GİRESUN’DA YAŞANAN SEL FELAKETİ İNSAN AKLINI YARATIĞI ESERLERİN BİR SONUCUDUR
GİRESUN’DA YAŞANAN SEL FELAKETİ İNSAN AKLINI YARATIĞI ESERLERİN BİR SONUCUDUR
Giresun’a geçmiş olsun. Yaşanan sel felaketinde yaşamını yitiren, yaralı olan ve kayıp olan yurttaşlar var. Kent ve bölgede ciddi maddi ve manevi zararın olduğu ekranlara yansıyor. Neredeyse şehrin silueti değişmiş. İnsanların yalnız malı mülkünü değil kim bilir hangi başka özele eşyaları, anıları ve değerleri sel ile birlikte Karadeniz’in soğuk sularına aktı gitti.
Görüntülere çok yabancı değiliz, Daha önceden Rize, Artvin, Hopa, Trabzon’da benzeri doğanın normal akışına karşı yapılan yapılanmada gördüklerimiz. Binaların altı oyulmuş, sokaklar dere yataklarına dönmüş. Görüntüler doğa-çevre ve bilimsel sorgulayıcılığı olanlar için çok şey söylüyor. Ancak Fuzulinin ' söylesem kar etmiyor söylemesem içim rahat etmiyor' ifadesi ile kendi haline bırakalım. Vatandaşlarımızın acısını ve çaresizliğini anlıyorum. Her tarafı ranta dönüştürülmüş, imar afları, 2-B’ler vs. sonuçlar beklenmedik değil. Üzüldüğüm yine beylik sözler ve vatandaşa verilen sakinleştirici güzel ifadeler. Ancak anlamadığım yıllardır çevre, jeoloji, biyoloji tarım bilimcileri duyarlı yurttaşların uyarıları dikkate alınmıyor. Hatta bu tür uyarıları yapanlarda kötü insan olarak yaftalanıyor.
Türkiye Toprakları Erozyon Altında, Bu Gerçek Bilinmese Sorunlara Çözüm Geliştirilemez
Karadeniz’de doğal bitki örtüsünü yok edip fındık ve çay alanlarına dönüştürme ve arkasından aşırı gübreleme ve topraktan çıkan ve ortamın esas sahipleri olan doğal bitkilerin çapalanarak ölçülmesi sonucu toprakların yapısı bozulmaktadır. Erozyon diye çok söylenen Türkiye topraklarının % 75’inde hüküm süren edikleri toprakların yerinde aşınması olayıdır. Diğer bir ifade ile bitkilerin durak ve beslenme yeri toprağın canlılığının yok olması yani ölümüdür erozyon.
Bunu önlemenin çaresi ölümün karşısına yalnız doğanın bitkilerce örtülmesidir. Her tarafı yerleşime açılmış, betonla doldurulmuş alanlarda bir karış yağış yağsa bile toprağa nüfuz etmediği için doğal olarak önüne ne katarsa gücü oranında alıp götürmektedir. Bu dünyanın iklim değişimleri ve ekosistemin canlılığı için zorunludur. Doğa yoksa bizde yokuz, yaşamda yok. Doğal çeşitlilik yoksa korona virüs var, hastalık var, kılık var. Yoksulluk ve göç var. Ne olursunuz biraz anlayın artık şu toprağın, bitkinin doğanın önemini.
Doğada İntikam veya Merhamet Duygusu Yoktur
Karadenizli, Akdenizli, doğulu, batılı fark etmez bu tür olaylar dünde dün yaşandı yarında yaşanıyor olacaktır. Bize düşen bu olguları anlamaktır. Anlamaz ve doğaya uygun hareket etmesek doğa bizi takmaz. Doğada intikam veya merhamet duygusu yok. Kimsenin kimseye acıdığı veya taraf tuttuğu da yok. Doğanın kendisi kuralları var. Lütfen artık ciddi bir doğa eğitimi ile herkes dünyanın ve sosyal dinamikleri kavrasın ve nerede hangi koşulların içinde yaşadığını anlasın. Ayrıca tek başına bu dünyanın efendisi olmadığını da öğrensin.
Bir köylü çocuğu olarak topraktan doğdum, ömrümü hemen hemen doğa ile iç içe yaşadım. Sonrada tarım eğitimi özelde de toprak bilimi ile çalışarak olup bitenlerin nedenlerini meleğim gereğince anlıyorum. Bugünle kadar öğrendiklerimden ülkemizin bu tür felaketleri önleyecek tedbirleri içindeki ormanlarımızın, doğamızın, kentleşme anlayışı ve hayatı kavrayış anlayışımız maalesef yetersiz görülüyor. Yine maalesef sık sık yaşanalar bize durumun çok kötü ve sorunların çözümüne katkı sunacak durumda olmadığımızı gösteriyor. Yalnız Karadeniz’in değil diğer bölgelerde de batıda yanan, kesilen ormanlar, nehirlerin üzerine yapılan HES’ler yapılırken bunların olası olumsuz etkileri konusunda çok insanda ve çevre bakanlığının ilgililerin de derin bir sessizlik var. Sanki bu topraklar, ormanlar, sular, hava canlılar bizim yaşamımızın bir parçası değilmiş gibi. Kamu yaranına korumak yerine nüfuslu kişilere peşkeş çekildiği sıkça vurgulanıyor. Her gün ülkemizin bir beldesinde jandarma ile karşı karşıya gelen köylülerin çilesini ve çığlıklarını görüyoruz. Bu anlayış ve korumacılık olmadığı için bugün bu felaketler yaşanıyor.
