Hasan Hüseyin Korknazgil’in şarkı olmuş şiirleri vardır.
En çok da Selda’nın sesinden dinlenenler dillerde gezinir/ durur…
Der ki Korkmazgil:
“bak şu bebelerin güzelliğine/ kaşı destan/ gözü destan/ elleri kan içinde/ kör olasın demiyorum/ kör olma da/ gör beni”
İlenç değildir sözleri, salt ne yaşadığı/ ne yaptığı/ ne içtiği/ neyle doyduğu bilinsin diyedir!
Onun için de “kör olma da/ gör beni” der!
Açlıkla boğuşuyorsan, kimi aklı beş karış havada olanlarla çarpışıyorsan, yolunu şaşırmış yalpalayanlarla karşılaşıyorsan, tüm bunları anlatmakla işin içinden çıkamıyorsan; işte o zaman, “kör olma da/ gör beni” demek geliyor içinden!
Şiir şu dizelerle sürüyor:
“damda birlikte yatmışız/ öküzü hoşça tutmuşuz/ koyun değil şu dağlarda/ san kendimizi gütmüşüz”
Aynı topraklarda yaşamışsınız, aynı sokağın acısıyla yoğrulmuşsunuz, aynı yazgıyı üleşmişsiniz, aynı pazara koşmuşsunuz, aynı kaygılarla baş etmeye çalışmışsınız…
Bunun bir anlamı olmalı…
***
İstediğinizce çırpınsanız da, istediğinizce yurttaşın yaşadıklarını yadsımış olsanız da, işin “en kötüsü” yaşananlarla alay edip kendinize kirlilikle karartılmış maske takmış olsanız da “gerçeği” değiştiremiyorsunuz!
Ekmek kuyrukları yalan mıydı örneğin? “Çekim yapmak için sıraya giriyorlar” diyecek denli gözlerine “kara dallar” inmiş olanları duyduk! Başka bir yerde yaşıyor olmalıydı, başka bir havayı soluyor olmalıydı, aynı sokakta olma olasılığı var mı?
Çocuklarınızı markete götürmeyin dendi örneğin… Çocuklar, küçük bir çikolata istemesin/ dondurmaya uzanmasın diye yapılacaktı bu! Ne de olsa “ayağını yorganına göre uzatmadığı için ekonomik sıkıntı yaşayanlar” vardı! Çocukları sokaktan uzaklaştırmak yetecekti, öyle mi?
Örneğin, sıkılmadan Avrupa ülkeleri ile karşılaştırma yapanlar var… Her şeyden önce sağlanan “alım gücünü” bir yana atıp, ekmekle/ akaryakıtla/ sebzeyle eşlemeye çalışan bu ülkenin “okumuş/ bilen” insanlarının sesleri duyuldu! “Okumuş/ bilen” cahillik bu olsa gerek!
Korkmazgil, bu gün yaşamış olsaydı tüm bunlara da “kör olma da/ gör beni” derdi!
***
Topluma mal olmuş olarak bilinmesi istenen “isimlerin” söyledikleri çok önemlidir!
Oturmaları/ kalmaları gibi, ağızlarından çıkacak olan sözcükler de…
Örneğin tutarlı olmalılar, sözleriyle yaşananların özdeşleşmesi gerekir! Yalnız içinde bulunduğu yapıya destek olmak, yaşam süresini uzun tutmak için yalana/ yanlışa bulanması hem kendini bataklığa sürükler, hem de yandaşlarını çıkmaz uçurumların kıyısında bırakır!
Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Mustafa Destici, katıldığı televizyon izlencesinde yaşanan ekonomik bungunluğu en aza indirmek için ne yaptığını şöyle anlatmış:
“Tasarrufa dikkat ediyorum, ben kasaba 100 lira verip et almıyorum. Gidiyorum kuzu kestiriyorum. Ya da toplu bir hayvanı. Oradan parçalayıp alıyorum'
Emekliye ikibin beşyüz lira aylık vereceksin, eti yüz liraya almak yerine kuzu kestirecek, böylece “tasarruf” etmiş sayılacak!
Destici, sözlerini eleştirenlere de şu açıklamayı yapmış:
'Bütün Türkiye'yi gezdim. Canlı küçükbaş ya da büyükbaş hayvanın kilosu ne kadardır diye sorsam siz bilemezsiniz ama ben bilirim. Canlı olarak 25 liraya kestirirsiniz, 50 liraya mal etmiş olursunuz ama kasaptan 100 liraya alırsınız. Ben kendi tükettiğim peyniri yazdan alıyorum, pekmezimi kendim yapıyorum. Bu imkanı herkes bulamayabilir, kendi hayatımı anlatıyorum. Tasarruf yapmaya çalışıyorum.'
Evet, doğrudur, kendi yaşamını anlatıyor! Peki, Destici’nin ayda bir kilo et alsa otuz gün boyunca bungunluğunu yaşayacak dar gelirli/ açlık sınırını zorlayan yurttaşa iletisi ne burada?
”İktidarın dediklerine uyun, verdiklerine karşı koymayın, elinizdekilerle aç yaşayın” demekten başka ne?
Yurttaşın sorunu “tasarruf” değil, aldığını ay sonuna yetirebilmek… Bu olgu bilinmiyor olabilir mi?
***
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dizeleri anlamlı…
“bak şu bebelerin güzelliğine/ kaşı destan/ gözü destan/ elleri kan içinde/ kör olasın demiyorum/ kör olma da/ gör beni”
Bak şu insanların güzelliğine, emeği göz dolduruyor, sevinci güne vuruyor, ancak açlık içinde/ yoksulluk içinde/ doyumsuz…
Bak şu verimli toprağa, akan suya, doğan güne, açan çiçeğe
Birileri bir “kendini bilmez” aymazlık peşinde, ne olanları anlıyor, ne görmeye çalışıyor!
Herkesin gözü görsün, görmez olmasın, aynı sokakta yürüyen kalabalık birbirinin yaşadığını bilsin!
Bakın kaldırımlara, uzayan ekmek kuyruğuna bakın, kalan son lirasını harcamaktan korkan kalabalığın yüzüne bakın, yoksulluğa bakın, açlığa bakın…
“Lambayı söndür, ayarı kıs” diyenlerin gözlerine bakın!