Zeynep Oral’ın son kitabının kapağına ya da afişine uzaktan bakınca ilk olarak şöyle okuyorsunuz:
“Bir Devrimci Prenses Zeynep Oral!”
Zarafetiyle bir prensesin -katiyen- gerisinde kalmayan Zeynep Oral’ın yanına prenses değil “devrimci” daha çok yakışır. Ama kitabın tam adı “Anadolu’da Bir Devrimci Prenses” olduğunu da yazalım da her şey yerli yerine otursun. Kitap bu yıl yayıncılıkta 96. yılını kutlayan İnkılap Kitabevi Yayınlarından çıktı.
Anadolu’da yaşamış olan bu prenses kim olabilir? Yakın tarihimiz büyük “bilinmezliklerle” dolu olduğu için ilk bakışta tanımamamız çok normal geliyor. Ama Zeynep için öyle değil. O günde 24 saat üzerinden haftada 7 gün, yılda 365 gün gazeteci olduğundan onun yakınında meydana gelen hiçbir şey dikkatinden kaçmaz… Tıpkı Safranbolu’da yaşayan İtalyan Prenses Cristina Trivulzino Belgiojoso gibi…
Bu son kitap tam anlamıyla sıkı bir gazetecilik çalışması… Ancak mesleğinin ilk yıllarında olan gazeteciliğe yatkın, meraklı ve heyecanlı birinin girişeceği son derece çapraşık bir konu… Yani tam olarak Zeynep’e göre. Onun meslek tutkusu gazeteciliğe adım attığı günlerdekinden bir santim geriye gitmedi. Bu yüzden de kalemi gibi kendisi de hep genç kaldı. Bu konuda, samimiyetine inandığım, görüşlerine değer verdiğim sağlam bir tanığım var. Spor spikeri ve seyyah Yiğit Alpman, bir sergi açılışında Zeynep’i ilk kez gördükten sonra, onun yaşıtı birkaç gazetecinin isimlerini sıralamış ve şöyle demişti:
-Ben Zeynep Oral’ı onlar gibi yaşlı zannediyordum, halbuki ne kadar gençmiş!..
Zeynep’in gençliği meslek aşkından geliyor. Bitmek bilmez bir enerjiyle çalışır. Gazete yazılarından onu izleyenler “amma da çok geziyor” diye gıpta ederler. Oysa Zeynep gezmez, seyahat eder. Yola çıktığı andan itibaren de not defterleri dolmaya başlar.
Mesela “Bu Cennet Bu Cehennem” adlı kitabında yer alan öyküsü şöyle başlıyor:
“Van’dan Hakkari’ye doğru giden otobüsteyim… Van geride kaldı. Van’la birlikte deniz de… Yörede yaşayanlar Van Gölü’ne deniz diyorlar…”
Bir otobüs yolculuğuna koca bir roman sığdırabiliyor Zeynep. Hakkari sokaklarında oyun oynayan çocuklara dikkat kesilmiş:
“… Bir de ‘tıp’ oynuyor çocuklar. Hani ebe olan ‘bir iki üç’ der ve hızla arkasını döner… Tıp deyince herkes olduğu yerde donar kalır. Kıpırdayan, gülen, yerinde duramayan yanar, oyundan çıkar. Hakkari’de çocuklar ‘tıp’ı şöyle oynuyorlar:
“Bir-iki-üç ölüm!”
Güneydoğu Anadolu’da çocuk olmak aynı zamanda “ölümle dans etmek” olduğunu daha çarpıcı kim bu kadar iyi anlatabilir ki?
Zeynep Oral’ın haberleri köşe yazıları daha ziyade çalıştığı gazetelerin (Milliyet, Cumhuriyet) kültür sanat sayfalarında yayınlanır. Ama o ülkenin yakın tarihini kayıt altına alır. Bazen bir konserde olur, bazen de bir sıkıyönetim mahkemesinin duruşma salonunda… Bütün derdi “yaşanılır” bir ülkesi olsun diyedir. Herkes kendine bir yol çizer. Kimi yolunda yürür, kimi yolunu bulur! Kimi de ardında pırıl pırıl bir iz bırakır. Babıali’de onu adı vardır:
– Zeynep Oral’ın gazetecilik yolu!