31 Mart, Osmanlı’da bir gerici isyanın yıldönümü. Derviş Vahdeti ve İttihad-ı Muhammedi örgütünün yönlendirdiği binlerce insan, ellerinde silahlar, sopalar ve yeşil bayraklarla, Meclis-i Mebusan önünde bağırıyorlardı. "Gávur meclis istemiyoruz." Meclis neden gavurdu biliyor musunuz? İstanbul’da büyük bir yangın çıkmış ve 2.500 ev yanmıştı. Yangını Allah, Meşrutiyet ilanı üzerine Osmanlı’yı cezalandırmak için çıkarmıştı. Bu "gavur meclis" kapatılmadan bu tür felaketlerden kurtulmak mümkün değildi.
Ayrıca, 1876 Anayasası’nın 35. Maddesine göre Padişahın meclisi feshetme yetkisi vardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti ise, bu maddeyi Anayasa’dan çıkarmak istiyordu. Protestocular bu Anayasa değişikliğini, zavallı Müslüman halka şöyle anlatıyordu: "35. madde ne demek? 30 Ramazan, 5 de beş vakit namaz. İttihatçılar dinsiz oldukları için ramazanı ve namazı kaldırmak istiyor." Din yine siyasetin emrindeydi. İsyancılar, "Gavurluk istemeyiz, şeriat isteriz," diye bağırarak, Adliye Nazırı Nazım Paşa ve Lazkiye Mebusu Emir Arslan Bey’i linç ettiler. Bahriye Nazırı Rıza Paşa ise öldü sanılarak bırakıldı
İsyancılar, askerlere de kin duyuyorlardı. Çünkü gavurluğu Osmanlı’ya askerler getirmişti. Medrese öğrencilerinin askere çağrılmasını, irticacı Harp Okulu öğrencilerinin okuldan atılmasını protesto ediyorlardı. Onları en çok kızdıran da orduda Harp Okulu mezunu olmayan alaylı subayların emekli edilmek istenmesiydi. "Mektepli zabit istemeyiz," diye bağırıyorlardı. Yolda karşılaştıkları subaylara soruyorlardı. "Alaylı mısın, mektepli misin?" Mektepli ise anında öldürüyorlardı. Mesela şehit ettikleri, Binbaşı Ali Kabuli’nin başı, bir sopaya geçirerek sokaklarda dolaştırılıyordu.
İsyana ilk tepki Harp Okulu öğrencilerinden geldi. Silah kuşanıp sokağa çıkmak istiyorlardı. Komutanları güç bela durdurdu. Komutanların gözü kulağı Yıldız Sarayı’ndaydı Abdülhamid’in tepkisini bekliyorlardı. Yıldız Sarayı ise suskundu. Abdülhamid bir kulağının üstüne yatmıştı.
İsyancıların istekleri bitmek bilmiyordu. Türkçe eğitim, yeni okul istemiyorlardı; medreseler yeterliydi. Kızlar okula gitmeyecekti, şeriata aykırıydı. Yazışmalar Türkçe yapılmayacaktı. Yoksa din elden giderdi.
Nihayet, Selanik’teki 3. Ordu, İstanbul’a müdahale kararı aldı. Adına "Hareket Ordusu" dediler. Kurmay Başkanı Mustafa Kemal’di. Hareket Ordusu’na Celal Bayar gibi gönüllü siviller de katılmıştı. Edirne’deki 2. Ordu da Hareket Ordusu’na katıldı. Bu ordunun genç subaylarından biri de İsmet İnönü idi. Gerici İsyan iki gün içinde bastırıldı ama 3’ü subay 71 asker şehit olmuştu.
Şehitler büyük bir törenle toprağa verildi. Ancak sadece tören yeterli değildi. Hürriyet şehitlerine bir anıt yapılmalıydı. İki yıl sonra da "Abide-i Hürriyet Anıtı", büyük bir halk katılımıyla açıldı. 31 Mart şehitlerinin isimleri tek tek anıta işlendi. Mezar odasına giren kapının üzerine, "Makber-i Şuheda-i Hürriyet" yazılı bir kitabe konuldu. Anıt artık Osmanlı’daki özgürlük hareketlerinin sembolüydü.
Özgürlük ne zaman tehlikeye düşse, Osmanlı aydınları, subaylar ve Harp Okulu öğrencileri, tepkilerini Abide-i Hürriyet Anıtı’na çıkarak göstermeye başladı.
O ŞÜHEDAI SAYGI, MİNNET VE ŞÜKRANLA ANIYORUZ.
(Yarın: Hürriyet Tepesinde Kimler Yatıyor.)