“İNSANA BAKTIĞINIZ GİBİ YAŞAYIN!”
İlenç (beddua) yanı ağır basan sözcükler kullanmamak değil, duruş olarak da benimsemem!
Bilinir, filmlere/ dizilere/ romanlara/ öykülere konu olmuştur; evinin bacasına karlar yağsın, yolunu seller görürsün, görecek güzelliği olmasın…
Tüm bunlar yerine, “insana baktığınız gibi yaşayın” demeyi yeğlerim!
İnsanın karşısına çıkarlar, hiçbir şey olmamış ya da yaşama bağlanacak iplerini yenileyecekmiş gibi konuşurlar ya, ayrıldıklarında da ilgiyi/ yakınlığı keserler ya…
“İktidar”, sonucunu bilerek karar verdiklerini yinelerken, son kur tusunamisi nedeniyle yurttaşın yaşamından/ gücünden çaldıklarının açıklamasını yapmıyor!
Sözcülerini duymayan yok;“iyi olmuştur” diyen de var, “halkımız rahat edecek” diyen de var, “fiyatları gereğinden çok abartılıyor” diyen de var, kurutuluşu “dünyanın her yerinde aynı sıkıntılar var” diyen de var! Yalancının…
İşte, bunları böyle düşünen, böyle savunan, böyle değerlendiren herkese sözüm şu:
“İnsana baktığınız gibi yaşayın!”
***
“İktidarın” saray yaşamı anlayışı salt yukarı da kalsa, parmakla sayar günü geldiğinde karşılığını verirsin; ülkenin dört bir yanına yayılmış uzantıları da aynı söylem, aynı tutum, aynı amaç, aynı bakış içerisinde olunca “şaşırmak” için kendinizi zor tutuyorsunuz!
“Uzantıları” sözcüğünü il/ ilçe örgütleri için kullanmadım; il/ ilçelerde “demokrasinin” gereği kurulduklarının, üyelerinin haklarını savunacaklarının, sorunlarını “iktidarın” en tepesine ileteceklerinin sözünü veren sivil toplum kuruluşları, odaları, dernekleri sözümün özü…
“Uzantı” dediğim için hiçbiri kızmayacak, “neden” demeyecek, “nerede” olduklarını yadsımayacaktır!
Bu güne değin, üreticilerin/ iş insanlarının/ sanayicilerin gözü- kulağı olacaklarını söyleyen odaların/ derneklerin sözcülerden “iktidarın” tutumunu eleştiren bir söz duyan oldu mu bilmiyorum!
Hani Adana ülkenin “ne yoksul” kentlerinden biri olmuştu ya,
Hani Adana “işsizlikte” doruğa yükselmişti ya,
Hani Adana “tarımda” bile geri adım atar olmuştu ya,
Yani iş insanları “işyerlerini” kapatıyordu ya…
Bunca yaşananlara tepki göstereni duyan oldu mu, yoksa “hükümetimizin aldığı önlemler paketini destekliyoruz, bölgemiz için iyi olmasını dileriz” sözleri unutuldu mu?
***
Aslında “gerçekten” önemsemeye çalışıyorum…
Sokağı görsünler, ekim alanlarını gezsinler, üreticiyi/ sanayiciyi dinlesinler, “birey” olarak nerede olurlarsa/ olsunlar, ancak çözüm odaklı varlıklarını göstersinler isterdim!
Hangisinin kapalı salon toplantılarında koltuklara dizilmiş siyah takım elbiseli/ beyaz gömlekli/ kravatlı, ayakları toprak bilmez, kışın soğuğu/ yazın sıcağı yaşamaz konuklarına “anlattıkları” böyle bir eylem oluşturmakta acaba?
Çoğu toprağı bilmez, toprağın işlenmesi için sağlanması gereken girdilerin kurla birlikte el yaktığını anlamaz, girdilerden birinin olmaması durumunda verimin ne olacağını öngörmez, burudan kimin/ kimlerin doyacağını düşünmez, ürünün hasadında yaşanan zorlukların aile içinde vereceği acıyı duymaz…
Adana Ticaret Borsası sözcüsü, “dileğimiz üreticinin ürünlerini ucuza mal edip, ucuza satmasıdır” diyor.
Üreticinin toprağını ekmesi için, girdilerin ucuz olması için çaba/ uğraş vermek yerine “dilek”!
Eğer “dilekle” üretici toprağını işleyecekse, suyunu kullanacaksa, daha ucuza mal edecekse, tüketicinin daha ucuza alması sağlanacaksa Adana Ticaret Borsası’nı “ne” gereği var ki?
Salt “borsanın” değil; orada bulunanların, orada bulunanlar için yapılmış betondan yapının, iç donanımının “ne” gereği var?
***
Bu köşede öyle çok sokak, öyle çok yaşam, öyle çok işsizlik, öyle çok doyumsuzluk yazdım ki;
Tüm bunları düşünürken gerek “iktidarın”, gerekse “iktidar” uzantılarının birçok sözünü duyduğumda, donup kalanlardanım, nasıl/ ne amaçla böyle bir tümce kurduklarını düşünenlerdenim…
Yukarıdaki “üreticinin daha ucuza ürün elde etmesi” sözünü anlamayan, “neden” ucuza üretilemediğini bilmeyen var mı ki?
Bu ülkenin eski bakanlarından biri yükselen kurun önemsizliğini dile getirmek için, “maaşı dolarla mı alıyorsun” dediğinde alkış tutanlar/ haklı bulanlar/ sessiz kalanlar/ açıkladığı her paketi salon toplantılarında övenler “yine” sizler değil miydiniz?
Size inanmak öyle zor ki!
***
Şu an bunca olanlara, bunca yaşatılanlara, bunca yaşananlar karşısında kafalarını kuma gömmek için yarışılmasına karşın…
“Yoksulların yoksulluklarını yaşayın, yaşadığı acıyı tadın, yokluk neymiş bilin, işsizliğin bunalımını görün” demiyorum…
İlence tutmuyorum…
Halkı anladığınızı, onların yaşadıklarını gördüğünüzü, üreticinin çektiklerini kanıksadığınızı, açlığın/ işsizliğin/ doyumsuzluğun/ umutsuzluğun ne olduğun “çok iyi” bildiğinizi sıkça yineliyor, çözüm üretmek için çırpındığınızı, solan toplantılarınızı yineliyorsunuz ya, ben tümcemi yineliyorum;
“İnsana baktığınız gibi yaşayın!”