Ökkeş amca, 1400 rakımlık Toros dağlarının eteğine serpiştirilmiş ilçenin tek ana caddesinde omuzları çökük bir şekilde kahvehaneye yürürken, aklında tek bir şey vardı; acaba bugün hürriyetin kelebek sayfasındaki “arkadaş arıyorum” köşesinde kendine uygun bir hayat arkadaşı bulacak mıydı?
Hakiki tenekeden gri boyalı sobanın yanına sandalyesine çekerek ellerini ısıttı ve içini ısıtmak için hemen bir demli çay istedi kahveciden. Başüstüne diyerek zifiri karanlık gibi bir çay getirdi garson. Kahvehanenin içi sigara dumanından bulutlanmıştı. Bazen bulutlarında kahvehaneden geçtiği olurdu, bu yüzden sigara dumanı ve bulutlar karışırdı birbirine. Günün her saati ayrı bir hava muhalefetine uğrardı kahvehane. Yaşamında tek değişiklik olmayan Ökkeş amcaydı bu doğa olayları karşısında. Bu yüzden tüm umudunu “Hürriyetin kelebek sayfasına” bağlamıştı. Bir gün mutlaka aradığı kriterlere uygun birini bulacaktı ve yaşamı Toros’lar kadar renklenecekti. O zaman gökkuşağı Toros’lardan inip gönlüne doğacaktı. Hem gökyüzünde hem de Toros’larda iki gök kuşağının aynı anda oluşması onun yalnızlığına tuz biber ekiyordu. O böyle bir başınayken gök kuşağının yedi rengi de ondan uzaktaydı. Birden sobanın haşmetli alevine daldı kafasındaki düşüncelerle... Sanki bu alev onun içinden çatırdıyordu yıllardır ve onun yalnız yüreğini yakarak katrana döndürmüştü.
Hikmet öğretmen, Ökkeş amcayı görünce hemen oturduğu masadan hızla kalktı elinde Hürriyet ve kelebek ekiyle koşarak yanına geldi, diğer masadan bir sandalye çekerek yanına oturdu. Ökkeş amca, Antep şivesiyle lafı uzatmadan “yörüm hele şu kelebeğin sayfasına bir bak, bana göre bir arkadaş var mı?” diyerek hikmet öğretmenden gazetenin arkadaş arıyorum köşesini okumasını istedi. “Bugün de yok Ökkeş amca ama yine de Allahtan ümit kesilmez” dedi Hikmet öğretmen her zamanki üzgün tavrıyla. “Neyse hadi bana müsaade ben gideyim eve” diyerek daha çayını bitirmeden terk etti kahvehaneyi Ökkeş amca.
Ökkeş amca her gün sabah düzenli olarak mesaiye gelir gibi kahvehaneye gelir Hürriyetin arkadaşlık köşesini Hikmet öğretmene okutur ve çeker evine giderdi ümitsizce. Hikmet öğretmen, meslek yaşamının nerdeyse tamamını geçirdiği bu ilçede ve uğrak yeri olan bu tek kahvehanede Ökkeş amcanın hangi özelliklerde ruh eşi istediğini artık kendi adı kadar iyi biliyordu. Fakat Ökkeş amcayı nasıl bir mutluluk yolu bulup yaşama bağlamalıydı? O çökük omuzları nasıl dikleştirilirdi? Umut tohumları nasıl ekilebilirdi kalbine? Çaresizliğine çare olabilir miydi acaba?
Ökkeş amcanın beklentilerine bakılırsa tam bir orta yaş sendromunun belirtilerini gösteriyordu. Kendisi tanımlayamasa da bu arayışların bir nedeni olmalıydı. Bir orta yaş krizine hazırlıksız, ruhsal fırtınalara teslim olmaya aday bir yaşlı delikanlı vardı karşısında. Kahvehaneye her gelişi ve gidişi Toroslardaki karları vaktinden önce eritiyordu adeta. Aradığı kadını kelebekte bulamayınca her defasında içinden bir şeyler akıp karışıyordu Çakıt çayına. Sanki ekmeksiz aşsız ve işsiz dönüyordu evine her akşam bomboş elleriyle.
