Suat UMUTLU Yazdı /DENİZE ATILAN MEKTUPLAR: SEDAT DEMİRKAYA
KÖŞE YAZILARI 21.05.2025 23:59:00 0

Suat UMUTLU Yazdı /DENİZE ATILAN MEKTUPLAR: SEDAT DEMİRKAYA

Ve bazen…Denize atılan bir mektup, kıyıya vuran bir toplumsal vicdandır.

Sedat Demirkaya (1)…Eğitimci, öğretmen, şair…Sosyal medyada “Denize Atılan Mektuplar”(2), imzasını taşıyan paylaşımlarıyla adeta bir düşünce fırtınası estiriyor.

Yazıları sadece bilgi vermiyor, sorgulayan, düşündüren ve değiştirmek isteyen bir bakış açısını ortaya koyuyor; İnsan olmanın anlamı Türk milletinin iradesi, iyi-kötü mücadelesi, demokrasi, Atatürk’ün mirası, eğitim ve bilimin ışığı iç içe geçiyor.  Kısaca, bir toplumun zihninde yankılanan, geçmişten geleceğe uzanan bir düşünce dalgası...  

Bazen bir şairin dizeleri kadar zarif, bazen bir hiciv ustasının iğneleri kadar keskin, bazen de bir öğretmenin rehberliği kadar içten.

Öyle ki, okurken, bir yandan tarihin tozlu sayfalarında geziniyor, bir yandan günümüz Türkiye’sinin nabzını tutuyor, bir yandan da geleceğe dair umut ve endişeleri bir arada hissediyorsunuz.  

Demirkaya’nın yazıları bir manifesto gibi,bir öğretmenin öğrencilerine değil de, toplumuna verdiği ders sanki... Zira,kırmadan, dökmeden, bağırmadan ama içini yakarak anlatıyor.

Hatırlatalım , susarak yanmanın ne olduğunu en iyi, susmak zorunda bırakılanlar bilir..

“Sözün bittiği yer, aslında suskunluğun başladığı yerdir.” diyerek sesleniyor ve uyarıyor;

A-Balık Hafızalı Olmak!
"Gündemin çok hızlı değiştiği ve fikri takip alışkanlığımız olmadığına bakarak kendimizi sık sık balık hafızalı bir toplum olarak yaftalarız.
Sorun bizde mı, yoksa sistemde mı?
Başka bir ülkede on yılda yaşanacak olaylar bizde bir ayda  yaşanıp çayıra salınıyor, sizce neden?
- Türkiye'nin bir sahibi yok da ondan!
- Nasıl yani?
- Avrupa ülkelerinde ipleri patronlara uzanan bir devlet örgütlenmesi ve denetimi var. 
Rusya'da ve Çin'de ise sistemin sahipleri farklı ama yine de bir denetim mekanizması var.
Türkiye'de ise sistemin sahibi kendisini "ulusal egemenlik" olarak tanımlayan Türk milletidir!
Yasalara aldırmadan Türk insanını çarşıda pazarda ve seçim meydanlarında istismar etmek kandırmak ne yazıkki hüner sayılmaktadır.
Hem birşeyin birden fazla sahibi varsa aslında sahipsizdir!
Sahiller, ormanlar, dereler nehirler.. 
Kuşlar, balıklar, insanlar..
Hayrat!
Devlet ve millet adına görev yapan denetleme kurumları hep etkisiz olup devre dışı kalmıştır!
Ondandır devlet malının yağmalanması...
Sen ki hayat pahalılığı, her gün değişen mevzuat ve trafikle başı dönmüş bir garip vatandaşsın!
Kime gideceksin şikayete?
Kimilerine geri ödemesiz ballı krediler verirler..
İki yıl milletvekilliği yapana ballı kaymaklı emeklilik...
Her meslekten toplum önderlerinin ağzına birer parmak bal çalarak seni çaresiz bırakırlar, ki ;
Ağzın var dilin yok!
Neden?
Bak bir zamanlar senin gibi çaresiz kalan halk ozanı Gevheri ne demiş;
"Hasretinle her dem bağrım deliktir
Kül oldu vücudum şehri yanıktır
Cümle yollar bağlı haramiliktir
Gelinmez gözleri mestim gelinmez"
Sen kimseyi suçlamadığından..
Herkes harammış helalmiş demeden sistemi nasıl delik deşik ettiğinden söz etmez de..
Bir de gözünün içine baka baka  dalga geçerler seninle "balık hafızalı!" diye
Farkında mısın?..."

