Tarih: 29.11.2021 12:47

YETİM ALİ’NİN HAKKINI NASIL ÖDEYECEKSİNİZ?

Facebook Twitter Linked-in


Onunla tanışmamızın üzerinden yirmi yıldan fazla bir zaman geçti. Adana’da gazetecilik yaparken sık sık bir araya gelir, dertleşirdik. Ben İstanbul’a taşındıktan sonra da irtibatımız devam etti. Kendisi İstanbul’a geldiğinde beni aradı, buluştuk, görüştük, eski günleri yad ettik.





Bazen de karşılıklı telefonlaşarak, hatır sorduk, birbirimizin sağlık haberini aldık. Kısacası gönüllerimiz hep bir oldu. Ağabey-kardeş ilişkisi tüm sıcaklık ve samimiyetiyle devam etti. Hala da öyle.





“Ali” denilince pek kimse çıkaramaz onu, ama “Yetim Ali” denildiğinde Adana’da tanımayanı yoktur. Hatta memleketin birçok yerinde cismini görmeseler bile ismini bilen, sesini duyan çoktur.





Müzik dünyasına, Adana’da Yetim Ali olarak adım attı. Yanık sesiyle ne türküler söyledi, ne şarkılar seslendirdi. Düğün salonlarında, halk konserlerinde sahnelere çıktı. Kasetler yaptı, CD’ler çıkardı. Televizyon programlarına konuk oldu, birçok tanınmış sanatçıyla ahbap dostluk kurdu, onlarla birlikte sahneleri paylaştı, programlarda şarkı, türkü söyledi. Hatta ferdi Tayfur’un bir filminde bile rol aldı.





Ama bir gün geldi artık “Yetim Ali” diye anılmak, bilinmek istemedi ve gerçek ad ve soyadıyla devam etme kararı aldı. Afişlerde, kasetlerde Ali Turaç adını görür oldu müzik severler.





Aslında ha Yetim Ali, ha Ali Turaç, ikisi de kendisiydi. Yüreği sevgi dolu, büyüğünü küçüğünü bilen, mütevazi, ahlakıyla, namusuyla çalışıp, geçimini sağlayan tipik Adana delikanlısıydı. Hep öyle oldu, halen de öyle. Yolunu, tavrını hiç değiştirmedi. Parası olsa da olmasa da hep dik durdu, eğilmedi. Namerdin karşısında boyun bükmedi.





Hem insani özelliklerinden dolayı hem de işine olan bağlılığı ve çabası nedeniyle her zaman sevdim, takdir ettim kendisini. Bir dost olarak, ağabey ve gazeteci olarak yanında durmayı, ona arka çıkmayı görev bildim.





Yetim Ali adıyla, Adana’da müzik dünyasının merdivenlerini ağır ağır tırmanırken, bir gün çalıştığım gazeteye ziyarete geldi. Çay içip, sohbet ederken, derin bir soluk alıp, sitemkar bir ses tonuyla “Ahh! Tuncay abim ah. Böyle olmuyor, güzel abim” dedi.





“Ne böyle olmuyor, Ali?” dedim.





“Abi görüyorsun halimizi. Elin adamları tek şarkıyla ünlenip, paraya para demiyorlar. Televizyonlarda klipleri devamlı dönüyor, programdan programa koşuyorlar. Bir de bana bak. Üç kuruş para kazanacağım diye canım çıkıyor. Kaset dersen var, CD dersen var, yıllardan beri çıkmadığım sahne kalmadı. Onlarca sanatçıyla konserlerde, televizyon programlarında birlikte oldum. Onlar aldı başını gitti, ben hala Yetim Ali’yim. Abi babamız yok yetimiz, ama bu kadar emek verdiğim müzik dünyasında da yetim kaldım sanki. Bir elimden tutan yok, arka çıkan yok, ‘bu Ali, bizim Ali’miz, sahip çıkalım’ diyen yok. Bu nasıl şans abim benim, sen söyle.”





Bu sefer derin soluk almak sırası bendeydi. Hem de birkaç defa. Ne diyebilirdim ki? Nasıl çabaladığını görüyordum, ne emek harcadığını biliyordum. Amacının ne olduğunu, nereye varmak istediğini biliyordum. Ama bir şey daha biliyordum ki bu dünyada çalışarak, çabalayarak, emek vererek hedeflediğin yere gelmek çok zordu. Ya doğuştan şanlı olacaktın ya da arkanda bir dayın olacaktı.





