Trenleri çocukluğumdan beri severim. Kara trenlerin düdük sesleri, her nedense beni oldum olası etkilemiştir. Seyahatlerde, iki ray arasında boşlukların çıkardığı periyodik tıkırt sesleri, beni alır bir yerlere götürür.
Tren yolculuğu uzun sürer. Adeta günümüzün günlük hızlı yaşamına bir tepkidir. Aynı zamanda bir özgürlüktür. Otobüs ya da uçaktaki gibi sıkışık düzen yoktur. Tuvalete gitme sıkıntısı yoktur. Sürekli oturmak zorunda değilsindir. Kalkar gezinirsin, çevreyi seyredersin, gerekirse bir sigara teller, o tıkırt sesleri arasında kendi yaşamını irdeler, sorgular, gözden geçirirsin.
Tren yolculuklarında birde bugünlerde yaşamını yitiren büyük ozanımız Faruk Nafiz Çamlıbel’in Han Duvarları şiirindeki kervansarayların duvarlarındaki dörtlükler gelir aklıma.
'On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben'
'Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben'
'Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben'
Bu şiirin yazıldığı dönemleri düşünür, yaşamaya çalışırım. Bu şiirde ben Anadolu’nun yaşadığı süreci, insanlığın gelişim evrimini düşünür ve sorgularım. O çağlardaki kervan yolculuklarını, kervansaraylarda yaşanan geceleri düşünürüm.
Ve döner gelirim bugünlere. Yaklaşık on üç saat sürse de tren yolculuğu, bugün gelinen teknolojik düzeyi düşünürüm.
Tren, gecenin karanlığında Anadolu bozkırlarına daldığında her nedense Anadolu’nun gelmişini, geçmişini, Hititlerden günümüze neler yaşandığı, bir film şeridi gibi geçer gözlerimin önünden.
Ve Ahmet ARİF’in ANADOLU’su gelir aklıma.
“Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva anan dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
…Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni….
Ve Nazım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” şiiri beynimin tüm hücrelerinde yaşam bulurdu.
Vagonların kırk kişilikse yapısı
Seksen memet yüz memet dolu hepisi
Memetçik Memet, Memetçik Memet...
Kitli vagonlarda yoktur merhamet!
Dağ taş memet dolu dağ taş sevkiyat
Gidenler aç susuz, dönenler sakat…
Bir deri bir kemik düşmüş bıyıklar
Memedin ayağında yarım çarıklar
Memetçik Memet, Memetçik Memet...
Memetten Memede yok mu merhamet?...
Dolu dolu yaşardım tren yolculuğunu. Tren 19.30 da Adana’dan çıkıpta Yenice’ye vardığında yemekli vagondaki masama yerleşirdim. Rakı, sigara, birde ben, yani mahşerin üç atlısı; birlikte muhteşem bir gece geçirirdik.
Neler yaşamazdık ki o gecelerde.
-Anadolu halkının çilelerini yaşardık.
-Bu halkın bu çileyi, bu yönetimleri hak etmediğinde hemfikir olurduk.
-Ne, neden, ne zaman, nasıl, kim sorularına yanıtlar arardık.
Çoğu zaman yanımızda başkaları da olurdu. Ahmet DÖRTDEMİR, İlker ALTIOK, Ali ÖZDEMİR, vb. diğer arkadaşlar.
Paylaşırdık duygu, düşüncelerimizi ve birde rakı ve sigaralarımızı.
Ve gecenin 23.30 u, Niğde. Artık yatma vaktidir.
Bazende yatmaz, soğuk kış gecelerinde, ayın altında bembeyaz karlarla örtülmüş Anadolu bozkırlarını seyre dalardım.
Böylesine tutkundum trene ve tren yolculuğuna.
Ahh, nerde o günler…
Mahmut TEBERİK