Yazılan bu mektubu alıyoruz,okuyoruz, belki de ilk defa, yüksek sesle düşünmeye başlıyoruz.
Sustukça, haklı olanların değil,  çok bağıranların kazandığı bir yaşamda,  hâlâ vakit var diyelim ve soralım mı;
Ne zaman konuşacağız?
Yoksa "Saldım çayıra, mevlam kayıra" mı?

İşte üstadın denize attığı yüzlerce mektuptan bazıları... Okuyun, okutun !...

B- Ayaklar Baş Olursa? diyor.

Kökler/aşağıda olmalıdır, /sadece dallar alır başını gider /yıldız yüklü bulutlara/ayağı yere /sağlam basması gerekendir kökler.

Ve filizleri besleyecek, neşe /memleketin başını dik tutacak olan...

Amuda kalkmış bir insanın /dünya görüşüne bakarsanız /her şeyin /neden yerli yerinde olması gerektiğine /hak verirsiniz.

- Ayak ile baş yer değiştirmez! 
- Yasak mı? Değiştirirse ne olur?
- Ne bileyim ben!..."

Toplumsal hiyerarşi, ters düz edilen değerler,
şiirsel bir dil, güçlü bir mesaj...

“Amuda kalkmış birinin dünya görüşü” ironisi ise çok etkili değil midir?, mizahi ama keskin bir dille statükoya değil, akla ve düzene işaret ediyor...

Bu dizeler, memleketin ruhunu adeta bir şiirle resmediyor, hele“Kökler aşağıda olmalıdır, sadece dallar alır başını gider yıldız yüklü bulutlara.” dizesi, toplumun temel değerlerine sağlam köklerle bağlı kalması gerektiğini vurguluyor, ki ayakların baş, başın ayak olduğu bir dünyada, her şeyin yerli yerinde olması için sağduyuya çağırıyor.

C-Tarihini bilmeyen milletler atide destanlar yazamaz,diyor.

"Napolyon Akla Kalesini kuşatmış,  Cezzar Ahmet Paşa: "Osmanlı Devleti, beni bu şehri size teslim etmek için bir bakan ve lider tayin etmedi. Ben , Şehit rütbesine ulaşana kadar size bu şehirden bir içecek vermeyeceğim. " derken, Napolyon "Kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı! Akka'da durdurulmasaydım, bütün Doğu'yu ele geçirebilirdim!'' der...

Tarih bilinci, direniş ve onur birarada, haykırıyor bizlere;Tarihini bil !

Paşa’nın sözü,  yazarın gözünde bir anekdot değil; mücadeleci bir ruhun sembolü ve tarihe saygıyı, millî gururu diri tutma çabasını yansıtmıyor mu?

Burada,Türklük ve toplumsal aidiyet: Birlik Olmanın Gücü'nden söz ediyor.

Türkiye, imparatorluklar yatağıdır ve farklı kimliklerin bir araya geldiği bir kültürel mozaiğe sahiptir. Ancak, onun kaleminde Türklük yalnızca bir etnik mesele değil, ortak yaşama iradesiyle beslenen bir kültürel birliktir  

"Ne Mutlu Türk’üm Diyene" ifadesi, onun için yalnızca bir kimlik beyanı değil, bu coğrafyanın ortak tarihine, kültürüne ve birlikte yaşama azmine duyulan saygının bir göstergesidir.  

D-Ben de vatanseverim, diyor, ekliyor;
"Yurt sevgisi ve Atatürk; Türk milletinin çimentosudur!

Birini övmek için "vatansever" diyorlar.Sanırım doğru soru "kimin için vatansever" olmalıdır.

Bir kuzuyu anası sever ama çoban da sever, sahibi de sever, kasap da sever, kurt da sever... Hem de anasından "daha çok!" severler, ki Türkiye'yi de seven sevene!

Atatürk bir vatanseverdi! Ama bu onu anlatmaya yetmez. Vatanı kimin için seviyordu?

Atatürk bu vatanı atalardan, şehit ve gazilerden bir armağan olarak,  Türk milleti, Türkiye halkı, çocukları ve gençleri için seviyordu.

