SALTANAT ÜNİVERSİTELERİ VE REKTÖR ATAMALARI: YÖK VE ÜNİVERSİTELER SIFIR
YÖK bu hafta üniversite “2019 Üniversite İzleme ve Değerlendirme Raporu” yayımladı. Bu raporu değerlendirecektim ama zaten bu verileri daha önce açıklamıştı, ben de geçen ekim ayında değerlendirme yapmıştım.
Güncel olarak yaşanan ana sorun rektörlük atamaları. Raporla ilgili bir hatırlatma yapacağım ama daha çok rektör atamalarına değineceğim.
YÖK zaten 2019 ekim ayında üniversitelerin 2018’deki
Eğitim ve Öğretim Araştırma-Geliştirme, Proje ve Yayın Uluslararasılaşma Bütçe ve Finansman Topluma Hizmet ve Sosyal Sorumluluk
durumları ile ilgili olarak 5 başlık altında 55 gösterge verisini yayımlamıştı. Şimdi de tümünü bir rapora dönüştürüp geçen hafta tekrar paylaşmış bulunuyor. Raporda üniversitelerin asli işi olan bilim-araştırma işini yeterince iyi yapamadığı bir kez daha açığa vuruluyor, ARGE ve bilimsel yayın gibi konularda çok eksik kalındığı ifade ediliyor.
Raporun en ilginç verilerinden biri disiplin soruşturmaları. YÖK bunu olumlu ölçüler olarak saymış olsa gerek. Bir yılda 8 bin 18’i devlet, 2 bin 184’ü vakıf üniversitelerinde olmak üzere 10 bin 202 disiplin soruşturması açılmış, devlet üniversitesi başına yıllık 84 disiplin soruşturma dosyası düşüyor. Sayılar dosya bazında verildiğinden bazı dosyalarda birden fazla personel veya öğrenci soruşturma geçirdiğinden 10 binlerce personel veya öğrencinin soruşturma geçirdiği anlaşılmaktadır.
Ankara, Hacettepe, ODTÜ, İTÜ bile yüzlerce soruşturmayla listenin başlarında yer almaktadır. Anladığım o ki, bilimsel sorgulama giderek zayıflıyor, soruşturmalar ise artarak devam ediyor.
Güncel bir soru şu ki acaba rektörün kim olduğu, rektör atamaları bu başarısızlıkta veya disiplin soruşturmalarında nasıl bir rol oynuyor?
1990 öncesi kurulmuş olan hemen tüm üniversitelerde rektör atama sürecinde bulunuluyor. Birkaçının ataması yapılmış, geriye kalanların çoğu da temmuz içinde atanacak.
YÖK öncesi, 1981 yılına kadar her üniversite kendi rektörünü kendisi belirliyordu. YÖK ile birlikte bu yetki YÖK’e ve cumhurbaşkanına geçmişti.
1992-2016 arasında ise 6 adayı belirleme seçimlerle yapılıyordu. YÖK bunu 3’e düşürüyordu. cumhurbaşkanı bu 3 kişiden birini atıyordu.
2018’de çıkarılan bir kararname ile 2547 sayılı Yasa’nın 13. maddesi değiştirilmiş, atamayla ilgili tek merci olarak Cumhurbaşkanlığı tanımlanmış, YÖK bile saf dışı bırakılmış, rektör atamaları için profesör olma dışında tüm ölçüler ve kurumsal süreçler yok sayılmıştır:
“Rektör: Madde 13–a) (Değişikparagraf : 2/7/2018 –KHK-703/135 md.) Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör, Cumhurbaşkanınca atanır. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör ataması, mütevelli heyetinin teklifi üzerine yapılır. Rektör, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder. Rektörlerin yaş haddi 67 yaştır. Ancak rektör olarak atanmış olanlarda görev süreleri bitinceye kadar yaş haddi aranmaz.”
Rektörlük seçimlerinde tek merci cumhurbaşkanı olunca, Cumhurbaşkanı aynı zamanda AKP Başkanı olunca, eğitim öğretim politikalarında neokonzervatif dini referansları temel alınca, profesör olmuş hemen tüm ilahiyatçılar ile AKP’ye yakın profesörler doğal rektör adayı gibi bir durum ortaya çıkmış bulunuyor. Rektörlük beklentisi içinde olan diğer profesörler de Cumhurbaşkanı ve AKP’ye yakınlıklarını gösterecek referans arayışlarına giriyor ki, Erdoğan’a yakınlık adeta tek ölçü sayılır.
YÖK’ün adaylık süreci ve başvuru kabulü ile ilgili işlemleri Cumhurbaşkanlığına sekreterlik dışında bir anlam ifade etmiyor çünkü dosyaları toplamak dahil hiçbir yetkileri bulunmuyor. Yani Cumhurbaşkanlığı YÖK’ün gönderdiği dosyaları bile dikkate almak durumunda değil. Rektörlük için Cumhurbaşkanının herhangi bir profesörü atadım demesi yetiyor.
AKP’liler “Tek Adam” veya “İkinci Adam” yönetimlerini eleştirdiklerine göre bu üniversitelere ve rektörlere “saltanat üniversiteleri” ve “saltanat rektörleri” mi denmesi daha uygun düşer acaba?
YÖK’ün bir üniversite fikri var mı? AKP’nin bir üniversite fikri var mı?
Ayasofya’nın tümden cami statüsüne dönüştürülmesi ve “cami” statüsünde Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanması ile birlikte Diyanet İşleri Başkanı ilk açıklamasında burada aynı zamanda bir mektep ve medrese açılması yönünde beyanda bulundu.
AKP’nin üniversite modeli medrese modeli mi?
Ama onu söylemek bile zor.
Çünkü medreselerde medresenin başı olan fakih ve öğretim elemanı olan müderrisler “ilmiye” sınıfının en saygın kişilerini oluşturuyordu. Bugünkü rektöre karşılık sayılabilecek “fakih” normları, kanunları yorumlayan kişi idi, içtihat yapabilen kişilerdi yani yeni oluşan durumlarda bir tür kanun koyucu idi. Müderrisler bulundukları şehirlerde aynı zamanda kanun adamlarıydı, son yorum onlara ait sayılırdı. Bugünkü YÖK, üniversite, rektörlük ve öğretim elemanlıkları yetki ve sorumluluk olarak medreselerin bile çok gerisine düşmüş bulunuyorlar.