POLİTİKACILARIN SON DURAĞI KLANCILIK
POLİTİKACILARIN SON DURAĞI KLANCILIK
CHP 24. Dönem Adama Milletvekili Turgay Develi, politikacıların son durağını yazdı. İşte o yazısı:
Yerelden genele yollarına bir militan olarak başlayan politikacılar, geçirdikleri evreler sonrasında sıklıkla güç kullanan bir lidere dönüşüyor. Son durakları ise, tartışmasız, klancılık.
Son durağa(klancılık) kadar kat edilmesi gereken uzun yolu tarif edebilmek için gücü kimin ele geçirip kullandığını örneklendirmemiz, son tahlilde de ‘para ve yasal otorite’yi ( güç) kimin kullandığına bakmamız gerekiyor.
Hırs ve ego yönetiminde başarısız, zayıf kişilikli bir sefil bile, parayı ve şiddeti kullanma (yasal otorite) erişim kapasitesine ulaştığı aşamada, iktidarını mutlaklaştırmak için para ve otoritersini kullanmaktan çekinmiyor. Bunların çoğundan iç politika tartışmalarında ve dünyanın her hangi bir yerinde ‘kudretli bir lider’ olarak da bahsedilebiliyor.
Kim bunlar diye merak edeniniz çıkarsa eğer, sıralama yapmaya dünyadaki liderlerden, ülkemizdeki yöneticilerden, şehrinizdeki Belediye Başkanlarından keyfe keder isim yazabilirsiniz, listeniz bayağı uzun olacaktır.
Neden buraya geldik, neden bunları anlatıyorum?
Halkın sorunlarını çözme temelli sözler vererek siyasi irade devri alan siyasetçilerin paradigma değişikliği yapmadan başarılı olmaları mümkün değil; Çünkü yoksulluk, onların iyi ya da kötü ekonomik kararlarının değil, daha fazla kar daha fazla sömürü için kendi kendini bile yok eden eşitsiz gelişimin, yani tekelci kapitalizmin bir sonucu.
Bu sistem içinde kalındığı sürece eşitsizlik süreklidir; bir yanda ezen diğer yanda ezilen olacak ve aradaki uçurum giderek artacaktır.
İstatistik rakamlarını her gün gözümüze sokan koltuk peşindeki, ‘O yönetemiyor biz gelelim’ diyen siyasetçilerin aktardığı rakamlara göre, on milyonlarca kişi yakın zamanda taksitini ödeyemeyeceği için atılacağı evinde oturuyor. Bankalar borcu ödenmeyen yüz binlerce otomobile el koydu, koymaya devam ediyor ve vatandaşın bankalara olan borcu( büyük çoğunluk için) ödenemez limitlere ulaşmış durumda.
Artık temel gıda maddelerini üretemediğimiz için ithal ediyoruz. Açlık sınırında yaşayanların sayısı 18 milyona ulaştı. Sistem her yıl 1 milyon yeni işsiz üretiyor. Bunun çoğu da genç. İş aramaktan yorulup vazgeçenler büyük rakamlara ulaştı. Bunlar zaten herkesin bildiği, yaşadığı gerçekler.
Halk şimdilik bu sonuçların oluşmasına yol açan kararların hepsinin altında aynı ekonomik düzeni benimseyen, neoliberal politikacıların imzalarının olduğunu bilse de ezici çoğunluk yarınını aydınlatacak, gerçeğin peşine düşecek soruları sormaya başlamadı.
Neden buralara geldik?
Tekeller zamanının siyasetidir yaşadıklarımız.
24 Ocak ekonomi kararları olarak bilinen ve liberal yasaları uygulamak için gerçekleştirilen 1980 askeri darbesinin ardından hükümeti Dünya Bankası’nın adamı Turgut Özal kurmuştu.( Partisinin 4 eğilimi birleştirmesiyle övünürdü), Ardından ülkenin iki büyük kitle partisinin koalisyonunda( DYP-SHP) Gümrük Birliği anlaşması imzalandı (1994). Bu anlaşma ile tarımda büyük bir tasfiye başladı. Köyler boşaldı, çiftçiler ucuz işgücü olarak gecekondulara akın etti.
1999 krizi ile ülkemiz IMF sopası ile çıkarılan, Dünya Bankası menşeli Kemal Derviş yasalarıyla finans kapitale ‘çapalandı’. Bu yasaların altında da neredeyse ülkenin bütün siyasi partilerinin imzası var. O Kemal Derviş ki daha sonra düzenin mağdurlarından oy alarak iktidara gelmesi beklenen CHP’ye de ekonomiden sorumlu Genel Başkan yardımcısı yapıldı. Daha sonra da O’nun mirası ile hep devam edildi…
Vatandaş köşeye sıkışmıştı yani; oyu ile iktidarı değiştirse bile düzenin değişmeyeceği gösterilmişti.
Ekonomik alanlarda gerçekleşen tekelleşme siyasete de bu şekilde yansıdı. Partiler arasındaki temel çelişkiler neredeyse yok denecek kadar azaldı. Partiler birkaç tekelin denetiminde, farklı sosyal katmanlarda alıcı bulunan değişik ürünlere benziyor. Üretim ve pazarda tekelleşme ile paralel olarak partilerde de tek tipleşme, tekellerin denetimindeki organizasyonlara dönüştü.
Felaket reçetesi tamamlanmış, halk ‘ yönetilebilir hale getirilmek için ’yeteri kadar da yoksullaştırılmıştır.
Oysa vatandaşı yoksullaştırmak aptalca ve bir o kadar da kendileri için tehlikeye davetiye çıkarmak aslında.
Neden?
Yoksulluk, ortak bir dile dönüşüyor ve çoğalıyor. Umutsuz şekilde fakirleşenlerin kaybedecek hiçbir şeyleri kalmadı ve bu nedenle ölmeye ve kendilerini öldürmeye başladılar. Birkaç gün içinde bu haberler gündemden düşer ve nedenlerinin sorgulanması artık yapılmaz ama biliyoruz ki bu sorun devam ediyor ve yoksullar çoğalıyorlar.
Militan olarak yola çıkanların, iktidarlarını mutlaklaştırdıktan sonra klanlaşması ile çıkmıştık yola; Paradigma değişikliği yapmadan yapabilecek şeyler temel sorunları çözemediği için, iktidarı devretmek yerine, klanlaşma yoluna girerek mutlak iktidara ulaşmaya çalışıyorlar.
Buradaki örnek olarak Erdoğan’ı görenler olabilir ama sadece O mu acaba oturduğu koltuktan kalkmamak için klanlaşma yoluna giren ve sonsuza kadar orada kalmaya çalışan.
Bakın şöyle bir çevrenize; Siyasi parti liderinden tutun da at arabacılar dernek başkanına kadar kim oturduğu koltuktan kalkıyor ki? Sanmayalım ki bu koltuktakinin kişisel iradesine bağlı; hayır siyasi partiler yasası ile bu onların da boyunu aşan bir tercih.
Halk yoksullaştıkça korkusuzlaşıyor, ölüme meydan okuyor, ölüyor, kendini öldürüyor; Onlar( Koltuktakiler) ise yalnızlaşıyor.
Tek tipleşen, tekellerin propaganda makinalarına dönüşen parti ve politikacılar kalpleri, vicdanları ve beyinleri yerine karar alma değerleri manipüle edilmiş vatandaşlarla yapılan anketleri takip ediyor ve etraflarındaki küçük bir gurubun çıkarını halkın çıkarlarının önüne koyuyorlar.
Ülkemiz içindekilerin nefes alamayacakları bir labirente dönüşüyor.
TURGAY DEVELİ