Şimdi “elektrik” mutluluk…
Geçtiğimiz ay şeker bayramıydı…
Önümüzdeki ay da bayram…
“Kime göre” diye sormalı mı, sorulmamalı mı?
Söylenecekleri “söyleyemeyen” toplumlarda urlaşan “şişlikler” yaşandığından söz edilir!
“Bayram” konusunda vur patlasın, çal oynasın şenliklerinin kime, ne denli esenlik getirdiğini konuşsak bir…
Örneğin, yaklaşan kurban bayramı nedeniyle, “kara kara” düşünen asgari ücretlinin, içinde kaynayan “deli” şişkinliği düşünmekle birlikte; aylardır beslediği “kesimlik hayvanları”, üç-beş daha pahalıya satabilmek için girişimde bulunan kaç besiye denk gelmiş, ya da geleceksiniz önümüzdeki günlerde…
Besici, “kesimlik hayvanları” elden çıkarmışsa bayram “bolluk”, satamamışsa “sıkıntı” anlamına geleceği açık olduğu gibi; alıcılar için de başka bir olay değil! Dar gelirlinin görülmez, bilinmez, engellenemez bungunluğu gibi “bayram”…
***
Birkaç gün önce “mutluluk” konuşuluyordu tevide.
Denk geldiğimde Mandra Filozofü Müfit Can Saçıntı anlatıyordu, koltuğunda sürekli yerini değiştirerek…
Saçıntı, konuşmasında “mutluluğun”, kapitalizmin bir dayatması biçiminde gerçekleştiğini anlatıyordu…
Deniyordu ki;
“Şu arabayı alın mutlu olun”,
“Şu içeceği için mutlu olun”,
“Şu müteahhitten apartman alın mutlu olun”,
“Şu butikten giyinin mutlu olun”…
Saçıntı, “mutluluğun” sistemce kendi kalıplarına göre oluşturulduğunu, tüketimin amaçlandığını, bir sömürü biçimi olduğunu, söylerken “bana her gittiğim yerde aynı şeyleri konuşuyorsun diyorlar, ne yapayım kardeşim bilmiyorum ki; örneğin burada kapitalizmin bu işte hiç etkisi yoktur mu, diyeyim, anlamıyorum ki” dediğinde kahkahayı konduruyor!
Din konuşanların zaman zaman ayrıştığı, üstelik çoğunda “kesimi” savunanların sustuğu, kesim sonunda da gerekliliklerin yerine gelmediği, buzdolaplarının derin bölgelerinde eti saklanan kurban bayramı da böyle bir şey değil mi?
***
Bayram, “kesimlik hayvanı” almak, gününde kesmek gibi…
Mutluluk, “isteklere ulaşma durumu”…
Bunu diyen gelenek değil, her dönemin kendi yapısına göre oluşan sisteminin ürünü…
Bir canlının ilk istediği, madem doğdu “yaşamak” olmalı…
“Yaşamak” için de zorunlu olan gereksinimler; yemek, barınak, korunmak…
Bunlar sistemin “işi” değil! Birebir bireyin “kendi” çabasıyla ortaya koyacak şey…
Sistem, “yemeğin, barınmanın, korunmanın” yerlerini değiştirerek, ya da içine “kendi düşündüğü” ekleri yaparak “bireyin isteği” durumuna getirir…
Burada “isteklere ulaşma durumu” bireyin kendinden çıkmış, sistemin isteğine dönüşmüş olur!
***
Düşünüyorum da…
Mutluluk, bireyin kendi “isteklerine ulaşma durumu” olsaydı, ne bugünkü kadar sıkıntılar, ne bugünkü kadar gerilmeler, ne bugünkü kadar savaşlar, ne bugünkü kadar düşmanlıklar olmazdı; herkes yapacağını bilirdi!
Asgari ücretin, emekli aylığının, açlık sınırının ikibin lira dolayında süründüğü bir ülkede, siz çıkıp; bu “katmanın” izlediği tevi kanallarında üç-beş maaşlık taksitle daire satışları yaparsanız, yetmedi bir haftalık dinlence için üç-beşi bırakın on maaşlık turları duyurursanız, bir lokantada bir poğaçaya yarım asgari ücret maaşı ödeyenleri kahkahalarla söylerseniz…
“Dur bakalım, nereye, ne ektin de ne biçiyorsun kardeş” diye sorardı biri!
Çevreyi katlederek dikilen beton yapıları alan olmazdı!
Benzin, mazot varsıları bu denli şımarmazdı!
Her şeyden önemlisi de, insanlar bu denli “mutluluk” oyunlarına kapılmazdı; kendileri gibi olurdu!
**
Bir yıldır elektriğe üst-üste gelen zamlarla da olmadı demek ki; yine konuşulmaya başlandı!
Yurttaşın en yoğun biçimde kullandığı, “gecesinin” rengini aydınlatırken cüzdanını boşaltan bir gereksinim günümüzde elektrik…
Her şeyde var; üretimde var, tüketimde var, eğlencede var, sağlıkta var, savurganlıkta var, taşımada var…
Elektrikte yapılan en küçük fiyat değişikliği solunan havanın rengini bile değiştiriyor!
On yılı geçti sanıyorum. Adana’nın il sınırı içerisinde hes’ler kurulmaya başlandığında önce yöre halkına, sonra Adana’ya, sonra ülkeye katkısı ne olacak diye sorduğumuzda “üreteceğiz ya, ne olursa-olsun” diyenler, şimdi santrallerin bulunduğu yörede “eskisi gibi” tarımsal ürünler yapılamadığı gibi, köyle de sıkıntıların büyük olduğunu, söylüyor!
Öyle ya hes’lerimiz oldu da; fiyat mı düştü, bölge halkına sevinebilecekleri bir yaşam mı sunuldu… Hayır, tam tersine bir yılda elektrik fiyatları ikiye katlanmakla kalmadı, yeni ayarlamalar peşine düşüldü!
Düşünsenize, borçtan dolayı sönen lambalar, çalışmayan elektronik eşyalar, göstermeyen büyülü cam; içtiğiniz sudan artırarak ödendiğinde elektrik borcu ne güzel oluyor değil mi? Yokluğunda beş para etmeyen metal yığınlar yüzümüzde portakal çiçeği açıyor!
Olmasaydı düşünmezdik karanlığı…
Bayram da ne şen olurduk öyle…
Şimdi “elektrik” mutluluk…