Atatürk bir milliyetçi idi! Milliyetçilik, Atatürk'ü anlatmaya, tanımlamaya yeter mi? Bize göre o da  yetmez. Birlikte yaşadığı kardeşlerini canı gönülden seven bireyler olduğu gibi o milletin "sırtından geçinen işletmeciler" de sever. Çobanlar da "milliyetçi" olabilir!

Atatürk bir çoban değil bir devrimci idi!

O hem vatansever, hem milliyetçi, hem devrimci olabilen; bütün üstün değerleri kişiliğinde birleştiren ama bir o kadar da sade, mütevazı bir nefer idi..

Atatürk halkçı idi; halkın kendisi hatta mayası idi.kendini her ortamda sade bir vatandaş gibi görürdü. Köylü ile er ve erbaş ile soğan ekmek yemeye bayılırdı. İşte bu yüzden bugün her etnik kökenden ve görüşten halkın sahip çıktığı, yüz sene sonra bile gönlünde ve bilincinde yaşattığı,  bir türlü unutmak istemediği ama menfaat gruplarının köprüyü geçene kadar sahip çıkar göründüğü bir liderdir!

Atatürk ve Cumhuriyet; kimsesizlerin kimsesi olarak Türkiye'de yaşayan bütün insanları bir büyük ortak paydada ve daha ileri bir merhalede birleştirerek Türk milleti; "sade vatandaşı" da bu yurdun ve devletin gerçek sahibi ve egemeni yaptı.

Bugün birilerinin kuzu kılığında dolaşmaları, tarikat ve etnik gruplar halinde o millî egemenliği parçalamaya azmetmesi, sade vatandaşların ağzından iktidar peynirini kapma gayretinden başka bir şey değildir.

BEN DE SEVERİM!
Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar yollarında
Mehmetçik;
Anadolu yollarında 
Köylüler
Okul bahçelerinde çocuklar,
Sınıflarda öğretmen
Ve İzmir'de
Hasan Tahsin
Ege dağlarında Efeler gibi..."
Gerçek vatanseverlik ve Atatürkçülük ve harika bir çözümleme;“Vatanı kimin için seviyorsun?”

Son paragraf mı, duygusal bir final ve  çoook güçlü.

Yazarın kalbi, Atatürk’ün sade ama devrimci ruhuyla atmıyor mu?

Vatanseverliğin kimin için olduğu sorusunu sorarak, Atatürk’ün Türk milleti ve halkı için taşıdığı sevgiyi yüceltiyor. Kuzu-çoban-kurt metaforuyla ise sahte vatanseverlikleri eleştiriyor, Atatürk’ün halkçı ve birleştirici liderliğini övüyor. Çanakkale’den Sakarya’ya, Hasan Tahsin’den Ege’deki efelere uzanan bu anlatısı da vatan sevgisini coşkuyla, ama romantizm tuzağına düşmeden ifade ettiğini gösteriyor.

Onun için Atatürk ve Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesi, milletin çimentosu..
Değil midir?

E-Türkiye; Bilime mi yoksa dine mi mültela?

"Bu dünya mı, öbür dünya mı daha çok ilginizi çekiyor?

Okumaya ve gezmeye mi düşkünsünüz ibadete mi?

Süreci siz mi yönlendirmeye çalışıyorsunuz veya kadere mi bırakıyorsunuz?

Peki, aşağıdaki paylaşım ilginizi çekiyor mu?

" Ahtapotlar daha doğmadan anne karnında iken yumurtanın içinden dış dünyayı görebildiklerini biliyor muydunuz?

Ama hepsi bu değil...

Ya da bir yırtıcı , yumurtaya yaklaştığında küçük ahtapotun kamufle olmak için renk değiştirdiğini...

Evet, daha doğmadan  inanılmaz savunma sistemlerini aktif hale getiriyorlar!

Bu  hayret verici kamuflaj sistemi, hayvanlar aleminin en karmaşıklarından  ve doğa bizi hayrete düşürmekten de asla vazgeçmiyor...

Ahtapot sadece hayatta kalmaya hazır doğmuyor, ferçek bir gizlilik ustası olarak doğuyor.

Victor Hugo der ki:
"Bir insanı eğitmeye büyükannesinden başlamak gerekir!"...

