Sabah atölyemde gazetemi okuyordum.
Içeriye bolca bir pantolon giymiş, başında yeşil takke elindeki tesbihi sallayarak sakallı biri girdi.
Onunla birlikte ağır bir hacıyağı esansı kokusu da girdi.
"Selamıaleyküm'' dedi sündürerek.
"Günaydın'' diye mırıldandım.
Yüzü ekşiyiverdi.
Belli ki günün aydınlığı pek hoşuna gitmemişti.
Ayağa kalktım ''buyrun" dedim.
Tam karşımda durmuş dudakları kıpır kıpır bir şeyler mırıldanıyordu.
Dua mı ediyor yoksa bana küfür mü ediyor anlayamadım.
Mırıldanması bitince başını önce sağa sonra sola çevirdi avuçlarını yüzüne sürdü.
"Hayırlı işler hacıağa" dedi.
Hacıağa mı?
Kafamın tası biraz yerinden oynadı.
Hemen lafa giriverdi.
"Bir gün emr-i hak vaki olunca hepimiz öbür tarafa intikal edeceğiz" dedi.
Meraklanmaya başlamıştım.
"Eeeee"dedim.
"Sen mümin birine benziyorsun. Gel sana cennetten uygun fiyattan ve kadeve dahil bir-iki parsel arsa vereyim rahat edersin" dedi.
Cebinden çıkardığı makbuz cildini masaya koydu.
"Makbuz da verecem vergiden düşersin hem"
O an rüya gördüğümü anladım.
Çünkü böyle biri ve böyle bir konuşma gerçek olamazdı.
Ama konuşmanın nereye varacağını merak ettiğim için uyanmadım.
Kafamın tası biraz daha yerinden oynadı
''Sen satranç oynar mısın?'' dedim.
Yüzünün şekli değişti.
''Zinhar''ı yapıştırdı. Günahmış.
Satranç oynayanlar cehennemde cayır cayır yanacaklarmış.
'O halde sen İspanyol açılışını, Sicilya savunmasını ve Vezir gambitini de bilmezsin tabii ki"
"Nerden bilecem'' dedi sertçe.
Sinirlenmişti.
"Peki cennetten bana arsa ayırdığını ben nerden bilecem?'' deyince hırsla ayağa kalktı.
Yüzü morarmıştı.
''Senin gibilere iyilik yaramaz zaten'' dedi.
''Yaramaz zaten ben kötü biriyim'' dedim gülerek.
Kapıyı serçe çekip giderken bir şeyler mırıldanıyordu.
Dua ettiğini sanmıyorum.
Tekrar gazeteme döndüm.
Bir kasabada kuran kursunda bir hocanın iki çocuğu taciz ettiği haberini okumaya devam ettim.
Aydın Sihay