Ama o, Yetim Ali olarak tanınarak belki de bu şansını kendisi kırıyordu. İnsanların bu şekilde kendini daha fazla benimseyip, sahip çıkacağını sanıyordu. Bu yüzden de eline su dökemeyecek sanatçılar! malı götürürken, Ali, o düğün senin, bu konser benim dolaşıp duruyordu. Ne cebine sıkıştırılan paranın miktarına bakıyordu ne de, verdiği emeğin karşılığını alamadığına. Hatta arkadaş, dost deyip, düğününde şarkı türkü söylediği insanların sayısı, ücret karşılığı yaptıklarından fazlaydı. Ali, bunu yüksünmüyor, gurur duyuyordu. Çünkü o sevgi adamıydı.





“Böyle olmadığını, olmayacağını ben de biliyorum Ali’cim” dedim. Biz, seni ünlendirmenin bir yolunu bulmalıyız.”





“Söyle abim” dedi, bana doğru biraz daha yaklaştı. “Ne yapalım? Ne dersen yapacağım. Senin, benim için kötü bir şey düşünmeyeceğini, yapmayacağını biliyorum. Ne önerirsen, ne akıl verirsen yaparım.”





Benim gibi diğer bazı gazeteci arkadaşlarımın da Ali’ye arka çıktıklarını, bazen haber yaparak, bazen yol göstererek, bazen de iş ayarlayarak destek verdiklerini biliyordum. Ali nankör biri değil. Kendisine destek olan her kim olursa olsun, sohbetlerimizde anar, “Allah hepsinden razı olsun” derdi.





“Aslında kafamda bir haber planı var. İstersen onu yapalım. Seni biraz daha tanıtmış oluruz. Bugün ben yaparım, yarın bir başkası. Bir gün televizyona çıkarsın, bir gün gazeteye. Bir de bakmışsın Ali uçmuş gitmiş. O gün gelince inşallah bizi tanımazlık etmezsin” dedim.





“Tövbe” dedi, abi” dedi. Ben şimdi burada neysem, o gün gelirse inşallah, benim yine ben olduğumu görürsün. Değişirsem hakkınızı helal etmeyin.”





“Hakkımız sana her zaman helaldir Ali kardeşim” dedim. Asıl sen hakkını helal et. Belki bize edersin de, sana arka çıkmayanlara eder misin bilemem. Bu onlarla senin aranda olan bir şey.





Ali’yle ertesi gün Adana’nın en kalabalık yerlerinden olan İnönü Parkı’nda buluştuk. Anlaştığımız gibi bir seyyar satıcı tablası bulmuş, kasetlerini güzelce tablaya dizmişti. Altta şalvar, üzerinde beyaz gömlek, deri yelek, başında köşeli bir kasket vardı. Yumurta topuk, sivri burunlu ayakkabı giymeyi de ihmal etmemişti. Eski pamuk ağalarına benziyordu. Tablaya yerleştirdiği kasetçalardan bangır bangır kendi seslendirdiği şarkı, türkü yükseliyordu.





Onu görünce gülümsedim. Yanına gidip, “harikasın Ali’cim” dedim. “Tam istediğim gibi olmuş. Sen kasetleri satmaya devam et, ben fotoğraf çekip, kamera kaydı yapacağım. İşim bitince bir de seninle röportaj yaparız.”





“Olur abi” dedi. “Sen nasıl istersen.”





O gün nam-ı diğer Yetim Ali kardeşim, Ali Turaç’la güzel bir haber çalışmasına imza attık. “Adanalı sanatçı kasetlerini kendisi satıyor” başlığıyla verdiğim haber, çalıştığım haber ajansının servis ettiği birçok gazete ve televizyonda yayınlandı. Ali çok sevindi. Çok mutlu oldu.





Ama ne Ali’nin çabası, koşturması ne de benim gibi dostlarının desteği onu istediği yere taşıyamadı. Ali Adana’ya hep verdi, hep gönül yaptı. Ama Ali’nin şansından mıdır, yoksa ona yapılan vefasızlıktan mıdır nedir bilemiyorum ama koskoca Çukurova, bağrından yetişen bu delikanlıyı olması gerektiği yere taşıyamadı.





Birkaç gün önce aradı, telefonda uzun uzun sohbet ettik. Ona söylediğim son sözüm; “Mum dibini ışıtmazmış Ali’cim” oldu.





“Haklısın abi” dedi. “Maalesef kimsenin bizi gördüğü yok. Hep ‘sen bizdensin Ali. İdare et Ali’ diyorlar. Bu memleket bizim, bu insanların hepsi eşimiz dostumuz. Ben buraya çok emek verdim. Çok hakkım geçti. Sağlık olsun. Elbet bir gün gelir helalleşiriz. Gün olur tepeye tırmanamasak da, düze çıkarız inşallah.”





“İnşallah Ali’cim. Gönlümüz seninle..”

















Orjinal Habere Git
— HABER SONU —