Gündeminin baş döndürücü hızına ve tartışmaların hararetine bakılınca sanki Türkiye'de canlı bir siyasi tartışma kültürü varmış gibi düşünülebilir, ancak tartışılan konulara bakılırsa aslında aynı havanda su dövüp durduğumuz görülebiliyor.
Ciddiye almamız gereken bir takım yazarlar da dahil olmak üzere muhalefetin tamamı, sanki ortada 'normal' olan herhangi bir durum varmış gibi, sanki normal bir demokraside yaşıyormuşuzcasına, geliştirdiği söylemler üzerinden iktidara ciddi ciddi eleştiri yapıyor, tepki gösteriyor.
İktidarın korku ürettiği, büyük kitlelerin zihnini teslim aldığı, kamuoyunu yanlış yönlendirdiği, meşru fikirlerin ifadesini bile engellediği, terörist ya da darbeci olarak fişlenme korkusu yayarak ilgili ilgisiz her şeyin üstüne örttüğüne yönelik eleştiriler yazılıp çizilerek gösterilen bir muhalif duruş oluşturulmuş durumda.
Yani aslında iktidara yapılan eleştiriler, elinde bulundurduğu propaganda makinesi sonucu gündemi ve her tür söylemi kontrol eden iktidarın yarattığı gündemlere sıkışmış durumda. Bunun farkında olmayan CHP yönetimi de, sanki bu hegemonya sadece iktidarın kendi seçmeninin zihninde mevcutmuş gibi bir yanılgı içine düşmüş gibi görünüyor.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu endoktrinasyondan, yani zihni tutsaklıktan ari olduğu, iktidardan farklı bir noktada durarak, iktidara bir alternatif oluşturduğu bir yanılsama. Belli belirsiz tepeden bakan bir tavırla, sanki AKP seçmeni bu propaganda bombardımanı altında bilincini kaybetmiş de, CHP ise bilinci açık bir şekilde AKP'yle mücadele ederek AKP seçmenini 'uykudan' uyandırmaya çalışır bir tavır içinde.
Oysa uykudan uyanması gereken bir taraf varsa, o taraf, başta CHP olmak üzere parlamento muhalefetinin ta kendisi. İktidarın propaganda makinesinin varoluş amacı insanların zihnini, düşünce kalıplarını kontrol etmek ise, ki öyle, düşünce yapısı ve dolayısıyla siyaset anlayışı Ak Parti tarafından kontrol edilen, söylem gücünü iktidarın belirlemesine izin veren muhalefetin de bu propaganda bombardımanından ciddi derecede etkilendiği su götürmez bir gerçek değil mi?
İktidar birine terörist/darbeci/elitist (vs.) diyor, muhalefet kimin terörist/darbeci/elitist (vs.) olup olmadığını tartışıyor. Cumhurbaşkanı muhalefeti dini değerler üzerinden eleştiriyor, muhalefet de ne kadar dindar olduğunu anlatmaya başlıyor. Bir şeyler 'yerli ve milli' ilan ediliyor, bu böyle midir diğer türlü müdür onu tartışmaya başlıyoruz.
Kısacası, iktidar sürekli olarak 'doğru' olan bir şeyi tanımlıyor ve muhalefeti kendi yarattığı bu 'doğru'nun diğer tarafına atıyor. Söylem üstünlüğünü karşı tarafa bırakan muhalefet ise bu 'doğru' tanımını tartışmıyor, aksine yaratılan bu tanım üzerinden pozisyon alıyor ve havanda su dövme şenlikleri başlıyor.
Oysa iktidarın söylem üstünlüğüne ve çizdiği sınıra dayalı bir muhalefet, hiçliktir.
Dünyada devlet kurmuş, halen de yaşamını sürdüren canlı belki tek organizasyon olan, Türkiye'de devletin kurucu iradesinin siyasi temsilcisi olarak CHP'nin, sıradan bir partinin çok ötesinde siyasi sorumlulukları var. Ancak bağımsızlık temelli kurucu iradesine yapılan iç ve dış ideolojik saldırılara, partinin kendi yönetici kadrolarınca bile karşı konulmaması, hatta bu saldırıları destekleyenlerin yönetimlere taşınması ile, yaptığı devrimleri ve bu devrimlerle oluşturulan değerleri, koruyamayacak hale düşürüldü. Devlet kuran bilinci karartıldı.
Elbette bunun tek sorumlusu şimdiki yönetim değil ve zaten konu da Ak Parti'nin 18 yıllık iktidarında tasfiye edilen cumhuriyet kurumları ve değerleri ile sınırlı değil. Sorun çok daha öncesinde, cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan saldırılar karşısında devrimleri savunacak, cumhuriyetin taşıyıcı kolonları olan kurumları ve temsil ettikleri değerleri koruyacak ideolojik bütünlükten kopuş kaynaklı.
Zihinlere vurulan prangaya itiraz edilememesinin yarattığı fikri teslimiyetin sonucu olarak devletin, devrimlerin, ulusun ve yurttaşlık bilincinin yaratıcısı CHP, 'muhafazakar seçmen etkilenmesin', 'ittifaklarımız zarar görmesin', 'Erdoğan'a siyaseten kullanabileceği malzeme vermeyelim', 'mağduriyet yaratmayalım', 'acaba şunu şunu söylersek Ak parti seçmeni rahatsız olur mu?' türü sonsuz evhamlar sonucunda kendi hareketlerini ve söylemlerini kısıtlar hale getirilerek, kendini iktidar tarafından çizilen siyasi alana hapsetti.
Gelinen noktada, 1925 yılında Tekke ve Zaviyeleri kapatan parti, 'aman dini tartışmalara girmeyelim, muhafazakar seçmeni ürkütmeyelim, ittifaklarımız zarar görmesin, ağzımızın tadı bozulmasın' mantığıyla politika belirler oldu. Bu mantıkla bir sonraki aşamada büyücülük, üfürükçülük, muskacılık gibi akıl ve bilim dışı sapkınlıkların öğretilmesi için üniversitelerde kürsü açılmasına da itiraz edilmeyecektir o zaman, öyle mi?
Diyelim ki bir mucize oldu, iktidar yanlısı seçmen 'hatasının' farkına vardı ve CHP ve dostlarına kucak açtı. Parmak ucunda çıt çıkarmadan yürüyerek yapılan siyaset ve gösterilen azami çaba sonucu emaneten kazanılmış olan bu seçmen kitlesi, ilk 'kavşak'ta tekrar 'karşı' tarafa kaçmayacak mı? Kaçmasınlar diye, bu kez biz de, zikir makinesi teknolojilerine TÜBİTAK bütçesinden yapılan yatırımı mı arttıracağız mesela? Sınırı tam olarak nerede çizeceğiz?
Gelinen aşamada, yürütülen endoktrinasyon sürecinin başarıyla tamamlanmış olduğu görülüyor. Koskoca ülkenin anlı şanlı 'CHP'sinin devlet bilinci karartılmış, sıradan bir liberal partiye dönüştürülüp, içinde bağımsız bir siyasi hareketi tahayyül edebilecek bir tek kimse kalmamış durumda. En radikal bilinen kadroları bile 'Abdullah Gül'e dürüstlük nişanı' takalı daha birkaç gün oluyor!
Çözüm, bu ülkenin temellerini tırnaklarıyla kazan kuva-yı milliye ruhunda. Bu ruhla yeniden Cumhuriyet diyecek bilinç ve kadro üretmekte.