Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) tarafından düzenlenen, yüksek katılımcı sayısı ve yüksek kalitedeki bilimsel içeriğiyle ulusal ve uluslararası düzeyde önde gelen bilimsel kongrelerden biri olan 33. Uluslararası Katılımlı Türk Kardiyoloji Kongresi, 5-8 Ekim 2017 tarihleri arasında, 2.300'ün üzerinde kardiyolog, kalp damar cerrahı, pediyatrik kardiyolog ve daha birçok uzmanın katılımıyla Antalya'da gerçekleşiyor.
Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC), Amerikan Kardiyoloji Koleji (ACC), Türk Dünyası Kardiyoloji Birliği, Avrupa Perkütan Kardiyovasküler Girişimler Birliği (EAPCI) ve Avrupa Aritmi Birliği (EHRA) gibi uluslararası dernekler ve dünyanın birçok ülkesinden gelen kardiyologlar Türk Kardiyoloji Derneği'nin 33. Uluslararası Katılımlı Türk Kardiyoloji Kongresi için buluştu. Kongrede uzman bilim insanları, konuşmacılar ve tartışmacılar kardiyoloji alanındaki yeni çalışmalar, kalp-damar hastalıkları ve tedavileri hakkında en güncel verileri paylaşıyor.
Türk Kardiyoloji Derneği ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Mahmut Şahin, Türk Kardiyoloji Derneği Gelecek Başkanı ve Kongre Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol, Türk Kardiyoloji Derneği Önceki Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Adnan Abacı, Genel Sekreter Prof. Dr. Engin Bozkurt, Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Sinan Aydoğdu, Dernek Saymanı Prof. Dr. Necla Özer ile Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Prof. Dr. Meral Kayıkçıoğlu, Prof. Dr. Ömer Göktekin ile Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz'ın katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında, kalp-damar sağlığı ile ilgili güncel gelişmeler, ülkemizdeki mevcut durum ve yeni tedavi yöntemleri paylaşıldı.
Türkiye'deki ölümlerin %47'si kalp-damar hastalıklarına bağlı
Türk Kardiyoloji Derneği ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Mahmut Şahin kalp damar hastalıklarının dünya ve Türkiye'deki son durumuyla ilgili önemli bilgiler paylaştı: “Kalp damar hastalıklarının da içinde olduğu kronik hastalıklar özellikle orta yaş nüfusu tehdit etmekte ve sağlık harcamalarında önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde ölüme yol açan en yaygın durum ise kalp ve damar hastalıklarıdır. Bu tanımlamaya kalp, beyin ve periferik damar hastalıkları dahildir. Toplam ölümler içinde bu hastalıklara bağlı ölüm oranı %47'dir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2013 yılı verilerine göre kaydedilen (bebek ölümleri hariç) 358.000 ölümün 140 bini koroner kalp hastalığına, bağlıdır. Avrupa'da koroner kalp hastalığından ölüm oranları orta yaş popülasyonu diyebileceğimiz 45-74 yaş grubunda erkeklerde binde 2-8, kadınlarda binde 0,6 – 3 arasında değişirken, ülkemizde erkeklerde binde 7,6 kadınlarda 3,8 olması düşündürücüdür.”