Acaba Ökkeş amca bilgisayar çağında olsaydı sadece gazetenin bir köşesine mi muhtaç kalırdı arkadaş bulmak için? Ya da kahvehane yerine internet Cafe’lerdeki gençlerin ellerine mi düşerdi Hikmet öğretmenin yerine? Sadece bilgisayarın ya da elindeki telefonun bir tuşuna dokunarak böyle derya deniz arkadaş edinmeyi hayal edebilir miydi o zamanlar? Biri çıkıp böyle bir teknolojiden bahsetseydi kasabanın hışmına uğrar şeytan ilan edilirdi siyah beyaz televizyona zor alışan insanlar tarafından. Zaten Ökkeş amca kahvehanedeki siyah beyaz televizyona bile pek bakmıyordu “yörüm bu zındık icadıdır” derdi. Mahallede, evinde televizyonu olanların kapısından da geçmiyordu nefsine hâkim olmaz da izler diye. Günümüz televizyonlarındaki evlilik programlarını görebilseydi televizyondan böylesine köşe bucak kaçar mıydı Ökkeş amca acaba? Belki de tüm kanallardaki programların tek sevimli damat adayı olurdu kim bilir?
Ökkeş amcanın tek zaafı kim ne derse desin şu kelebek sayfasındaki arkadaşlık hattıydı o dönemde. İster orta yaş bunalımı, ister orta yaş dönemeci ister orta yaş sendromu diye adlandırılsın, onun bu yaştaki son arzusuydu. İster okuryazar olsun ister olmasın bunu kendine bir hak olarak görüyordu. Sonuçta hormonsal denge kültüre eğitime bakmıyordu. Bir gün bu yaşta her erkeğin kapısını çalacaktı rüzgâr. Her gün bir şeyler eksiliyordu bedeninden bunu fark etmek için tıp okumaya gerek yoktu. Yaşam, karşısındaki otoyoldan bir gürültü bırakıp hızla geçip giden bir araç gibiydi. Kim yetişebilirdi yaşamın ardından bu saatten sonra.
Bugün kahveye giderken ayakları gerisin geriye gitmiyordu Ökkeş amcanın. Sanki birileri ona mutluluk şarkısı fısıldıyordu kulağına. Her zamanki gibi Hikmet öğretmen ondan önce gelmişti duvarları dumandan sararmış kahvehaneye. Göz gözü görmüyordu yine sabah sabah, okey taşlarının şakırtıları çınlatıyordu ortalığı, insanlar büyük bir ciddiyetle oyunlarını oynuyorlardı. Kahveci kirli beyaz önlüğüyle durmadan çay taşıyordu masalara. Çay kokusu caddeye taşıyordu. Onlarca nefesle buğulanmıştı kahvehanenin camları.
Hikmet öğretmen bu defa hazırlıklı gelmişti Ökkeş amcanın karşısına. “hadi yörüm şu gazetenin sayfasını çevir” demesini bekledi Ökkeş amcadan sabırla. El değmemiş gazetenin sayfasını büyük bir itinayla çevirdi ve başladı okumaya. Siyah saçlı, beyaz benizli, etine dolgun 30-35 yaşlarında yalnız bir kadınım, arkadaş arıyorum. Rumuz, kırmızı karanfil… Ökkeş amca sandalyesinden fırladı, “işte bu” dedi. Sakin ol Ökkeş amca herkes duyacak dedi Hikmet öğretmen, ama duyacak hali yoktu Ökkeş amcanın. Kahvedeki herkese çay ısmarladı hayatında ilk defa. Hemen terziye koştu yeni giysi ölçüsü verdi ne olur ne olmaz diye.
Ertesi gün Ökkeş amca fırtınadan kurtulmuş bir gemi gibi girdi kahvehaneye, Hikmet öğretmen de fırtına öncesi sessizliği yaşıyordu. “e yörüm(yavrum) ne yapacağız şimdi”? “adresine mektup yazacağız amca dedi Hikmet öğretmen.