Yazarın, bilgi, inanç, eğitim ve merak çelişkisi hakkında ve özellikle 'Ahtapot' metaforu, insanın doğuştan öğrenmeye açık oluşunu anlatıyor, Hugo’nun sözüyle birleşince de evrensel bir mesaj oluyor...

“Unutmayın ki Türkiye’nin kalkınması veya demokrasi, dünyayla ilgilenen insanların çoğalmış olmasına bağlıdır.”

Yazar, din mi, bilim mi sorusuyla okuru sorgulamaya davet ederken, rasyonel ve ilerici yanını da ortaya koyuyor. Türkiye’nin geleceğini, bilimle yoğrulmuş bir eğitimde görüyor.

F-Okulda eğitim ve akran zorbalığı her geçen gün daha çok dikkat çekiyor, diyor.

Burada sorgulanması gereken okullarda gençler arasındaki böylesi bir ortam neden ve nasıl doğmaktadır?

Öğrencilerdeki amaçsızlık ve motivasyon eksikliği mi, yoksa ailenin ekonomik sosyal yetersizliği, ilgi eksikliği mi?

Okulun, okumanın, eğitimin amaçlarının ve kalitesinin giderek daha çok sorgulanır olması,eğitim süreçlerinde öğretmenin etkisizleştirilmesi, teknoloji övgüsünün giderek "insan aklı ve yeteneklerinin" eğitimin önüne geçirilmesi de sorgulanmalı mıdır?

Okul ve öğretmenin eğitim liderliği konusunda cep telefonlarının gerisinde kalması!... Vs.

Üzerinde düşünmemiz ve dikkat etmemiz gereken başka şeyler.

Cep telefonu, bilgisayar,  zamanımız hız çağı derken bireyin gelişimi ve öğrenme süreçlerinde el becerileri, tekrar ve sabrın önemini göz ardı etmek..

Öz ve biçim uyumu!

Burada eğitimdeki ihmaller çok sistematik bir biçimde analiz edilmiş, “Eğitim: Ezberin İntiharı” mı ? diye soralım...

Eğitim sistemine dair eleştirileri,  bir öğretmen olarak yazarın duyarlılığını yansıtıyor;
“Eğitimdeki başarı veya hataların kokusu otuz yıl sonra ortaya çıkar.” diyor.

Akran zorbalığından öğretmenin etkisizleşmesine, sanat ve spor derslerinin ihmalinden teknoloji övgüsünün insan aklını gölgelemesine kadar pek çok sorunu masaya yatırıyor.

Eğitim, onun için bir fabrika değil, insan yetiştirme sanatı. Öz ve biçim uyumu, nitelik-nicelik dengesi gibi kavramlarla, Cumhuriyet öğretmeninin toplumsal yaraları sarma görevini hatırlatıyor.

G-"İki Film Birden...

2025 , Sinemamıza ve kahramanlarımıza dar geldi.

Şimdi "Zaman Makinesi"
Ve  yepyeni bir prodüksiyon "Binbir Surat"
PKK kendini feshedip Türkiye partisi olacakmış!

Onlar için yeni bir anayasa yazılacakmış!

Kafalar 1921'e, Cumhuriyet öncesine göre ayarlanacak / mış!

Biri de yazmış;"Öcalan parti kurup başına geçebilir."

Bir gülesim geldi bir gülesim!...

ÖCALAN elde mikrofon mitinglerde vatandaşa ne derdi acaba?

Ya bundan sonra Bahçeli?

"Megri megri!" mi?

Milliyetçilik değilse de MHP ve ülkücü siyaset bitti!

İslam değilse de İslamcı siyaset bitti!

1921?..

Cesarete bak!

1921'de Mustafa Kemal Paşa var; hadi bakalım,
Çıkın kürsüye

O'NA NE DİYECEKSİNİZ?..."

İşte güncel siyasetin tarihsel trajedisi...
Siyasi analiz ve tarihsel ironi iç içe. 
“Binbir Surat” ve “Zaman Makinesi” imgesi...

Yazar, siyasetteki çelişkileri hicivle deşiyor.
“1921’de Mustafa Kemal Paşa var; hadi bakalım, çıkın kürsüye, O’na ne diyeceksiniz?”