Kadınlarda hareketsizlik, erkeklerde ise sigara, kalp ve damar hastalıkları riskini artırıyor
Türkiye'de yaklaşık 3,5 milyon koroner kalp hastası olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mahmut Şahin şu bilgileri verdi: “Yılda %4 artışla bu sayıya her yıl 210 bin yeni vaka eklenmektedir. 2012 yılı verilerine göre yılda 420.000 koroner olay ortaya çıkmakta olup bunların 180.000'i kalp krizi olarak bilinen akut koroner sendromdur. Bu hastalığa bağlı yıllık 100 bin ölüm olgusu ile karşı karşıyayız. Görüldüğü gibi Türk Halkının sağlığını tehdit eden en yaygın hastalıkların başında kalp ve damar hastalıkları gelmektedir. Kalp hastalığı ve inmenin yaşlıları, erkekleri ve zengin toplumları daha fazla etkilediği inancı yanlıştır. Aslında bu hastalık kadınlar arasında da bir numaralı ölüm sebebidir. Türk kadınlarında koroner kalp hastalığının beklenenden fazla olmasının nedenleri ise fiziksel aktivite eksikliği, obezite, kan yağlarının yüksekliği ve hipertansiyonun kadınlarımızda daha çok görülmesidir. Erkeklerde ise sigara en başta gelen hastalık sebebidir. Başta sigara, diyabet, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği olmak üzere karın tipi şişmanlık ve psiko-sosyal stres kalbimizin düşmanlarıdır. Bunların içinde özellikle genç kalp krizleri ile yakın ilişkisi nedeniyle sigara ve diğer tütün ürünlerinin kullanımı özel dikkat gerekir.”
Genç yaştaki kalp krizlerinin birincil nedeni sigara
Tüm kalp hastalıklarının %20'sinden sigaranın sorumlu olduğunu belirten Prof. Dr. Mahmut Şahin: “Özellikle erken yaşta başlamanın yaygın olduğu ülkemizde genç yaşta geçirilen kalp krizlerinin en önemli nedeni maalesef sigaradır. 15 yaş üstü tüm nüfusta 2008 yılında %32 olan tütün kullanma oranı başarılı önlemlerle 2012 yılında %27'ye düşürülmüştür. Ancak halen özellikle erkeklerde %37 ile OECD ortalamasının (%21) çok üzerindedir. Ayrıca diyabet hastalığı açısından Avrupa birincisiyiz ve nüfusumuzun %66'sı kilolu, %29'u ise (erkeklerde %23, kadınlarda 36) obezdir. Bütün bunlar toplum olarak koroner hastalıklara yatkınlığımızı artırmaktadır. Halkımızda yaygın olan sağlıksız yaşam tarzı uygulamaları ve risk faktörleri nedeniyle risk kategorimiz maalesef çok yüksek riskli grubun içindedir. Bu nedenle 18 – 75 yaş arası sağlıklı bireylerin kalp damar hastalığı riskini ölçmek amacıyla üretilen ve Türk Kardiyoloji Derneği tarafından kullanıma açılan “KalpRiski” cep uygulamasıyla çok kolay ve kısa sürede risk hesaplaması yapmak ve buna göre strateji geliştirmek hastalıkların önlenmesi açısından son derece kıymetlidir. Ayrıca kan kolesterol yüksekliğinin kalp-damar hastalıklarının gelişimi için önemli bir risk faktörü olduğu 100 yılı aşkın süredir bilinmesine rağmen, ülkemizde halen rastladığımız ”kolesterol yararlıdır, statinler zararlıdır” şeklindeki bilimsel olmayan yaklaşımlar, hastalarımızda telafisi olmayan ilaç kesimlerine yol açmaktadır” dedi.
Bitkisel tedavideki tehlike!
Türk Kardiyoloji Derneği Gelecek Başkanı ve Kongre Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kemal Erol bitkisel tedavilerin taşıdığı risklere dikkat çektiği konuşmasında önemli konulara değindi. Prof. Dr. Erol; “Son yıllarda bazı bitkisel ürünler basınımız veya doktor olan kişilerce mucize ilaçlarmış gibi halkımıza sunulmakta, bu da halkımızın gerçek etkinliği gösterilmiş ilaçları terk ederek bunlara yönelmesine neden olmaktadır. Bu da hastalıkların ilerlemesi, daha zor bir duruma girilmesi ile sonuçlanabilmektedir. Bazen de hastanın kullandığı ilaçla kontrolsüz etkileşim zehirlenmelere ve yan etkilere yol açabilmektedir. Bu da halkımızın hem parasından hem de sağlığından olmasına yol açmakta, birilerini zengin etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Tarihte modern tıp ve eczacılık gelişmeden önce bitkisel ürünler tedavide kullanılmıştır. Modern eczacılık ve tıbbın gelişmesiyle bunların yerini ilaçlar almıştır. Bitkilerin bazı hastalıklara iyi gelmesi meselesi maalesef son yıllarda iyice abartılmış, bazılarınca gelir kaynağı haline getirilmiştir. Bilimsel araştırmalar sonucu etkinliği kanıtlanan ilaçlar dururken etkinliği, dozu, yan etkileri bilinmeyen bu tedavi alternatiflerine halkımız rağbet etmemelidir” dedi.
