Tarih: 09.08.2021 19:08
ŞİMDİ, ORMANLARI YANAN KENT VAR YA…
Kızılçam ormanlarının arasından inerek ulaşırdı. Ormanın çam kokusu denizin maviliğini yalardı. Yüksek dağlardan süzülerek gelen kuşlar deniz kıyısında güneşlenirdi, kuşlar şezlonglara bırakılan yiyecekleri tüketirdi, çam ağaçlarının yaydığı reçine kokusu denizle buluşurdu, orman yerleşim yerini yaz sıcağında serinletirdi…
Olmaz mıydı böyle?
Bunların dahası da var; güneşin en tepede olduğu öğle saatlerinde; öyle bilindik oturaklara gerek duyulmadan, bilindik lüks gereçler aranmadan kızılçam ağaçlarının altında bilmediklerinle oturmak/ sevdiğinle söyleşmek/ kitap okumak/ çocuklara masallar anlatmak çok güzeldi…
Dahasını saymayacağım/ sayamayacağım…
Koca ülkenin bir çok kent, “ağıt” alanına döndürüldü on gün içinde!
Ne yeşili yeşil,
Ne ağacı ağaç,
Ne de toprağı toprak gibi şimdi…
***
Nereyi görmeye çalışalım şimdi?
Manavgat’ı mı, Marmaris’i mi, çevrelerindeki mini yerleşim yerlerini mi, köylerini mi?
Sosyal medyada paylaşımlarda bulunan birçok “bilindik” isim; yok olan köylerden söz ediyor, biten yaşamlardan söz ediyor, “kurtarma çalışmalarının” ya geç/ ya da hiç gelmediğinden söz ediyor!
Yalan, diyenler desin; ortada görülen her şeyi anlatıyor aslında!
Ateş topu içinde, yaşam uğraşı veren/ veremeyen/ yazgısına teslim olan canların son durumu ortada…
Denize kıyısı olan kentlerin yüksek tepeleri ormandı; yalan, diyen yok sanırım!
Kentten dağlara doğru bakan “kim olsa” içi açılırdı; ağaçlardan gelen serin/ mis koku ilkyaz sevinci yaşatırdı…
Şimdi bakın bakalım ne göreceksiniz?
Orada, tüm karmaşanın içinde günlerdir çaba harcayan, gecesinde yangın yalımlarının “ne zaman geleceği” korkusuyla uyuyamayan, gündüzünde “ne yapabilirim, ne yapmam gerek, bunun kurtuluşu nedir, nereye zamanında ulaşmalıyım” sorularına yanıt arayanın gözünden nasıl “yaşadığı alan” biliyor musunuz?
İçler acısı…
***
“Sabah gün ağarırken ortaya çıkan görüntü içimi acıttı!
Ongün öncesine değin yaşadığım, yılın oniki ayını yaşadığım kent burası mıydı; düşte görmesi bile karabasan…
Yerleşim yerini çeviren dağlardın yeşil ormanı/ ağaçları yerinde, yeşilleri alınmış/ korkulukları andıran gövde ile küçük dallı ağaçlar…
Yeşil yok, kurşun gibi gri, kurşun gibi bakana ağırlık yapan bir görüntü…
Önceden orman ağaçlarında gizlenir gibi duran kaya parçalarının rengi de değil; kararmış gecelerin üzerine çöken kara bulutlar gibi…
Günün hangi saati olursa- olsun, yönünü dağdaki kızılçam ormanlarına dönerek, kollarını açarak, derinden alabileceğin solukta içine çekeceğin “hava” da yok!
Yanarken söndürülmüş ağaç kokusu, daha çok oluşmadan söndürülen kömür kokusu yayılı şimdi kentin üzerine…
Ormanın toprağı söndürülmüş kül kaplı, küçük bir esintide yalımlanacak gibi tüten duman kokusu; burası yaşadığım kent mi?”
***
İnsanın üzülmesi, duygulanması, tüylerinin diken diken olması için “ille de” orada olması/ yaşaması/ o havayı soluması gerekmiyor; bu en son orman yangını gibi…
Kurtuluş Savaşı’nı kim gördü/ yaşadı, ya da Sarıkamış’ta doksan bin insanın donarak yaşamını yitirmesine kim tanık oldu, ya da son yıllarda çokça yaşanan/ geçtiğimiz günlerde bir yenisini öğrendiğimiz genç kızı parçalara ayırarak/ poşetlere koyarak gerçekleştirilen cinayetin yanı başında kim vardı; yapanın dışında hiç kimse…
Birçoklarını kitaplardan, medyadan öğrendik. Daha ilk duyduğumuzda sarsıldık/ etkilendik/ yaşanan bozulmuşluğu sorguladık/ duygu yüklendik/ aynı havayı solumanın acısıyla kızardık/ utandık!
Artık yaşamımızın içinde, “kimler” ne denli önemsiyor bilmiyorum ama “sosyal medya” gibi bir olgu var!
Üstelik “ilk başta” buna ne sansür, ne engel, ne karşı koyabilecek bir güç de yok!
Birçok ulusal medyadan gerçekçi, duyarlı, kesmeden/ yontmadan/ olduğu gibi yayınlıyor!
İyi de yapıyor; yurttaş, yanlı/ yansız medya gruplarını izlemektense, sosyal medyanın “bilinen” isimlerinin/ “sanatçılarının” paylaşımlarına kulak veriyor; iyi de ediyor!
***
Medyadan servis edilen görsellerin, dağıtılan videoların anlattığı çok şey olmalı…
Yangının “suçlusunu” arayanlar işlerini yapsın; ancak “söndürmek” için alanda olması gerekenlerin, zamanında karşı koyması için yetirilenlerin, yangının dağılmasını önlemle görevlendirilenlerin “işlerini” istenen biçimde yaptı mı/ yapmadı mı ona bakıyorum!
Ormanda başlayan yangının, kentlere ulaşmaması için verilen çaba neden yetersiz kaldı?
Bu gün neden “ormanda” başlayıp yerleşim yerlerini yalımaboğan yangının “belediyeler sorumlu” boyuta geldiğini düşünüyorum…
Şimdi, oradaki kent var ya; orta yerinden dağlarına bakıldığında, hiç de o kentin ormanları gibi değil, hiç de tanıdık/ bildik değil…
Gündüzüne karabasan üşüşmüş,
Sası kokuyor sokaklar,
Haberin var mı?
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —