ÜRETİLEN HİKAYELER, UNUTULMAYAN FOTOĞRAFLAR
ÜRETİLEN HİKAYELER, UNUTULMAYAN FOTOĞRAFLAR
Erdoğan'ı başkentlerinde ağırlayıp, bize yaşatacaklarını, onun gelecek perspektifinin içine yerleştirirken, yapılanların aynısının şu an başka isimler için yapıldığını görmüyor muyuz sanıyorlar?
Üretilen hikayeler, unutulmayan fotoğraflar
01.03.2021
TURGAY DEVELİ
Birçok kişi geçmişinden kurtulmak istiyor ve ihtiyacına göre bir yöntem bulup uyguluyor. Bazıları bedenlerine yaptırdıkları dövmeyi sildiriyor, bazıları da resim albümlerinden artık istemedikleri resimleri yırtıyor. Kimisi sosyal medya geçmişinden bir fotoğraf ya da beğeniyi siliyor veya birilerini engelleyerek kurtulmak istiyor. Bazıları için ise mahkemeler, uzaklaştırma kararları, erişime engelleme talepleri, utanılan bu geçmişlerden kurtarılmanın tek yöntemidir.
Oysa siyasetçi ya da bir şekilde kamuoyunun önüne çıkmış biriyseniz, bazen hiçbir uygulama ya da yöntem sizi toplumun ortak hafızasından silmeye yetmiyor. O anları, öyle bir resmi ortasından ikiye ayırıp çöp kutusuna atmak gibi silemiyorsunuz.
Geçmiş, en çok da 'geleceği kurma' iddiasındaki siyasetçilerin unutmak, unutulmak veya unutturmak istediği anları ihtiva ediyor. Yeni bir 'hikayeye' muhtaç olanlar, 'ah keşke!' serzenişleri arasında geçmişlerinden kurtulabilmek için nelere katlanmıyorlar ki...
27 Şubat tarihli soL'da, Erdoğan ile el sıkışırken fotoğrafının altında Gare'de şehit olan askerin ailesine hediye ettiği ev ile ilgili haberi yayınlanan Zeynel Abidin Erdem, bu sorunun cevaplarından biri olabilir mesela. Unutmak, unutturmak istediği geçmişi, ona 32 askerin şehit olduğu İspanyol CASA uçaklarının 5,7 milyon dolarlık fiyatına rağmen 9,6 milyon dolara alınmasının arkasındaki isimlerden biri olduğu iddia edilen zamanları hatırlatıyor olmalı.
Keza, Hikmetyar'ın dizinin dibinde oturduğu, Kaddafi'den aldığı barış ödülü, Amerikan Yahudi Kongresinden aldığı cesaret nişanı ve Beşar Esad ile çekilen aile fotoğrafları da Erdoğan için başka bir maziyi anlatıyor elbette.
Bir de 'üretilen' fotoğraflar var elbette. Üretilen fotoğrafları 'şak diye' tanıyabilme kabiliyeti, üretenlerin niyetini ve ulaşmak istediği amacı da 'şak diye' çıkarabilme yeteneğiyle birlikte geliyor. Bu 'üretilen' fotoğrafların yakın tarihte en meşhur olanlarından birisi, 'Saddam'ın ordularının Kuveyt'te yaktığı petrol kuyularından çevreye yayılan petrolün öldürdüğü karabatak' fotoğraflarıydı. İnsanın bakmaya içinin elvermediği bu fotoğraf, dünyayı savaşa ikna etmek için CNN tarafından binlerce kez gösterilmiş, insanlığın kolektif hafızasında yerini almıştı. Fotoğrafın hikayesinin yalan olduğu ve Fransa sahillerinde çekildiği sonradan ortaya çıkarıldı.
Kara propaganda, televizyon, gazete ya da sosyal medyada sıkça uygulanan bir yöntem. Amaç, yukarıdaki örnekteki gibi, kitleleri bir şeye ikna etmek! Aranan meşruiyet, üretilen bir haber ya da fotoğrafta bulunuyor ve rıza bu yolla üretiliyor. Bunu en iyi anlatan örneklerden birisi, yine Saddam ile ilgili. Hatırlayanlar olacaktır, sonradan Kuveyt'in ABD büyükelçisinin kızı olduğu ortaya çıkan bir 'tanık', ABD kongresinde, Iraklı askerlerin kuvözdeki 300'den fazla bebeğin ölümüne sebep olduklarını iddia ettiği yalan bir ifade vermiş, bu yalan ifade o dönem Uluslararası Af Örgütü'nün raporlarıyla da desteklenmişti. Şıracının şahidi bozacıydı yani. Birinci Körfez Savaşı'na girmeyi kafasına koymuş olan baba Bush yönetimi, bugün 'Nayirah Tanıklığı' olarak bilinen bu ifadeyi savaş için rıza üretmekte kullanmıştı. Gerçek çok sonra ortaya çıktığında ise Saddam öldürülmüş, Irak yerle bir edilmiş, ülke parçalanmıştı. Kısacası Irak'lılar çoktan 'özgürleşmişti'...
