Üretici emeğinin karşılığını nasıl alacak, yeni dönem için nasıl çalışmalar yapacak, hasat sürecinde nasıl rahat edecek, ürününün tüketiciye ulaşmasını nasıl sağlayacak…
Üreticiyi ayağa kaldırmadan, üreticinin önündeki dikenleri/ cam kırıklarını kaldırmadan olmuyor!
“İktidar” istediğince desteklemeden, istediğince sorunlarını çözmeden, istediğince üreticinin önünü açtığını söylesin; her şey gün gibi ortada, yaşanan acıları gibi açık!
Üretici toprağını zorlanmadan sürüyor mu?
Üretici tohumunu, tarımsal ilacını/ gübresini sağlayabiliyor mu?
Üretici tohumunun toprağa düştüğü an, ne üreteceğini/ kaça satacağını biliyor mu?
Üretici daldaki meyvenin yaşamında nasıl bir değişim oluşturacağını öngörüyor mu?
Bu soruların yanıtı karmaşık…
***
Ekim alanlarının yoğun olduğu yerlerde hiç de hoş olmayan olaylara tanık olunduğu söyleniyor!
Köylü diyelim, üretici diyelim, çiftçi diyelim/ adına ne denirse densin; ne yaşadıklarından, ne yaşatılanlardan, en de içinde bulundukları koşullar karşısında aynı evde bile birlikteliği koruyamıyorlar!
İşledikleri toprak, kullandıkları su “artık” yaşamlarını sürdürmeye yetmiyor!
Ne toprakla uğraşarak, ne hayvancılık yaparak, ne de “iktidarın” süründürerek verdiği destekle artan nüfusu beslemek/ doyurmak “artık” olanaksız!
Toprağı işleyen, suyu kullanan, tohumu eken, zamanında suyunu/ gübresini/ ilacını veren “emek gücü” bulundukları alanı terk etmekle/ kente göç etmekle/ kent kalabalığına karışmakla yüz yüze!
***
Çocuk yıllarımızda Bülent Ecevit’in ortaya attığı, o dönemin “sağcı” politikacılarının “sen köylüyü gomünist mi yapacaksın” diye suçladıkları köy-kent projesi vardı.
Bu proje, köylü-devlet işbirliği ile kalkınmayı amaç ediniyordu.
Birbirine ulaşmakta sorun olmayan beş-on köyün bir arada tutulması, örgütlenmesi, kooperatifleşmesi, ürettiklerini/ hasat zamanını, neyi/ nasıl/ kaça satacağını önceden öğrenebilmesi anlamına da geliyordu, köy-kent projesi.
Ecevit’in, o günlerde “suçlayıcı politikacılara” söylediği şu sözler unutulamaz:
“Köy-kent uygulamasında ise köylüler yerinden yurdundan olmayacaktır.Köy-kentlerde köyler değil, hizmetler birleştirilecek, okullar birleştirilecek, sağlık ocakları birleştirilecektir. Devletin katkıları ile köylülerin gücü birleştirilecektir.Diyelim ki biribirine yakın beş veya on köy bir köy-kent oluşturdu...
Bu köylerin her birine ayrı ayrı okullar kurulması yerine, köy-kent halkının uygun göreceği bir yerde bir tek büyük okul kurulacak.”
Aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçti. O gün söylenenlerin, bugün yaşanan covid 19 kapsamında ne anlam taşıyabileceğini düşünmek isteyen kendini zorlasın; ne olurdu?
***
Son zamanlarda, özellikle tarım üreticisine yaptığı “iyileştirici” desteklerle İzmir Anakent Belediye Başkanı Tunç Soyer’in adını sıkça duyuyoruz.
En son “yakın zamana değin vardığım yerlerde iş için özgeçmiş verenler oluyordu bolca, üretici üretim yaptıkça bunlar azaldı” sözlerini duydum.
“İktidar” işin olduğundan, ancak iş arayanın işi beğenmediğinden söz edince, “muhalefet” de iş arayanın “aslında” işinin olduğunu, “zevk” için aradığını mı düşünüyor acaba …
İnsanlar “zevk olsun” diye değil, yaşarken çalışmak zorunda oldukları için “iş” arıyordu oysa…
İnsanların işi olsa, toprağını işlese, yaşamını sürdürmekte zorlanmasa “iş” arar mı sanıyorsunuz?
Neyse…
Başkan Soyer’in İzmir’de yaptıklarını tüm yerel yönetimler yapabilir aslında, üreticiyi “tefeciye/ bankalara” boğdurmadan üretime katkı verebilir.
Başkanı Soyer’in “Başka Bir Tarım Mümkün” vizyonukapsamında çiftçi/ üretici destekleniyor,tohumdan fidana makinadan nitelikli yeme değinbirçok alanda yardımcı olunuyor.
Öyle ki; manda yetiştiriciliğinin canlanması, yem desteği projesinin desteklenmesi, 160 bin çocuğa süt, tarım makineleri hibesi, Halkın Bakkalı projesi, TerraMadre Anatolia etkinliğine, ürün alım merkezleri, yeni üretim alanları, tarımsal sulama yatırımlarına hız kazandırılması, çiftçi eğitimleri, zararlılarla mücadele, fıstık çamı, balıkçı teknelerine malzeme desteği…
Eksikleri tümden ortadan kaldırmasa da, bir “başlangıç” olarak düşünüldüğünde “yapılanlar” ne anlama gelmez ki?
***
“İktidarın” da, yerel yönetimlerin de, bu ülkenin pastasının “büyük dilimini” elinde bulunduranında bilmesi gerek şu:
Üreticiyi/ çiftçiyi/ köylüyü, “bir kez” kendini/ çocuklarını yaşama bağlayan topraktan kopardığınız zaman, üretimden uzaklaştırdığınız zaman, köyünden ayırdığınız zaman, çekirdek aile yapısını bozduğunuz zaman…
Bu yurdu “seven/ koruyan” eller uzaklaşınca toprak doğurganlığını yitirir, verimli topraklar çoraklaşır, bu doğal varsıllıkta “herkes” dışalım ürünlerine “el açar” olur!
Besin ürünleri el yakar, buğday ekilemez, saman bulunamaz, başta süt birçok yurttaşa “düş” olur!
Yirmi yıl içerisinde “kuraklıktan” büyük oranda etkilenileceği öngörüsü var bir de…
Çiğli mutlu son