Obezite kalp ritim bozukluğuna neden oluyor
Türk Kardiyoloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Adnan Abacı obezitenin sağlık üzerindeki etkisi konusunda önemli bilgiler verdi: Prof. Dr. Abacı; “Obezite artmaya devam ediyor. Çağımızın en önemli sorunlarından biri haline geldi. Gelişmiş ülkelerde ve ülkemizde erişkinlerin yaklaşık üçte biri fazla kilolu, diğer üçte biri obezdir. Normal kilolular azınlık haline geldi. Obezlerde şeker hastalığı, tansiyon, kolesterol yüksekliği ve bunların sonucu olarak koroner kalp hastalığı ve kalp yetmezliği sık görülmektedir. Son yıllarda obezitenin bu zararlarına ilave olarak atriyal fibrilasyon adını verdiğimizi kalp ritmi bozukluğuna yol açtığı ortaya çıktı. Atriyal fibrilasyon esas itibariyle yaşlı hastalığıdır. Yetmiş ve özellikle 80 yaş üzerinde sık görülür. Atriyal fibrilasyon, kalbi bozuk olan kişilerde daha sıktır ve bunlar da daha genç yaşlarda görülebilir. Atriyal fibrilasyon obezlerde, kalp hastalığı olmasa bile, artık orta yaş grubunda, hatta daha gençlerde de görülmeye başlandı. Obezlerde, vücudun diğer bölgeleri gibi kalp de yağlanıyor. Kalp çevresinde biriken yağ, kalp ritminin bozulmasına neden oluyor. Atriyal fibrilasyon çarpıntı, efor kapasitesinde azalma ve bazı hastalarda kalp yetmezliğine neden olur. Bunların yanında, çok ciddi ve çok korkulan bir komplikasyonu da inmeye neden olmasıdır. Dolayısıyla inmeden korunmak için de obeziteden kaçınmak gerekmektedir” dedi.
Teknolojideki gelişmeler kalp hastalıklarının tedavisinde çığır açabilir
Türk Kardiyoloji Derneği Önceki Başkanı Prof. Dr. Lale Tokgözoğlu, teknolojideki gelişmelerin kalp hastalıklarının tedavisi yarattığı değişimleri şöyle anlattı: “İnsan genetik haritasının çıkarılmasından sonra, mutasyon kaynaklı hastalıkların, bozuk genin düzeltilmesiyle tedavi edilebileceğine dair bir hayal oluşmuştu. İlk kez bu yıl bir kalp kası hastalığı olan hipertrofik kardiyomiyopatide gen düzeltmesi yapılarak sağlıklı kalp sağlamanın mümkün olduğu gösterilmiştir. Kişinin genetik yapısına göre bazı ilaçlara direnç veya yan etki geliştireceğinin bilinmesi, bizi bireyselleştirilmiş tedavilere bir adım daha yaklaştırmıştır. Bireyselleşmiş tedaviler yaygınlaştıkça, tedavilerin etkinliği artacak yan etkisi ise azalacaktır. Yine bu yıl monoklonal antikorların ilk defa kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılmasına şahit olduk. Nanoteknolojinin gelişmesiyle hedeflenmiş tedavilerin kullanımı daha da artacaktır. Güncel bir gelişme olarak, bu ay piyasaya sürülecek olan kalp ritmi ölçebilen saatler kişinin ritim bozukluğunu kaydedip kendisine bilgi verecektir.”
