2006 yılında kent konseyince Büyükşehir Belediyesine Sunulan “Adana İli Sürdürülebilir Eylem Planı “kenti oluşturan başlıca birimleri yapılacak işler konusunda göreve davet eden bir belgedir. Bu çerçevede 6 Haziran 2002’de hazırlanan Adana Kentli Hakları Bildirgesi 22 ana başlığı içermektedir. Büyük bir bölümü Avrupa Kentli Hakları deklarasyonu ile uyum içinde hazırlanan bildirgenin güvenlik, sağlıklı çevre, istihdam, konut, dolaşım, sağlık, eğitim, spor , kültür ve kaynaşma, kaliteli mimari çevre, katılım, uyum, sürdürülebilir kalkınma, doğal zenginlikler, kişisel bütünlük, belediyeler arası işbirliği, mal ve hizmetler, tarihsel yapının korunması, finansal yapı, eşitlik gibi başlıklar bulunmaktadır. 10. madde kaliteli bir mimari ve fiziksel çevre Tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulamasıyla uyumlu ve güzel fiziksel mekânların yaratılmasını amaçlarken 21. Madde Adana’nın sahip olduğu tarihi yapı mirasının korunması ve bu mirasın Adana’nın tanıtımında ve turizminin geliştirilmesinde etkin olarak kullanılmasından bahseder.
İşte bu belge kentte yaşayan vatandaşların çevresinde olup bitene karşı duyarlı olmasının hukuksal temelini oluşturur. Bir anlamda hemşehrilik hukukunun da temeli ileuyumludur. Kent hakkı kavramını ilk kez kullanan Henri Lefebvre kenti sadece coğrafi sınırla ele almaz ve içinde yaşayanları biçimlendiren, ayrı bir kimliğe sahip, canlı bir varlık olarak ele alır. Sosyal olgu olan kentin fiziksel, politik, estetik, sosyal nitelikleri vardır. Kişi ve kurumlara düşen görevler ise kentlerimizin kimliğini oluşturan kültür, doğa ve tarih öğelerinin kaybolmasının önüne geçecek eylem ve davranışlar sergilemesidir.
Ancak hakların olduğu yerde hak ihlali ortaya çıkmaktadır kentin tümüne veya herhangi bir öğesine karşı suç sayılabilecek davranışlar ile karşılaşabilmekteyiz. İşte bu bizi “Kente Karşı Suç” kavramına götürür. Bu anlamda kente karşı suç, kentin sahip olduğu özelliklerinin ve değerlerinin yok edilmesine, bu değerlere yönelik eylemler olarak tanımlanabilir. Kentsel kaynakları tüketen kimlikleri ortadan kaldıran, erişimi engelleyen, kültürel ve tarihsel mirası ortadan kaldıran, doğal zenginlikleri yok eden davranışlar kente karşı işlenmiş suçlardır.
Kente karşı suçun en yoğun yaşandığı alan ise kentin kimliğini bozan, belleğini ortadan kaldıran tarihsel ve kültürel dokuyu yok eden davranışlar ile çevreye karşı işlenen suçlardır. Suçu işleme konusunda en çok sabıkası olanlar ise siyasetçilerdir. İster merkezi düzeyde ister yerel düzeyde işlenen suçlar ile kentlerimiz bugünkü durumuna gelmiştir. Sorunun tek kaynağının siyasetçiler olduğunu söylemek eksik olacaktır. Köşe dönme hırsı, kolay yoldan kazanç elde etme, kentin rantlarından pay alma kaygısı ile vatandaşlar, meslek grupları ve sivil toplum örgütleri de bu suça ortak olmuştur.
Günümüzde kentler adeta korunmasızdır. Değer yargıları yok olan bir sistemde kenti etkileyebilecek aktörlerin büyük kısmının kentsel değerleri korumak yerine onları yok etme üzere kısa vadeli çıkarcı davranışları bu korunmasızlıkta güvenli liman sayısını azaltmaktadır. İşlenen suçlara karşı sessiz kalmış ve sinmiş yığınlarda suça ortaklık etmektedir.
Teorik bazda ele almaya çalıştığımız konunun yaşamda karşılıklarından bir tanesini bugünlerde Adana Reşatbey’de görüyoruz. Daha geçen hafta tesadüfen binanın önünden geçerken güzelliği karşısında etkilenip fotoğraflamaya çalıştığım mekânın bir hafta sonra yıkılmak üzere boşaltılmasından dolayı büyük üzüntü duydum. Konuyu biraz araştırınca altından çıkan hikâye ise kimse için sürpriz değil. Cumhuriyet dönemi mimarisi izleri taşıyan ve kent açısından kültürel değer ifade eden bina ranta kurban edilmek isteniyordu. Yazının başında anlatmaya çalıştığım kente karşı işlenen binlerce suça bir suç daha eklenmişti. Bugüne kadar sosyal duyarlılığı olduğunu sandığımız Adana Tabipler Odası şehirdeki kötü örneklere bir kötü örnek daha eklemeye karar vermişti. Gerekçeleri ise her zamanki gibi bildik şeylerdi. Ancak acı olan şehrin kimliğine, şehrin tarihine ve kültürüne ait bir dokuyu yok ederken ve kimsenin buna dur dememesiydi. Reşatbey Platformu konuyu imza kampanyası ve sosyal medya paylaşımları ile gündeme taşıdı. Aktif vatandaşlık örneği sundu. Konu kentte yaşayan herkesi ilgilendiren ve duyarlılık isteyen bir konudur. Akıl ve vicdan süzgeci ile çözülebilir. Bu anlamda eminim ki bu kararı alan meslek örgütünün pek çok üyesi de benzer hassasiyeti paylaşıyordur. Saygıdeğer pek çok doktorun sosyal duyarlılığı yüksektir ve mesleki olarak insana hayat vermek kurtarmak, korumak gibi kutsal bir görevi yerine getirirler. Kentlerde canlı organizmalardır ve onlarında korunmaya, yaşatılmaya ihtiyacı vardır. Bunu unutanlara Hipokrat yeminin orijinalini anımsatmak isterim.
Orada çok hoşuma giden bir bölüm vardır.
“Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım”.
Ne mutlu bunu koruyabilenlere.