Tarih: 14.06.2020 13:17

TAM GAZ EĞİTİMDEN UZAKLAŞMA VE DEREGÜLASYON

Facebook Twitter Linked-in


Bir toplumu toplum yapan, insanı insan yapan en öncelikli birkaç unsur veya belirleyici özellik ne denirse, biyofizyolojik kısmını sabit kabul edersek, geçim (üretim dünyası) ve eğitim (toplumlaşma) dünyasıdır. Hatta ekonomi ve geçim dünyası bile biyofizyolojik kısma daha yakındır; insanı tüm diğer canlılar ve doğanın içinde ayrı bir tür haline getiren “eğitim” dünyasıdır, aklı ve bilimidir. Aklıyla, düşünmesiyle, bilimiyle yarattığı kültürler ve uygarlıklardır.





Bunun başlıca en somut kurumu “okul-akademi”dir. Gramerden (dilden) başlar, oturup kalkmadan başlar senfoni ve uzay bilimlerine kadar varır; yürümekten yüzmekten topla oynamaktan başlar yüksek sanatlara kadar varır.





Yeni YÖK ve Yeni MEB’in işi başka sanki; bilgi, beceri ve duyarlılıklar nasıl kazandırılır değil de mevcut kazanımlar da nasıl körleştirilir diye yola koyulmuş sanki.





Uzun bir süredir eğitim ve bilim kurumları asıl işlevlerinin dışına çıkarılmıştı, zaten bunları anlamaya ve çözüm yolları geliştirmeye çalışıyordu duyarlı sosyal bilimciler ve eğitimciler. Eleştirel pedagoji literatürü bu çabaların neler olduğunu çok iyi bir şekilde gösteriyor.





Ama ne zaman bir deprem olsa, büyük bir iktisadi kriz olsa şimdi bunun doğaya, insana, topluma karşı bazı odaklarca nasıl fırsata dönüştürülmeye çalışacağı konusunda çok büyük deneyim ve kaygılar taşıyorum, öyle ki en azından ciddiyetle işini yapan düşünen insanların çoğunun da benzer kaygılar taşıdığı kanaatindeyim.





Bu kaygıların tümünü, neredeyse I. veya II. Paylaşım Savaşlarında yaşananlarla kıyaslanacak düzeyde, hatta onlardan daha ağır bir şekilde pandemi (salgın) süreci, çok daha katlamış durumda.





Marttan beri akşam sabah ülkenin geleceği ve kaderiyle nasıl oynadıklarına veya oynayabileceklerine odaklanmış durumdayım. Aynı zamanda bir eğitim fakültesi mensubu olarak öncelikle de eğitimde, okullarda, üniversitelerde yaşananlara odaklanmış durumdayım.





Dikkat ve kaygım salgına değil, ona sadece sağlık açısından bakıyorum, kaygımın sebebi bu salgının bir “deregülasyon”, insani ve toplumsal kazanımların yok edilmesi, bozulması için kullanılacak olması.





Maalesef bunun başında da YÖK ve MEB’in uygulayıcı kuruluşlar olarak yer alacağı kaygısı. Artık kaygı değil doğrudan yaşanan bur durum.





‘ŞOK’LARIN ‘DEREGÜLASYON’ İÇİN KULLANILMASI





Bir fikir arkadaşım, N. Klein’ın “Şok Doktrini-Felekat Kapitalizminin Yükselişi”ne, U. Beck’in “Risk Toplumu” çalışmasına göndermelerde bulunuyor.





Başka bir meslektaşım “belirsizlik” üzerine dikkat çekiyor.





Bu sosyal olarak yaşananlar fizikteki entropi, kaos veya mantıktaki “Mümkün değil değil” değil maalesef. Yani ne fizik ne mantıktaki saf teori ve olasılık değil burada konu olan belirsizlik  veya şok önceden uygulamaya sokulmak için çok “belirlenmiş” olan ve “belirlemek” için kullanılan bir yol yöntem.





YDD yani Yeni Dünya Düzeni, 1945’lerden başlayarak ama daha önemli bir kırılma olarak Sovyetlerin de çöküşü ile başlayan azgın kapitalizm dönemini ifade eden insanın, topluluklaşmanın, toplumlaşmanın deregülasyonu, değersizleştirilmesi, gözden düşürülmesi, insanın tek başına kapatılması, çaresiz bırakılması, çıplaklaştırılması, çaresizleştirilmesi…





Kim yapıyor bunu? En başta yeni YÖK ve yeni MEB. Durumu fırsata çevirip tüm okulları ve üniversiteleri bir çırpıda kapattıkları gibi bu kapanmayı kalıcılaştırmak, tüm çocuklarımızı gençlerimizi bilim, sanat ve düşünceden “Uzaklaştırmak”, bir araya gelmelerini toptan yok etmek üzere kullanıyorlar. Aldıkları ilk karar eylülde de yüzde 30-40 uzaktan olsun yani bir tür olmasın veya “mış” gibi olsun.





Uzaktan eğitim eğitim değil de insanın insandan, toplumlaşmadan, doğadan, çevreden, okuldan koparılması için, bilim, sanat ve düşüncenin, bu temelde yetişme ve buluşmaların ortadan kaldırılması için salgını şoka çeviriyor ve tüm okullaşma ve üniversiteleşmeyi deregüle ediyor.





Yeni YÖK ve yeni MEB açıkça da söylüyor. Zaten uzun süredir hazırlıklarını yapıyorduk, hazırdık diye.





“Uzaktan” yerine okul ve üniversite için derslik, öğretmen, akademisyen sağlansa; insanca tuvalet, bahçe, derslik, ortam inşa edilse, çocukların en ağır sağlık koşullarında birlikte olabilecekleri ve eğit öğretimlerine devam edebilecekleri en güzel mekanlar okullar olamaz mı? MEB ve YÖK’ün işi bu değil mi?





Köşe sınırlı, salgın sonrası okul ve üniversitelerde yaşananları, eleştiri ve gerekçelerimi, çözüm önerilerini gelecek haftaya devam edeceğim, şimdi bir kitaptan söz etmek istiyorum.





BİR KİTAP ÖNERİSİ: ‘COVID-19 PANDEMİSİ VE SAĞLIĞIN SOSYAL BİLEŞENLERİ’





Tam yazıyı toparlarken bir de kitap düştü e-ortama. COVID-19 Pandemisi ve Sağlığın Sosyal Bileşenleri.  Türk Toraks Derneği E Kitapları arasından yayımlanmış durumda. Önemli konu başlıkları var.





Böyle bir başlıkta çalışmanın, veri ve bilgi temelli olarak gündeme alınması ve değerlendirilmesi, hem de Toraks Derneğince (tıpçılarca) bunun yapılması çok anlamlı bir katkı olmuş.





Eşitsizlik ve yoksulluğun sadece okullar, eğitim ve diğer sosyoekonomik alanlarda değil aynı zamanda insanın biyofizyolojisini de ilgilendiren sağlıkta bile ne kadar yaygın ve belirleyici olduğunu gösteriyor.





G. Floyd’un boynuna basılıp nefessiz bırakılması, böyle bir ırkçılık çok görünür de daha da kötüsü mesele karakolla ve polisle sınırlı değil sadece; görünmez ama milyonlarcasını milyarlarcasını etkileyeni hastanelerden, okullardan, MEB’den, YÖK’ten başlıyor.





Orjinal Habere Git
— HABER SONU —