“Zaman Makinesi” ve “Binbir Surat” metaforlarıyla, PKK’nin “Türkiye partisi” olacağı gibi absürt senaryoları tiye alıyor.

Günümüzün politik manevralarını, tarihsel bilinçle sorguluyor. Mizahla güldürüyor, ama aynı zamanda Cumhuriyet’in kuruluş ruhuna sahip çıkılmasını haykırıyor, hem bir eleştirmen hem de bir vatansever gibi savunuyor.  

H-"Birşey buldum; yeni bir şey.."diyor.Ya da epeydir unuttuğumuz, ancak Aşık Veysel'de, Neşet Ertaş'ın sohbetlerinde rastlanan hoş bir eda, bir bilgelik..

Bakın Nazım Hikmet ne demiş;
"Benim dünyada tattığım,
En büyük lezzet, hayat değil, insanlık!
Her zaman olduğu gibi şimdi de,
Yaşıyor olmanın değil,
İnsan olmanın zevkini çıkarıyorum..."

Birçok şairde, yazarda rastlarız 'hayattan zevk almak' ,  'farkındalık' , 'yaşama sevinci'...

Ama bu başka birşey arkadaş! Daha önce siz duydunuz mu ''insan olmanın zevki'ni?

Hayvanlar alemi neyse de insanlığı büyük bir kayboluştan yeni bir uygarlığa...

Belki çoktan unutulmuş..Belki de tertemiz, o açılmamış son kapının arkasındaki 'yepyeni bir insanlar âlemi!'ne davet var sanki bu soyleyişte.

Ya da ben öyle okumak istiyorum bu sabah, tüm dostlara candan bir 'Günaydın!' nidasıyla..
Kim bilir,
Belki biz çıkarız kerevetine..

Ve şimdi bir daha düşünelim:
- İnsan olmanın zevki ne ola ki?
Fark edilmesi gereken yeni bir mutluluk..."

Nazım Hikmet’in, "Ben yaşamanın değil, insan olmanın zevkini çıkarıyorum" dediği gibi, yaşamın içinde var olmanın ötesinde bir anlam var diyerek unuttuğumuz bu kavramı hatırlatarak insan olmanın gerçek bir farkındalık olduğunu vurguluyor.  

Birçok şair ve yazar yaşama sevincinden bahseder. Ancak "insan olmanın zevki" tamamen farklı bir şeydir. Bu, bireyin içsel yolculuğu, ahlaki bütünlüğü ve vicdanıyla şekillenen bir bilinçtir. Demirkaya, bu kavramı bir çağrı hâline getirerek, insanlığın unutulmuş değerlerine dönüş yapmamız gerektiğini söylüyor.  

İ-"Türkiye imparatorluklar yatağıdır." diyor. Yüzlerce binlerce yıllık bu coğrafyada insanların homojen bir toplum oluşturması beklenemez,esasen günümüzde de hiçbir ülke ve devlet homojen bir ırk birliğine dayanmıyor.

Bugün Türkiye'de ırk birliğine dayanıp dayanmadığına bakılmaksızın Türk milleti diye bir ulus, bir dil ve türkülerimiz ağıtlarımız varsa..

Ortak bir tarih, ortak bir kültür ve üstelik ortak yaşama irademiz varsa biz herkesten ve her şeyden güçlüyüz!

Anadolu Türklüğü, vatandaşlık bağı ve bir kültürel birlik olarak kök salmıştır.

Bakın bu hanım efendi "soyca Türk değilim ama Ne Mutlu Türk'üm demekten gocunmuyorum" diyor.

Okuyalım:

"Çocukluğum Büyükada'da geçti. 
Ben Rum kızıyım. 
Çocukken "Türküm, doğruyum" andını söylerdik okullarda, severek isteyerek. 
Bundan hiç gocunmadık, ayrımcılık olarak görmedik. 
Çünkü buradaki "Türklük" kavramı bu ülkede yaşayan tüm kimlikleri kapsıyordu. 
Bu cumhuriyet sayesinde bizlere emanet edilen, bu güzel ülkeyi vatanımız olarak gördük, ekmeğini yedik, suyunu içtik.
Son zamanlara kadarda severek yaşadık, huzurla. 
Hain olanlar, nankörlük ruhunu barındıran, insanlıktan nasibini almamış olanlardır. 
Ama son zamanlarda çıkarılan fitne tohumları, ayrımcılıklar, acılar, haksızlıklar yüzümüzü güldürmez oldu. Huzurumuz kalmadı. 
Bu yüzden komedi yapıp insanları güldürmeye çalışıyorum."

