CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Mersin’de düzenlediği “milletin sesi” mitingi sonrasında yaşanan “seninki azdı/ benimki çoktu” atışması, bizdeki siyasi anlayışın nerelere geldiğinin göstergesi!
Çirkin, kaba, kirli…
Önce anımsanacağı gibi, daha kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın miting yaptığı “alanın” içişleri bakanlığının “yıllardır orada miting yapılmadı” diye yalanlamasına, aynı alana Kılıçdaroğlu’nun çıkmasının engellendiğine tanık olmuştuk!
İstenen alan yerine, üç- beş kilometre ilerideki bir başka alanda miting yapılmasına izin verilmişti; akıllardan neler geçiyor, neyin sorgulaması yapılıyorsa artık; öyle de oldu!
İzin verilen alan, geçtiğimiz hafta sonunda yoğun halk kitlesiyle karşılık buldu!
Video görüntülerden anlaşılacağı, gidenlerin de anlattığına göre halk ara sokakları bile doldurmuş, bir gün önce TÜİK’in açıkladığı aylık enflasyonun içeriğini öğrenmek isteyen Kılıçdaroğlu’na hem randevu verilmemiş, hem de saatler sonra kuruma gittiğinde demir kapılar açılmaması nedeniyle yoğunluk doğal olarak artmıştı!
Bunda şaşıracak, bunda karın daralması oluşturacak, bunda “nicel” çoklukların tartışmasına ne gereği vardı anlamıyorum!
Hiçbir zaman da anlamayacağım!
***
Çocukluğumuzda, mahalle arkadaşlarıyla oynanan “bilye vurmaç” vardı, yarım yüzyılı aşanlar anımsar.
Kimi avcunun içinde, kimi şalvarının cebinde, kimi de boyutları birer karış olan/ üst bölümü iple büzülen torbaların içinde getirirdi bilyelerini…
Kimi zaman da, o yıllar “aptal” diye adlandırdıklarımızın bazıları “bak oğlum, benimki senin bilyeden daha çok” diye hava atarken, birçokları umursamazdı, bazıları da “gözün doysun, al benim olanları da sana vereyim” diyerek sevincini yarıda bırakırdı. Sonra da, elinin bileğine doladığı torbanın ipini rüzgar gülü gibi döndürerek oradan uzaklaşırdı!
“İktidarın” kalabalığı çok olsa ne, “muhalefetin” kalabalığı ondan az olsa ne?
Elinizde bulunana, sizin ağzınızdan çıkan her söze kulak kabartana, yolunuzu gözleyene, güzel şeyler yapmanızı bekleyene ne yapabildiniz/ nasıl bir gelecek kurabildiniz; onu ortaya koysanıza!
Yok, “seninki azdı/ benimki çok”!
***
Üç gündür TÜİK’in açıkladığı rakamlar konuşuluyor/ konuşulmasına da, nedense hiçbir “iktidar” yandaşı “TÜİK artık bunu yapmasın, yurttaşı aptal yerine koymasın” demiyor!
“TÜİK’in bir bildiği var” diyen diyene…
Peki, TÜİK “ne” biliyor!
Elbette, başta “iktidara” biat etmeyi, söz dinlemeyi, verilen emirleri yerine getirmeyi, emeklinin/ emekçinin hakkını tırpanlamak için “enflasyonu” düşük göstermeyi…
Alanlara toplanan kalabalığa öyle on yıl, yirmi yıl öncesine gitmeden, bir yıl öncesine de gitmeden, son bir ayı sorun, deyin ki;
“Ekmeğiniz büyüdü mü, erinciniz arttı mı, güvenciniz sağlandı mı, korkularınız azaldı mı, kaygılarınız son buldu mu” diye sorun!
Alanlara kalabalığı “nasıl” topladığınız, kimlere korku yaydığınız, kimlere gözdağı verdiğiniz, orantınız kamu gücünü nasıl kullandığınızı düşünmüyorum, sormuyorum bile; o denli yorucu geliyor ki artık bunlar!
Artık bunların yinelenmesinden dolayı “kimse” etkilenmiyor, “kimsenin” başı öne eğilmiyor, “kimse” utanmıyor yurttaşın tırnağından artırarak verdiği vergilerin çar/çur edilmesine. Hangi “atanın” dediği bilinmeyen “bal tutan parmağını yalar” özlü sözüne kanıt ararcasına…
Yarışını nedeni “seninki azdı/ benimki çok” demek sanki!
***
Her kim olursa/ olsun; sokağın çekiştiği canı bir görse, yaşayanlara bir tanıklık etse, ekmek kuyruğunda bekleyen belli bir yaş üzerindekilerin diz bağlarının zorlandığını bir özümsese…
“Muhalefetin” topladığı kalabalığı “seninki azdı/ benimki çok” biçiminde yorumlamak yerine, “bu acıyı sonlandırmamız gerek” diyecektir, böyle diyeceklerine inanmak istiyorum!
Görmediklerini, uyarılmadıklarını, bilmediklerini düşünüyorum!
Son bir ayda una yüzde kırk zam yapılırken, ekmeğin fiyatı bir o denli artarken, belediye ekmek büfeleri önündeki kuyruklar bir o denli uzarken TÜİK verilerini “haklı” gösterecek bir başka mantık bulamıyorum!
Varsın kalabalığın “hepsi” sizin olsun, sizin alanlarınızı dolduran daha çok olsun, elleri havada alkışlayanınız bol olsun, bindirilmiş geleniniz daha çok olsun ama koşullu;
Yirmi yıldır yönettiğiniz ülkenin yurttaşını doyurabiliyorsanız,
Ekonomik zorlukların aşılmasında destek olmuşsanız,
Geçen süreçte sorunlarını azaltmışsanız,
Uygulamaların önündeki engellerin aşılması için saydam/ doğru/ dürüst olmuşsanız,
Alım gücünü, insanca yaşamasını, ezilmemesini, raflardan başını çevirmemesini sağlamışsanız sorun yok!
Ancak, bunların yarısını bile yerine getirmemişseniz “seninki azdı/ benimki çok” demenin anlamı “algı” yüklemekten ileri gidemez!
Yaşanan “rahatsızlığın” nedeni de bu olmalı…