Bilim kurgudan gerçeğe: Kök hücre tedavisi
Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mehmet Birhan Yılmaz kök hücre teknolojisi konusunda önemli bilgiler verdi: “Kök hücreler, vücudumuzda her çeşit hücrenin atası olan hücrelerdir. Bölünmeye başladıktan sonra kimi hücreler beyin hücrelerimizi, cildimizi, kanımızı oluştururken, kimi hücreler de anne karnındaki yaşantımızın erken safhasında gidip kalp hücrelerimizi oluşturuyor. Bu sebepten dolayı, kalp hücreleri, tıpkı beyin hücreleri gibi oldukça ileri düzeyde farklılaşmış ve özelleşmiş hücre gruplarıdır. Geleneksel bakış açısına göre, bu hücrelerimizin ölmesi durumunda yerine yenisi konulamayacağı düşünülürdü. Ancak bu bakış, erişkin insan vücudunda bulunan ve yaşlandıkça sayıları azalan kök hücrelerin fark edilmesi ve bunların farklı alanlarda kullanılmasıyla değişmeye başladı. Ardından kök hücrelerin kalp gibi yüksek derecede özelleşmiş hücreler için de kullanımı devreye girdi. 2012'de Dr. Shinya Yamanaka'nın Nobel Ödüllü çalışması, 2016'da Dr. Patel arkadaşları tarafından gerçekleştirilen çalışma ve son dönemde Dr. Masaki İeda tarafından yapılan araştırmaların da işaret ettiği gibi yakın gelecekte, kalp krizi geçiren hastalarda ölen kalp hücrelerinin yerini dolduran bağ dokusunu tekrar kalp hücrelerine dönüştürmek hayal değil.”
Türkiye'de gebeliğe bağlı kalp yetersizliği çok daha sık görülüyor
Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Meral Kayıkçıoğlu, ülkemizde anne-çocuk sağlığını etkileyen önemli sorunlardan birinin, gebelikte görülen kalp hastalıkları olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: “Gebelik, fizyolojik bir olay olmasına rağmen anneden salgılanan bazı hormonlar ve bebeğin anneye getirdiği yükle kalp hastalıkları ortaya çıkabilmekte veya mevcut kalp sorunları ağırlaşabilmektedir. Bulgular yavaş yavaş başlayıp gebeliğin ilerlemesiyle giderek şiddetlenmektedir. Nefes darlığı, çarpıntı gibi bulgular, genellikle gebeliğin normal seyri olarak kabul edilmekte ve hekime başvuruda geç kalınmaktadır. Bazı durumlarda da gebeler, bebeğini kaybetme korkusuyla şikayetlerini doktorlardan saklamakta ve tablo çok ilerlediğinde karşımıza çıkmaktadırlar. Bu nedenle gebeler kalp hastalıkları konusunda bilinçlendirilmeli ve her gebe kalp-damar hastalığı açısından iyi takip edilmelidir. Türk Kardiyoloji Derneği, Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin çağrısı ile gebeliğe bağlı kalp yetersizliği (peripartum kardiyomiyopati) üzerine bir kayıt çalışması gerçekleştirilmiştir. ARTEMIS isimli bu çalışmanın ilk bulguları dünyada çok nadir bildirilen gebelikle ilişkili kalp yetersizliğinin ülkemizde çok daha sık olduğunu işaret etmektedir. Tedavi ile tamamen kalp yetersizliğinin iyileşmesi mümkündür. Ama sonraki gebeliklerde hastalığın tekrarlama riski yüksek olduğundan tekrar gebe kalınmaması gerekmektedir.”
