmış deyimi sıkça kullanılır, bu olguyu tanımlamak için.
Ne kızıl korun yalımını anlarsınız, ne kuru ayazın vurgununu; yangıyı ya da zemheri soğuğu “anlamamak” nasıl bir şey düşünün…
Organizmanın acıyı, tatlıyı, soğuğu, sıcağı duymaması/ bilmemesi tıp biliminin neresine danışılırsa/ danışılsın hastalıktır!
Bilmediğini ya da bildiğini “bilmemek” de…
“Neler yaşıyoruz” diye sorsam, “hastalıklı” organizma bin dereden kanal açarak su getirmeye çalışacak; işleri, güçleri “sanayiyi geliştiriyoruz” diyerek doğayı bozmak olduğunu, zeytinlerin yok edilmeye çalışıldığını biliyoruz!
Bir “ne” yaşandığını bilmez, enflasyonu/ yoksulluğu/ yoksunluğu/ açlığı anlamaz “aklı kaçık” öyle şeyler söylüyor ki, “kuruluş öyküsü” dünyayı şaşkına çeviren bu ulusun meclisinde…
İnsan “düşümde gördüm, kaba etime çimdik atayım” demek istiyor!
Nerede yaşıyor, kimlerle görüşüyor, kimleri dinliyor, televizyonu/ basını ne denli izliyor; donup kalmamak elde değil!
Konuşmasında “paranız bittiği zaman arkadaşlar gözlerinizi kapatıp arazinin gölgesinde oturmayın, başınızı bir kaldırın, şu yolların güzelliğine bakın, gözünüz gönlünüz açılsın” diyor!
Ay sonunu getiremeyen emekliye, geçinemeyen asgari ücretliye, çarkını döndüremeyen küçük esnafa söylüyor olmalı bu sözleri…
Yurttaşın pazarda fileleri dolmayınca, market raflarındaki ürünlerden elleri yanınca, şeker isteyen çocuğu ağlayınca, tenceresinde aşı kaynamayınca “yolların güzelliğine” bakarak gönlü açılacak!
Şunu biliyoruz…
Ülkenin tüm varsıllıkları, tüm etkinlikleri, tüm gösterimleri, tüm…
Saydığınız her şey, bankalarda döviz yatırımı olan seksenbin kişi var ya; onlar için…
Yap- işlet- devret yöntemiyle açılan/ çetelere ödemesi halkın vergilerinden yapılan yollar, uzun tüneller, köprüler ulusal parayı kullanmayan seksenbin kişi için…
Son yıllarda yapılan etkinlikleri, festivalleri, fuarları kimler dört gözle bekler, kimler kazançlarını artırırlar, kimler beklenti içerisine girer dersiniz…
Bu dolar varsıllarıdır!
Adana’da sıkça fuarlar açıldığı söyleniyor, servis edilen bültenlerde bir/ iki bakımlı yüzün sevimli görselleri servis ediliyor… Kim bunlar ki, kaç kişiler, yaşamın içinde ne denli varlar, açlığı/ yoksulluğu/ yoksunluğu ne denli biliyorlar ki; sanmıyorum!
İşte, bu halkın meclisinde konuşan, “bilmediğini bilmeyen” vekil öyle bir noktaya değiniyor ki; salt Adana’daki değil, yurdun dört- bir yanında yapılan fuarlar/ etkinlikler/ yollar/ köprüler can çekişir, yerinden kalkmayı beceremez!
Kur/ dolar varsılı seksenbin kişi olmazsa…
“Eğer cebinde parası yoksa eski yolu kullanır, eski yolun seyahat rahatlığını da yaşayarak görür.”
Parası olmayan, “eski/ parasız/ rahat” yolu kullanabilirmiş!
Nasıl bir “sinir uçları” alınmışlıksa bu, “eski yolun rahatlığı” konusu bir özeleştiri niteliği taşımakla birlikte, “şu yolların güzelliğine bakın, gözünüz gönlünüz açılsın” denilen yollardan, köprülerden kimlerin geçtiği, kimlerin araçları için asfalt döküldüğü, kimlerin uğruna seksen milyon yurttaşın geleceği tutu yapıldığı ortaya çıkmıyor mu?
AKP Manisa Milletvekili Uğur Aydemir’i şaşkınlık içerisinde dinliyorum!
“İktidarların” önceliği, bu “gücü” verenleri korumak/ kollamak/ sorunları çözmek/ gereksinmeleri sağlamak/ yaşamı yaşanılır kılmak olmalı…
Yılın başında, “uygun/ yaşatabilir” buldukları “asgari ücretin” alım gücü neydi/ bu gün ne?
Sorunun yanıtını söylemek için öyle “çokbilmiş” konuşmacıların sözlerine de gerek yok!
Çıkabiliyorsanız, o kalabalığın arasında olmayı göze alabiliyorsanız fırından ekmek, markette yağ/ seker/ bakliyat, pazardan sebze almanız “yanıtınız” için yeterli olacak!
Orada yurttaşın yaşadıklarını, acılarını, sızlanışlarını, çürük ürünlerin peşinde koşuşmalarını, kiloları böldürdüklerini, birçok gereksinmelerinden döndüklerini göze alabiliyorlarsa eğer…
Örneğin, yılbaşından bu yana, yalnız ekmeğe yapılan zamla “alım gücü” ne denli azaltıldı?
Yurttaşın içinde bulunduğu koşulları “ekmek” üzerinden yapmaya çalışın, ekmeği bilin…
Halkın yaşadıklarına ne denli gözleriniz kapalı da olsa, her ne denli “üst aklı” öykünmeyi sürecek olsanız da, “sinir uçlarınız” alınmış da olsa…
Salt “ekmeği” bilin; zor mu?