Bu yönteme ülkemizden de örnekler yok mu? Var tabii ki. Ben en iyisi geçmişten örnek vereyim de, basın özgürlüğünün sınırlarının bir kez de bu köşe üzerinden sınanmasına yol açmayayım! Yine hatırlanacaktır, ülkemizde basının 'özgür' olduğu o parlak yıllarda, gazetelerde, emniyetin pencerelerinden 'atlayan', polislerin mesailerini boşa harcadığı için üzüntüden kafasını duvarlara çarparak ya da kendini merdivenden aşağı atarak ölmeyi 'seçen' yüzlerce gencin haberleri yayınlanırdı.
Parlamenter demokrasimizin olduğu, basın özgürlüğünün sınırlarının tartışılmadığı yıllardı... Bu 'normal' haberlerin iç sayfalarda kullanıldığı gazetelerin 'Güzel sarışın kadın' manşetleri ise bir klasiktir...
Tarih unutmuyor. İlki Tansu Çiller, ikincisi Selin Sayek Böke için atıldı. Mazrufa değil zarfa bak haberleriydi.
Bana bütün bunları hatırlatan ise, Canan Kaftancıoğlu'nun, arkadaşının evinin penceresinin kenarında, dışarıda kar yağarken, ünlü kırmızı kazağı ile çektirdiği fotoğraf. Sayın Kaftancıoğlu, TIME dergisinin son sayısında yayınlanması için söylediği sözlerinin, partisi ve ülkemiz için kendisinin nasıl bir rol modele dönüştürülmek istendiğini bilmeden söylemiş olamaz.
Yine bir ABD medya devi Bloomberg'in, Sayın Kaftancıoğlu ile Meral Akşener'i dünyaya tanıtma ve ülkemizin geleceğinde nerede konumlanmaları gerektiğine ilişkin 22 Aralık 2020'de yayınlanan haberin ne anlama geldiğini bilmiyor olabilirler mi? Dahası, bunların anlamını bizim de bildiğimizi bilmiyor olabilirler mi? Daha partisi bile kurulmayan Tayyip Erdoğan'ı başkentlerinde ağırlayıp, bize yaşatacaklarını, onun gelecek perspektifinin içine yerleştirirken, yapılanların aynısının şu an başka isimler için yapıldığını görmüyor muyuz sanıyorlar gerçekten?
TIME, Bloomberg, Economist gibi dünyaca ünlü gazete, televizyon ve dergiler, büyük sermaye sınıfının denetiminde, dünyanın düzeninin insanların zihninde rıza ve meşruiyet üretmesi için tasarlanır ve yayınlanır. Bu nedenle sermaye düzenine tehdit içerebilecek bir tek haber, bir tek fotoğraf karesi ya da bir tek satıra yer verilmez. Bunu biz de, siz de biliyorsunuz.
Sayın Kaftancıoğlu'nun 'Türk siyasetinde alışılmadık ve yeni şeyleri temsil ettiğini' yazan dergi, bu 'alışılmadık ve yeni şeyler'in ne olduğunu belirtmemiş ama, 'partisindeki eski nizama karşı çıkmaktan veya ülkesinde ötekileştirilen insanların yanında durmaktan korkmayan solcu bir kadın' diyerek, partideki mevzisini, 'bağımsızlıkçı ve anti-emperyalist CHP' karşıtı olarak sınıflandırmış.
Kaftancıoğlu kendisi ifade etmemiş ise eğer, TIME, ülkemizi yıkıma götüren neoliberal ekonomi politikalarına karşı sessiz kalması, Maraş katliamının yıldönümünde Alparslan Türkeş'in evine yapılan ziyaretteki heyetin içinde bulunması ve çıkışta, 'acıları ortaklaştıracak her siyaseti yaparım' sözleri üzerinden sınıf konumlanışını tespit ve tahlil ederek onun, ülkesinin değil, kendi kişisel kariyerinin peşinde olan birisi olduğunu anlamış.
Kimin ne düşündüğü, neyi hesapladığı ve kimlerle neyi inşa etmeye çalıştığı ise bizim için tali bir sorun. Kaftancıoğlu'nun önünde ise iki seçenek var; Ya TIME'de yayınlanarak batılı başkentler için görücüye çıkarıldığı 'fotoğrafı' kendisi yırtıp atacak ya da zamanı geldiğinde bu işi, siyaseten yargılayıp, mahkum ederek tarihin çöplüğüne gönderecek yoksul halk yapacak.
O gün gelene kadar herkesin hatırlaması gereken tek gerçek ise şu: sermaye tarafından rıza üretmek için parlatılan hikayeler elbet bir gün tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkıyor. Ülkelerin tarihleri, sermaye tarafından kullanılıp atılan isimlerle dolu. Sermayenin gücüyle iktidara gelip halkın çıkarlarını savunabilen, bağımsız bir yönetim sergileyebilen birisi ise tarihte yok.
Sorumluluğumuz, meseleleri neden/sonuç ve zaman/mekan ilişkisinden koparmadan, şimdilik, teşhir etmek ve gerçeğe ışık tutmaktır.