Açık kalp ameliyatlarının alternatifleri artıyor
Türk Kardiyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Göktekin kalp hastalıklarının tedavisinde açık kalp ameliyatlarına alternatif olarak kullanılan ameliyatsız aort kapak değişimi (TAVI), mitral kapak mandallama (MITRACLIP) ve ameliyatsız mitral kapak değişimi (TMVI) yöntemleri konusunda önemli bilgiler verdi: “Yaşlı ve kronik akciğer sorunları olan hastalarda görülen aort kapağı kireçlenmesi ve daralması sorunlarına açık kalp ameliyatıyla müdahale etmek riskli ve ameliyat sonrası iyileşmeleri daha uzun süre almaktadır. Bu hastalarda göğüs kafesini açmadan, genel anestezi yapılmadan TAVI işlemi uygulanabilmektedir. Bir saat kadar süren bu işlem sonrasında hastalar hızla iyileşmekte ve 2-3 günde taburcu olarak 1 haftada normal hayatlarına dönmektedir. Bu hasta grubunda görülen mitral kapak yetmezliğinde ise açık kalp ameliyatına alternatif olarak MITRACLIP işlemi uygulanır ve hastalar 3-4 günlük takip sonrası taburcu edilir. Ameliyatsız mitral kapak değişimi (TMVR) ise daha yeni sayılabilecek bir uygulamadır. Mitral kapağın anatomik olarak aort kapaktan daha kompleks olması bu işlemin TAVI den daha yavaş gelişmesine neden olmuştur. Bu yöntem de açık ameliyatı kaldıramayacak yüksek riskli hastalarda uygulanmaktadır. Yeni gelişen bu teknoloji dünyada belirli birkaç merkezde klinik olarak uygulanmakta ve çalışmaları devam etmektedir. Türkiye'de ise henüz uygulanmamaktadır.” Ayrıca Dr. Göktekin, gerek koroner stentlerde ve damar açma işleminde kullanılan tel ve kateterlerdeki teknolojik ilerlemeler, gerekse tecrübe artışıyla, daha önce açılamayan ve uzun süreli tam tıkalı kalmış damarların, ülkemizde de %90'a yakın başarıyla açılabildiğini ifade etti. Kardiyoloji alanındaki diğer önemli bir gelişmenin damardan girilmeden yapılan tomografik anjiyo alanında olduğunu söyleyen Prof. Göktekin, artık tomografi cihazlardaki gelişmeyle bu tekniğin çok ilerlediğini, çok çok az radyasyonla ve damardan girilerek yapılan normal anjiyoya çok benzer şekilde anjiyo sonucu alındığını ifade etti.
Bağırsak sağlığı kalbi de etkiliyor
Türk Kardiyoloji Derneği Saymanı Prof. Dr. Necla Özer bağırsak florasının önemine değindi: “Sağlığımız sadece ne yediğimize içtiğimize, ne yaptığımıza bağlı değil aynı zamanda kimi misafir ettiğimize de bağlıdır. Bağırsak florasının önemi aslında ‘bütün hastalıklar bağırsaktan başlar' diyen Hipokrat'ın döneminden beri bilinse de son yıllarda yapılan pek çok çalışma sonucunda obezite, metabolik sendrom, ateroskleroz, hipertansiyon, diyabet, kalp yetersizliği, kronik böbrek hastalığı gibi kardiyovasküler sistemi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen pek çok hastalık ile bağırsak floramızın ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Koroner arter hastalığı olanlarda yapılan bir çalışmada, kalp krizine neden olma potansiyeline sahip plağı olanların bağırsak florasının, kalp krizine neden olmayacak kararlı plağı olanlardan farklı olduğu gösterilmiştir. Ayrıca kalp yetersizliği olan hastalarda da bağırsakta gelişen ödem ve iskemiye bağlı olarak vücutta dolaşan endotoksinler artarak kalp yetersizliğinin kötüleşmesine katkıda bulunabilmektedir. Özellikle prebiyotik etkisi olan lifli yiyecek, sebze, meyvenin; probiyotik özelliği olan yoğurt, kefir, lahana turşusu gibi yiyeceklerin tüketilmesiyle bağırsak floramızı doğal yollardan düzeltmemiz ve düzenlememiz mümkündür.”
Sağlıklı bir kalp için, sigara erken yaşta ve tamamen bırakılmalı
Türk Kardiyoloji Derneği Genel Sekreter Yardımcısı Sinan Aydoğdu sigaranın kalp sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerine değindi: “Kalp hastalığının en önemli risk faktörlerinden biri olan sigara içiciliği her 10 kardiyovasküler ölümün biriyle ilişkilidir. Kalp hastalığından korunmak için sigaranın mutlaka bırakılması gereklidir. Yapılan çalışmalarda, günde 1-4 sigara içen bireydeki kalp hastalığı riskinin günde 2 paket içen bireyle benzer olduğu görülmüştür. Yani sigarayı azaltmak riskin azaldığı anlamına gelmemektedir. Tek bir sigarada bile risk ve kalp üzerindeki olumsuz etki oldukça yüksektir. Sigarayı azaltınca riskin daha az olacağı inancı yanlıştır. Dolayısıyla hedef sigarayı azaltmak değil hiç sigara içilmemesi olmalıdır. Ayrıca sigaranın genç yaşta bırakılmasıyla ileri yaşta bırakılması arasında da fark vardır. Günde aynı sayıda sigara içen iki bireyden 50 yaşından sonra sigarayı bırakan birinde daha erken yaşlarda bırakana kıyasla risk %42 oranında daha fazladır. Gerçekten kalp hastalığı riskinden korunmak isteniyorsa sigara erken yaşta ve tamamen bırakılmalıdır.”
Girişimsel kardiyoloji uygulamaları sürekli gelişiyor
Türk Kardiyoloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Engin Bozkurt girişimsel kardiyoloji alanındaki son gelişmeleri aktardı: “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de girişimsel işlemlerin sayısında ve kalitesinde sürekli artış olmaktadır. En yaygın girişimsel kardiyoloji uygulamalarından biri, kalp krizi geçiren bir hastada tıkalı damarın stent ile açılmasıdır. Bu tedavi dünyada kalp krizinin en iyi tedavisidir. Ülkemizin bu anlamda çok iyi konumda olduğunu söyleyebiliriz. Girişimsel işlemlerde kullanılan stent teknolojisi de gelişmektedir. İlk çıkan stentler paslanmaz çelikten elde edilmekteydi. Bu stentlerin kullanıldığı hastaların yaklaşık %20-25'inde aynı bölgede tekrar daralma olmaktaydı. Bunu azaltmak için metal stentlerin üzerine çeşitli ilaçlar yüklendi. Bu ilaçlı stentlerle yeniden daralma oranı %5-8 seviyelerine indi. Dünya literatüründe bu sonuçlar son derece iyi olarak kabul edildi. Dünyada kullanılan stentlerin yaklaşık %85-90'ı ilaçlı metal stentlerden oluşmaya başladı. Metal stentlerde damara yerleştirilen stent orada sürekli kalmaktaydı. Ardından, damara yerleştirildikten bir süre sonra eriyip kaybolan stentler üretilmeye başlandı. Bu stentler henüz ilaçlı stentlerin tamamen yerini almış değil, fakat ileriki yıllarda bu alandaki yeni gelişmelerle birlikte ilaçlı metal stentlerin yerini alması beklenmektedir. Kalp kapaklarının ameliyatsız yöntemlerle tedavisi de, son zamanlarda girişimsel kardiyoloji alanındaki önemli gelişmelerden birisidir. Özellikle yaşlılarda gördüğümüz aort kapak darlığının tedavisinde etkinliği tüm dünyada kabul edildi. Bir diğer gelişme ise inmenin kateter bazlı yöntemlerle tedavisidir. Ülkemizdeki bazı kalp merkezlerinde nöroloji ve radyoloji hekimleri ile birlikte bu alanda oldukça başarılı tedaviler yapılmaktadır.”