Hikmet öğretmen hemen Adana’daki bir öğretmen arkadaşıyla iletişime geçti, durumu anlattı, mektup adresi istedi. Bir sene yazıştılar. Ökkeş amca söylüyordu, Hikmet hoca yazıyordu ve adrese postalanıyordu mektuplar. İlk mektuptan sonra hemen bir resim geldi kriterlere uygun. Bu resim Adana’daki Halil öğretmenin ölen bir yakınına aitti. Ökkeş amca bu resmi sol göğsünün üstünde taşıyordu, geceleri de çıkarıp sol yastığının üzerine koyuyordu, bu resim sayesinde hep sol yanına yatıyordu. Soldan sağa dönmediği için de hep bir yanı tutulmuş olarak kalkıyordu yataktan sabahları bu resmin hatırına, ama değer diyordu Hikmet hocaya her defasında.
Ökkeş amca, artık her sabah berbere uğruyor saç sakal tıraşı oluyor, ardından kuru temizlemeden elbiselerini alıyor, köy kahvaltısını (ballı tereyağlı yumurtalı) yapıyor ve iki kilometre yol yürüyordu zinde kalmak için. Yazışmanın birinci ayında berberin ısrarıyla saçlarına ek olarak bıyıklarını da boyattı. Dişçiye gidip dişlerini temizlettirdikten sonra sigara ve çaydan uzak kalmak için kahvehane’ye gidişlerini azalttı. Eskisi gibi caddeler onun üzerinde değil, o caddelerin üzerinde yürüyordu. Sanki ruh eşiyle yan yana dolaşıyordu tüm ilçenin bakışları arasında. Belindeki kamburluk bir mucize eseri düzelmişti birden. Bu duruma en çok Hikmet öğretmen seviniyordu. Artık güneşin batışından ve yanı başındaki ormanın sessizliğinden de zevk alıyordu Ökkeş amca. Mutluluğun o kadar da pahalı zevkler olmadığını fark etmişti bu yaşında. Yaşlılığı için biriktirdiği kötü gün zevklerinden eser kalmamıştı. Mutluluğu Torosların zirvesine beyaz bir bulut gibi çöreklenmişti.
Artık mutlu sona ulaşmak için engel kalmamıştı. Ökkeş amca Semiha Hanımla yüz yüze tanışmak için sabırsızlanıyordu. Bu uzun yazışmadan sonra tanışma hakkını elde ediyordu Ökkeş amca fazlasıyla. Dile kolaydı “bir yıl hayata sil baştan başlamak”. Her ne kadar Ökkeş amca kibarlığından Adana’ya gidip görüşmek istediyse, Semiha hanım kendisi onun yanına gelmek istediğini yazdı. Üç hafta yazıştılar buluşma yeri konusunda. En sonunda Şeker pınarındaki lokantaların birinde karar kıldılar. Ökkeş amca siyah takım elbise, kırmızı kravat
ataşehir escort bayan giyecek ve ceketinin yakasına kırmızı karanfil takacaktı. Semiha Hanım onu bu kıyafetinden tanıyacaktı.
Üç hafta her Pazar Ökkeş amca, Şeker pınarındaki lokantaların önünde üç vardiya nöbet tuttu adeta. Her seferinde gelmiyordu Semiha Hanım bazı mazeretlerden dolayı. Dördüncü hafta, dayanamadı Hikmet öğretmen, kendisi gitti buluşma yerine. Hüzünle buluştu hikmet öğretmenle Ökkeş amcanın bakışları. Hikmet öğretmen arabasıyla aldı onu ilçeye getirdi. Yol boyunca ikisi de hiç konuşmadı. Ökkeş amca arabadan inerken “gelmeyecek değil mi hiç “o” hoca”? Diyebildi boğuk bir sesle. Hayır, cevabını aldı Hikmet öğretmenden.
Ertesi gün Ökkeş amca elinde bir hürriyet ve kelebek ekiyle geldi kahvehaneye, gazeteyi Hikmet öğretmene uzattı, öğretmen endişe ve korkuyla baktı yüzüne. “Yörüm hele bir bak şu kelebek ekine bana uygun biri var mı”? Dediğinde ikisinin de gözleri doldu ve sarılıp ağladılar Ökkeş amca ve Hikmet hoca.
Ökkeş amca yaşama asılı kaldı vazgeçmedi bir daha tadına vardığı yaşamaktan. Ruh eşi ölmüş olsa da ve bir daha görme ihtimali olmasa da hep o varmış gibi yaşadı ömrünün sonuna kadar. Ökkeş amca, yaşam ve ruh eşi ayrılmaz bir bütün oldular Toroslarda…
Hilal Uludağ