Sana baktıkça "Gel kim olursan.."  diyen Mevlana'yı hatırlıyorum. Nilgün Belgün harikasın..."

J-"Eski çağlardan, masallardan bugüne sürer iyi/kötü mücadelesi..

Ama hayat bu kadar basit mi?
Sadece siyah ve beyaz mı?
Gri yok mu?
Sarı, pembe, yeşil, fıstıki yeşil?
İngiltere ve müttefikleri İstanbul'u işgal etti.  ( Kötüler arası dayanışma ) Simsiyah!
İtalya, Fransa itiraz etti, daha fazla pay istedi.. (Kötüler arası mücadele) Gri.
Yunan ordusu ile Ege efeleri ve halkı çatışmaya başladı. ( İyi-Kötü çatışması ) Siyah/ Beyaz 
Ankara hükümetine Rus- Hintli ve dünya kamuoyu desteği ( İyiler arası dayanışma )
İyi ile başka bir iyinin? / Kötü ile başka bir kötünün  mücadelesi neden dikkatimizi çekmez? 
Sigara ve alkolle mücadele iyi de hani uyuşturucu ile mücadele?  
Biz bir kötü ile mücadele ederken hiç ilgisiz görünen başka bir kötüden gelemez mi bize yıkım?

A ile B minderde kıyasıya mücadele ediyor. A, müthiş bir atakla B'yi tuş etti. B'nin karizma yerle yeksan. Çok garip bir şey oldu. Sahneye bir kadın çıktı ve A'ya elindeki sopayla vurmaya başladı. Herkes şaşkın!
Sahneye fırlayan kadın meğer. B'nin annesi imiş!

Eşkiya ile "sadece kanun" karşı karşıya gelip mücadele etmez ki?!

Eşkiya ile halk / Eşkiya ile başka bir eşkiya / Eşkiya ile hayat / Eşkiya ile kanun / Eşkıya ile gelenek ve en nihayet / Eşkıya ile 'Kanun adamı' karşı karşıya gelebilir..

Tv'de Fetö tartışılıyor..
Günün Sözü: Böyle giderse,"Bir Fetö gider, bin Fetö gelir!"
Evet, Fetö ile kanun mücadele ederken boşalan makamlara liyakat sahibi devlet görevlisi mi geliyor yoksa başka bir isimle, başka bir gayrı meşru örgüt mü?

Vatandaşı ve devleti, maddi ve manevi olarak sömüren, istismar eden örgütlere hangi eğilim sahibi olursa olsun artık "dur!" diyebilmeliyiz.

Türkiye, devleti ve milleti ile basını ve aydınları ile artık bir "dama" oyuncusu değil herkes birer "satranç ustası" olarak konuşabilmelidir.

Demokrasi, bilinçli insanlar ve köklü kurumlar rejimidir!
Arşiv unutmaz!

Yeni çağ, bize teknik adam olmayı ve her konuyu çok boyutlu düşünmeyi, hayatı bir orkestra olarak ele almayı çoktan öğretmiş olmalıdır."

Eski çağlardan bugüne iyi ile kötü sürekli mücadele etmiştir. Ancak Sedat Demirkaya, bu mücadelenin yalnızca siyah ve beyaz olmadığını, grinin ve diğer tonların da gözden kaçmaması gerektiğini anlatıyor.  

Kötüler arasında dayanışmalar, iyilerin kendi içlerinde mücadeleleri... Bunlar göz ardı edilen gerçeklerdir. Demokrasi ve yönetim anlayışı da bu gri alanlarla şekillenir. O, demokrasiyi yalnızca bir oy çokluğu meselesi olarak görmez. Demokrasi, halkın talepleri kadar bilimsel, hukuki ve güvenlik boyutlarıyla düşünülmesi gereken bir sistemdir.  

Atatürk ve Demokrasi: Devrimci bir ruhun mirası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yazar için Atatürk, yalnızca bir devlet adamı değil, milleti için devrimci bir öncü. Çanakkale’de askerlerine "Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum" derken, demokrasi tartışmalarının ötesinde bir liderlik sergiliyordu.  

Yönetimde kişisel çıkarlar değil, milletin kaderi ve devletin geleceği ön planda tutulmalıdır.  

K-Gönül evimizin mimarları sayfasında ise;

"Yunus Emre büyük bir ahlak abidesi ve gönül mimarı; "kirlenmeyeceksin!" diyor ve öyle yaşıyor.Odunun bile eğrisine tahammülü yok! Kötülerden yüz çevirmiş.

Ya Mevlana? Ulu kişi; çamaşır makinası gibi.."Bütün kirliler gelsin buraya,ben yıkar paklarım"diyor.Gel, kim olursan ol, GEL! Tövbe et yeter!

Yunus bireylere sesleniyor,
Mevlana ise devletin işini gören bir akil adam..

Bu iki büyük insanı yüz yıllarca baş tacı ettiğimize göre onlara ihtiyacımız var demekki..

Biri gençliğimize yol gösterici, biri yaşlılığımıza hitap ediyor. 
Yaralı ruhlara şifa sunuyor."

Ylnızca politik ve toplumsal meseleler değil, felsefi dokunuşlar da görüyoruz;Yunus Emre saflığı, Mevlana ise affediciliği temsil ediyor.  

Demirkaya, Yunus Emre’yi  ahlak abidesi olarak tanımlarken, Mevlana’yı çamaşır makinesi gibi herkesi yıkayıp arındıran bir bilge olarak anlatıyor. Birisi bireylere seslenirken, diğeri devlet aklına rehberlik ediyor. Onun gözünde bu iki büyük düşünce insanı, toplumsal ve bireysel bilincin iki temel dayanağıdır.  

Son söz;
Düşünen ve Sorgulayan Bir Zihin mi?

Bazen bir kalemin ucu, bir ülkenin sessizliğine saplanan çığlıktır.

Bazen bir öğretmenin yüreği, yüzlerce suskun bakışı dile getirir.

Ve bazen…

Denize atılan bir mektup, kıyıya vuran bir toplumsal vicdandır.

Sosyal medya sayfası “Denize Atılan Mektuplar”, suskun bir toplumun içsel feryatlarına dönüşüyor. Onun kelimeleri öğretmiyor sadece; hatırlatıyor. Unutturulmak isteneni, içimize attığımızı, göz göre göre görmezden geldiğimizi…

O'nun kaleminde ne rastgele bir öfke var, ne de romantik bir serzeniş. O, toplumun kolektif sessizliğini, kelimelerin omuzlarına yükleyip, okuyucusuna vicdani bir aynayla geri sunuyor.

Kırılmış bir toplumun, korkutulmuş bir halkın, susturulmuş bir sesin içindeki yankıdır onun paylaşımları. “Sen sustukça herkes haklı” diye başlar, “En derin çığlıklar, en sessiz suskunluklarda saklıdır” diye biter. Ve bu iki satır arasına, bir milletin tüm acısı sığar.

O yazıyor.
Yani biz yazamıyoruz.
O konuşuyor.
Yani biz sustuk.
Korktuk.
Alıştık.
Kanıksadık.
Görmedik.
Duymadık.
Sustuk

Peki, Sedat Demirkaya’nın mektupları denize atılmaya devam edecek mi?

Yoksa bir gün, bu mektuplar, Türkiye’nin geleceğini inşa eden bir dalgaya mı dönüşecek?

Bekleyelim ve görelim...

"Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır."– Mustafa Kemal Atatürk
Suat Umutlu 
22 Mayıs 2025
___
(1).Sedat Demirkaya, edebiyatın ve eğitimin iç içe geçtiği bir yaşamın izlerini taşıyan bir öğretmen, şair ve düşünürdür.  Gönen Öğretmen Okulu ve Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu olan Demirkaya, uzun yıllar boyunca edebiyat öğretmenliği yapmış, aynı zamanda şiirleri ve yazılarıyla edebiyat dünyasında da kendine sağlam bir yer edinmiştir  . "İKİDEN BÜYÜK BİR"adlı şiir kitabı vardır.
(2).Denize Atılan Mektuplar;
https://www.facebook.com/share/16Ve3inFLb/

Yükleniyor

Yükleniyor

Yükleniyor

YAZARLAR

36.1° / 18.5°