İNSANLIĞIN KISA TARİHİNİN DOĞA ÜZERİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLER
Çevresi Kirletilmiş Çevre Günü-2
İnsan Toprak ve Çevreİnsanın insan olma süreci ile başlayan ve birisinin diğerinden daha fazla pay almasını sağlayan ve bu yolu binlerce yıllık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta olarak görüyorum. Sanayi devrimi ile hızlanan ve XIX. yüzyılın ikinci yarısında hızlanan ve insanın ilerlemesi adına başlayan olgu yalnızca insanın insan üzerindeki ağır baskısını değil aynı zamanda sistematik olarak doğanın tahribatını da beraberinde getirmiştir. Küreselleşmenin yarattığı olgu son yüzyılda her türden yağma ve yakım birbirini izledi: Evet bugün hep birlikte şikâyet ettiğimiz artan çevre kirliliği, tassız tuzsuz yiyecekler hepsi bir bütünün parçası olarak artan doğa dışı kullanımların bir sonucudur. İnsan yer yüzeyini kirletmekle kalmadı şimdilerde gelişmiş ülkeler atmosferi de uydu kirliliğine dönüştürdüğü ifade edilmektedir. Yarın daha büyük acılar yaşamamak için şimdiden doğa ile barışık yaşanabilir bir çevre hepimizin birlikte karar vereceği bir olgudur. Bunu gerçekleştirmek bir yönüyle bizlerin elinde bulunmaktadır. Toprak içerdiği su, hava, organizma, organik madde nedeniyle canlı olarak kabul edilmekte ve canlıların yaşam ortamı olarak da hizmet görmektedir. Toprak birçok çevresel etkilere karşı tampon görevi görerek zararlı ve zehirli maddeleri tutup filtre ederek taban sularının temiz kalmasını sağlamaktadır. Artan oranda kirletici maddelerin yağmur ve sulama suları ile gelmesi sonucu zamanla topraklar da kirlenmektedir. Toprak yanında başta mantar ve aktinomisetler gibi mikroorganizmalar doğadaki birçok organik kökenli hatta inorganik materyalleri de ayrıştırarak çevrenin temizlenmesine ciddi katkılar sağlayabilmektedirler. Eğer mikroorganizmalar olmasaydı belki de bugün çöp ve çevresel atık dağlarından geçilmezdi. Doğal olarak ortama salınan kimyasal ilaç ve toksin materyaller yaralı mikroorganizmaların yaşam alanlarını da daraltması sonucu doğanın kendi kendini rejenere etmesi de olumsuz etkilenmektedir. Bu yönüyle canlılığın devamı için vazgeçilmez fonksiyonlar yüklenen toprak insan için korunması gereken değerli bir varlık olup kirletilmemesi için gerekli önlemlerin alınması zorunludur. Ayaklarının altındaki toprakları yok olup giden toplumlar ayakta duramazlar. Bu vatan kaybetmekle eş anlama gelen ulusal bir felakettir. İnsanın Yaşam Yolculuğunda Kat Ettiği Aşamalarİnsanın insan olma süreci ile başlayan ve birisinin birisinden daha fazla pay almasını sağlayan ve bu yolu binlerce yılık yaşamda müşterek oranda yaşama savaşının geldiği nokta olarak görüyorum. Sanayi devrimi ve buhar makinasının keşfedilmesinden bu yana 200, Wright Kardeşlerin ilk uçak deneyi ile başlayan insanın uzaya açılma sevdası ancak 66 yıl sonra gerçekleşmiştir. Ve insanoğlu ateşin icadından bu yana bilim ve teknolojide yaptığı gelişme ve yıkımı, son altmış yılda ikiye katlamış ve teknik deyimle dünya artık bu yükü taşıyamaz duruma gelmiştir. İnsanın son 100 yıllık küçük bir noktasal zaman dilimi içerisinde yaşamı için 10 milyar yıllık ömrünün yarısına gelmiş dünya yaşamını alt üst etmesi ve hâlâ da bundan vazgeçmemesi dünya gözünden büyük bir bencillik, aç gözlülük ve haksızlık olarak görülmektedir.İnsanlar ve tüm diğer canlılar daha uzun süre yaşamak, ölümlerini geciktirmek için büyük çabalar harcamaktadır. Bu çabalarında insan aklının ve düşüncesinin günümüze getirdiği insan hakları ve sürdürülebilir yaşam kavramlarını da doğmuştur. Bunun için diğer canlıların yaşamlarını inceliyor, ilaç geliştiriyor. Doğal olarak bunların hepsinin bir bedeli de bulunmaktadır ki çoğunlukla olumsuz etkiler doğal yaşama zararda verebilmektedir. İnsanın yaşamı kolaylaştırmak, ömrünü uzatmak için verdiği büyük çabaların sonucunda başta gelişmiş ülkelerin insanlarına sağladığı daha fazla ilaç, beslenme ve kolaylaştırıcı teknoloji sayesinde 20-30 yıllık bir daha uzun yaşam olanağı yakalandı. Ancak belirtildiği gibi doğada ciddi tahribata uğradı. Yine batıda artan çevresel tehditlere karşı gerek bilim insanları ve gerekse sivil toplum kuruluşları ve gençlik örgütleri hızla harekete geçerek bilimsel ve sosyal tedbirlerin alınmasına önayak olmuşlardır. İnsanlığın ortak malı olan ve hepimizin geleceği olan sınırlı alandaki tarım toprakları mutlaka korunmak zorundadır.İnsan hakları ve sürdürülebilirlik her şeyden önce doğuştan sağlıklı yaşam, eğitim eşitliği, kadın erkek eşitliği, kadınların, çocukların korunması ile başlanmalıdır. Bu nasıl sağlanabilir? Buna yanıt maalesef bugüne kadar başta Birleşmiş milletler olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası örgütlerin söylemlerinin ötesine geçemedi. Sürdürülebilir kalkınma: ‘Herkesin temel gereksinimlerini ve daha iyi bir hayatla ilgili beklentilerini; gelecek kuşakların da kendi gereksinimlerini karşılayabilme olanaklarını yok etmeden karşılamak olarak’ tanımlanıyor. Temel gereksinimlerimizin karşılanması yaşamı uzattığı ve yaşamın niteliğini arttırdığı doğru. Ancak bu temel gereksinimler nelerdir: İş, barınma, giyim, su ve besin elementleri nasıl sağlanacak herkese nasıl ulaştırılacaktır. Dünyanın kuzeyinin hem nüfus kontrolü yüksek hem üretim kapasitesi yüksek ve hem de ulaşım hızlı bunun tersine güney yarım kürede nüfus fazla, üretim yetersiz ulaşım ise çağın gerisinde hantal. Bu gün dünyada sürdürülebilir bir yaşam için gerek ulusal ölçekte gerekse ve özellikle küresel ölçekte kalkınma sınırının başını ABD ve müttefiklerinin çektiği gelişmiş G-8’ler ve ulusal ölçekte hâkim sınıflar ve iktidarların yürüttükleri politikalardır. Bütün bunların yarattıkları etki küresel ekolojideki yansıması ise son fatura olmaktadır. Sınırlar koymanın ekolojik sınırlara uygun olması gerektiğini gösteren kanıtlar giderek artıyor. Hava, su, toprak kirleniyor; küresel ısınma son on yılda en yüksek seviyelere gelmiş durumda. Dünya giderek ısınıyor, ozon tabakası deliği, asit yağmurları bütün dünyanın tümden artık yaşanılamaz duruma geldiğini göstermektedir. Yer yüzeyini elinde tutan, yaşam bilinci ve felsefesiyle akıllı bir biçimde değerlendirmeye çalışan ve zekâsı yani IQ (Intelligence Quotient)’sü yüksek olan akıllı insanların yaşanılabilir bir dünya için çabaları bundan böyle duygusal zekânın (EQ-emotional Quotient) ekolojik konulardaki uygulamalarını ekolojik zekâları (EcoQ-Ecological Quotient) belirleyecektir. Ya toptan küresel ekolojinin yasalarına uyulacak ya da toptan yok olmaya doğru gidilecek. Bakalım hangi zekâmız daha üstün gelecektir. Bu anlamda ekolojik akıl salt her şeye karşı gelmeyi değil ekolojik akıl ile ekonomik aklı ekoloji sınırlarına çekmek ve sürdürülebilir bir kalkınma önermektedir. Salt her şeyi kar güdüsüne ve benmerkezciliğe karşı yönetmemektedir. Bunun için gelişmiş ülkeler kendilerinin kalkınmasını durdurmaları hatta geriletmeleri, örneğin karbondioksit salınımlarını % 5 azaltmaları gerekiyor. Başını ABD, İngiltere, Kanada, Japonya ve Avustralya’nın çektiği kalkınmış ülkeler bunu yani kendi kalkınmalarının azalmasını reddediyorlar ve beraberinde az gelişmiş ülkelerin kalkınmasını pek istemiyorlar. Çünkü az gelişmişler de gelişmişler kadar kalkınırsa dünyanın sonu erken gelebilir. Sınırlı doğal kaynaklara sahip dünyamızda artan çevre kirliliği faktörleri artık çevreyi temizlemesini bilen yeni teknolojiler ve politikaları geliştirmek zorundayız. Plansız programsız, basit kar güdüsü ile hareket etmek yerine doğayı ve insanı ön plana alan yaklaşımları sürdürülebilir bir yaklaşımla kullanmak daha akılcı ve zorunludur. Şu ana kadar yok olan ormanların, kirlenen suların ve katledilen torakların geri gelemeyeceği gerçeğinden hareketle en azından bundan sonrası için, geriye kalanların da yerinde korunması geliştirilmesi sürdürülebilirlik ilkesi içerisinde yaşatılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Koruma bilinci ile çevre sorunlarının ortaya çıkmadan önlenmesi, ekosistemlerin sahip olduğu biotik ve biotik olmayan unsurlarının nitelik ve niceliklerinin korunarak, sürdürülebilir şekilde yaşatılması bütün dünyada çevre faaliyetlerinin temel amacı haline gelmiştir.
5 Haziran 2020 Adana, İbrahim Ortaş Korona Günlüğü
Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi, iortas@cu.edu.tr