26 Haziran’ın Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından tüm dünyada “ İşkenceye Karşı Mücadele Ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan edilişinin 21. Yılı nedeniye yapılan açıklamada, “İşknece, bir insanlık suçudur” denildi.
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi, SES Adana Şubesi, Adana Tabip Odası, Adana Barosu Başkanlığı,
Wernicke Korsakofflular Ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi (Çukurova) ve Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi tarafından yapılan yazılı açıklamada şu görüşlere yer verildi:
“İnsanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında tanımlanan işkence, tarihin her döneminde, gücü elinde bulundurarak tahakküm kurmak isteyen egemenlerin başvurduğu, ahlak dışı baskı araçlarından biri olagelmiştir. İşkencenin bir “insanlık suçu” olarak kabulünün ve sözleşmelerde yer almasının sağlanması, işkenceye karşı verilen büyük mücadeleler sonucu oluşmuştur. Bu mücadelelerin en somut tezahürlerinden biri de; 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe giren İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani Veya Küçültücü Muamele Veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesidir. Bu tarihten on yıl sonra, BM Genel Kurulu, sözleşmenin taşıdığı önem sebebiyle, yürürlüğe giriş tarihi olan 26 Haziran’ı tüm dünyada işkenceye karşı mücadele ve işkence görenlerle dayanışma günü olarak ilan etmiştir.
Yine geçmişten bu yana, başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (m.5) olmak üzere, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (m.7), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (m.3), Uluslar arası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü (m.7), münhasıran işkenceyi konu alan BM İşkenceye Karşı Sözleşme ve iç hukukta da Anayasa (m.17) ile TCK (m.94) olmak üzere tüm insan hakları belgelerinde işkence yasağı “mutlak” bir biçimde düzenlenmiştir. İşkence yasağının mutlaklığı, işkenceyi önlemek için kanuni, adli, idari veya başka tedbirleri alma zorunluluğunu; hiçbir istisnai durumun, ne harp hali ne de bir harp tehdidinin, iç siyasi karışıklık veya herhangi başka bir olağanüstü halin işkencenin gerekçesi olarak kullanılamayacağını, bir üst görevlinin veya bir kamu merciin emrinin de işkenceyi haklı gösteremeyeceğini ifade eder. Tahrik, meşru müdafaa, bir başka hakkın korunması, tehlikenin savuşturulması gibi gerekçeler de işkence uygulamasının dayanağını oluşturamaz.
Tüm bunlara rağmen işkence ve kötü muamele halen insanlık dışı bir cezalandırma, yıldırma/sindirme politikası olarak uygulanmaya ve insan hakları ihlalleri arasında önemli bir yer tutmaya devam etmektedir. Bu durum sorunun aslında bir mevzuat meselesi olmadığı gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. İşkence suçu esas itibariyle uygulama ve ona eşlik eden bir zihniyet sorunudur. Ve bu zihniyet toplum için ciddi bir tehdittir!
Özellikle; 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimine yönelik ilan edilen Olağanüstü Hal ve hükümetin hayata geçirdiği kapsamlı güvenlik önlemleri neticesinde, toplumun birçok kesiminde genel bir korku ve güvensizlik hissiyatı oluşmuştur. Bununla birlikte “teröre karşı güvenliği sağlama” gerekçesiyle işkenceyi meşrulaştıran ve işkence uygulayıcılarını koruyan tutum ve politikalar olağan hale getirilmiştir. Bilhassa, güvenlik güçlerinin gözetimi ve denetimi altındaki yerlerde, toplumsal gösterilere müdahale esnasında, hapishanelerde, askeri kışlalarda, resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra resmi olmayan gözaltı yerleri olarak tanımlanan polis araçları, spor salonları gibi muhtelif mekanlarda meydana gelen işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları ve iddiaları önceki dönemlerle kıyaslanamayacak boyutlara ulaşmıştır. Özellikle uluslar arası kuruluşlarca arka arkaya gelen ve açıklanan raporlarla Türkiye bir kez daha işkenceci devlet kategorisinde yer almaya başlamıştır.
Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti işkenceye karşı “sıfır tolerans” politikasına bağlı olduklarını muhtelif zamanlarda vurgulasalar da söz konusu uygulamalar adeta işkence mağdurlarının adalet talebine “sıfır tolerans” şeklinde kendini göstermektedir. İşkencecilerin korunduğu ve bu amaçla idari ve yasal her türlü olanakların işkenceciler lehine kullanıldığı bir sistemde ve ortamda, başta işkence mağdurları olmak üzere, bireylerin kendilerini güvende hissetmeleri mümkün değildir. Bilindiği gibi cezasızlık zırhı, sistematik ve yaygın işkencenin hem bir sonucu hem de işkence yapılmasını mümkün kılmanın araçlarından birisidir.
Sonuç olarak özellikle devletin güvenliğinin mevzu bahis olduğu durumlarda işkenceye meşru bir amaç ve yöntem olarak başvurulduğu bilinen bir husustur. Gerek ulusal gerek uluslararası işkenceye yönelik raporlama çalışmalarındaki tablo devlet aklının ve zihniyetinin hala değişmediğinin bir göstergesidir. İşkence uygulamalarındaki fail ve mağdur sayılarındaki artış dikkat çekicidir. Böylesi bir deneyim doğalında tüm toplum nezdinde işkencenin bir süre sonra normalleşmesine neden olacaktır.
Bu çerçevede insan hakları savunucuları ve aşağıda imzası bulunan demokratik kitle örgütleri olarak tekrar belirtmek isteriz ki; İŞKENCE, BİR İNSANLIK SUÇUDUR. İnsanlığa karşı bir suç olan işkenceyi açığa çıkarmaya, belgelemeye, paylaşmaya devam edecek, işkenceye maruz kalan insanların yanlarında tüm olanaklarımızla olmaya devam edeceğiz.
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi
SES Adana Şubesi
Adana Tabip Odası
Adana Barosu Başkanlığı
Wernicke Korsakofflular Ve Eski Mahpuslarla Dayanışma Girişimi (Çukurova)
Tutsaklarla Dayanışma İnisiyatifi”