Yaşan Olay Bizim Yaptıklarımızın Bir Sonucudur
Karadeniz’deki dağların, kıyaların ve derelerin doğal yapısının nasıl oluştuğunu bilmediğimiz için yönetimini de bilmemiz mümkün olmayacaktır. Karadeniz’de denize paralel yayılan dağların eteklerine vadilere çayların içine yerleştirilmiş evlerin şekillendiği çarpık kentleşme ve plansızlık sonucu oluşmuş bir yapılanma hâkim.
Yaşanan olayın sebep sonuç ilişkisini iyi kavrayamadığımız için yaşadığımız değerlerin kıymetini de bilmiyoruz. Doğanın işleyişini anlamadığımı için bu acı sorunları yaşayıp duruyoruz. Anlayışımızı değiştirmesek ve böyle giderse yakında başka bir yerde benzer bir durum kesin yaşanır.
Doğanın ve Sosyal Olguların Dinamizmini Topluma Kazandırmak için Ciddi Bir Doğa Eğitiminin Sağlanması Şart
Bölgenin jeomorfolojik yapısı gereği dağlardan denize doğru çok sayıda dere bulunmakta ve çoğu yerleşim yerinin ismi de dere ile bitiyor. Taşkınlar milyonlarca yıldır belirli periyotlarda belirli debilerde akmaktadır. Derenin yapısına bakıldığında burada geçmişte ne denli büyük sellerin geçtiği bilinir. Bu bağlamda en az 100 yıllık derenin akışı hızı ve genişliği dikkate alınarak yapılanmaya gidilmesi beklenir. Vatandaşın bilinci yetmese bile devletin bu tür yerlere iskân izni vermemesi gerekir. Her olaydan sonra devletin eski-yeni yetkililerinin yaptığı açıklamalar artık vatandaşları teskin etmeye yetmiyor. Demezler mi, devlet olarak göreviniz değil mi göz göre göre olacak bu felaketlerin tahribatını.
Önümüzdeki dönemlerde iklim değişimleri sonucu daha ani yağışlar, susuzluklar, kuraklıklar, doğal orman yangınları, hastalık ve zararlılar, bitkisiz çöllerin olacağını bugünden bekleyelim ve ona göre yaşam anlayışımızı düzenleyelim.
Unutmayalım bu doğa, bu topraklar, sular, ormanlar, kimsenin değil hepimize yani insana, kurda kuşa, börtü böceğe ait. Hepimize, bizim ait. Kıymetini hep beraber bilelim ve koruyalım.
Bu doğayı anlamaz ve hoyratça küçücük çıkarlarımıza kurban edersek bu dünya bize bir gün ar gelir. Doğayı, toprağı ormanı bitirmeden- tükenmeden dünyamızı gelecekteki felaketlerden kurtarmak bizim elimizde. Kızılderili Reis bizi daha önce uyarmıştı “toprak insana değil, insan toprağa aittir”. Yaşar Kemal bir ödül sonrası yaptığı konuşmada “şunu çok iyi bilmeliyiz, doğanın yok olduğu gün insanlık da yok olacaktır. İnsansız bir dünyayı düşünebiliyor musunuz?” diyordu. Boşuna doğaya müdahale etmeyin demiyoruz. Ağaç dikin, çevreyi yeşillendirin demiyoruz.
Kabahat Kimin, HEPİMİZİN
Unutmayalım dünyadaki toprak ve bitki varlığı şimdilik insanlığın karnını doyuracak yeterliliktedir. Dünya daha iyi yönetilseydi mutlaka daha barışçıl bir yaşamı yaşıyor olurduk. Sonra Dünya kötüde yaratılmış değildir. Ancak kötü yönetildiği muhakkaktır. Biz insanlar kendi çıkarımıza göre planlar programlar yapıyoruz. Çoğu zaman anlamadan yaptığımız birçok işlemin sonucu ağır olmaktadır. İnsanlar yer yüzeyindeki bugün ki farklılaşmanın nedenidirler. İnsan düşünerek, doğa- insan eksenli bir yapılanma gerçekleştirdiyse orası yaşanabilir, değilse yaşanılamaz durma gelmektedir.
Bu yaşanılamaz durum bizim eserimiz. İnsanlık uygarlığı geriye doğu bakıldığında insanın iyi ve kötü diyeceğimiz birçok eseri ile doludur. Tarihte nerede ve nasıl anılmak istediğimizi biz belirliyoruz. Afet riski bir bölgemizde yerel veya ulusal düzeyde bütüncül bir afet yönetimi ve/ya afet riskinin azaltılmasına yönelik planlama hazırlığımız var mı? Bu konuda devlet olarak vatandaşlar afete karşı uyarılmış mı? Eğitimler verilmiş mi? Yoksa sorunlu kim? Ölenlere Allah rahmet eylesin.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr