Adnan Gümüş

Tarih: 14.10.2024 18:40

AKADEMİNİN YERİ VE DEĞERİ: 207 ÜNİVERSİTE BİR 'MUHABİR RÜYA' EDER Mİ?

Facebook Twitter Linked-in

Külliyede 2024-2025 Akademik Yılı açılış töreni dolayımında üniversite sorununa değinecektim. Gar Katliamı’na değinecektim. Toplumsal sorunların teori ve pratiğinde bilgi ve bilimin yerine değinecektim. Buna “Rüya” konusu da eklendi.

HİMAYELERİNDE YÜKSEKÖĞRETİM: AKP’NİN TEKNOKRATİK BÜROSU VE İDEOLOJİK AYGITI

Birgün önce 8 Ekim 2024’te Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde “2024-2025 Akademik Yılı açılış töreni” vardı. Cumhurbaşkanı da ilmiyenin başı YÖK Başkanı Erol Özvar da üniversite rektörleri de oradaydı. Yükseköğretim akademik açılış töreni, en yüksek bilgi bilim organı ve mensuplarının, ülke ve dünya sorunlarına yönelik tespitlerinin, bunların sebeplerinin ve çözüm önerilerinin dillendirildiği yılın akademik anlamda en yüksek toplantısı kamuoyuna açıklamasıdır. Yani akademik açılış töreni teori ve pratiğin en yüksek ifade günüdür. Yükseköğretim açılış töreninde yükseköğretimde yabancı kontenjanı ve ödül töreni dışında yükseköğretim kurumlarının ayrışması/uzmanlaşması, dünyadaki sıralaması ve bilişim/yapay zeka teknolojileri gibi birkaç teknik konu dışında hiçbir toplumsal sorun konuşulmadı. 

KADIN KATLİAMLARI DA ANA DİLİNDE EĞİTİM SORUNU DA İŞSİZLİK, YOKSULLUK, ADALETSİZLİKLER DE ÜNİVERSİTELERİN KONUSU DEĞİL

Yükseköğretimde kadın öğrenci artışı ve Azerbaycan ile ortak üniversite kurulması bilgisi dışında insanlık krizi, toplumsal sorun olarak sadece Gazze’de yaşananlar yabancı öğrenci artışı ile ilişkilendirilerek ifade edildi. YÖK Başkanı Özvar: “Dünyanın her tarafından vicdan sahibi milyonlarca insan İsrail’in bu meşum katliam politikalarına karşı tepki göstermektedir. Bunlar arasında akademisyenler ve üniversite öğrencileri özellikle öne çıkmaktadır. Bu durum insanlık adına hem sevindirici hem de umut vericidir. Ancak Amerika ve Avrupa’da bir kısım hükümetlerin İsrail katliamına ve vahşetine barışçıl bir üslup ile tepki gösteren akademisyenlere ve öğrencilere karşı büyük bir baskı uyguladıklarını, bu masum insanların üniversitelerden kovulduklarını üzülerek müşahede ediyoruz. Bilim kurumları olan üniversitelerimiz bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da insanlığın yanında yer aldıkları için risk altındaki bilim insanlarına ve öğrencilere memnuniyetle kapılarını açmaya devam edecektir.”

Yükseköğretim Kurulu, “Gazze halkıyla dayanışma gösteren uluslararası akademisyen ve öğrencilere” Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarına geçişlerini kolaylaştırmış bulunuyor. Yabancı öğrenci 340 bine çıkmış, hedef 500 bin.

Hamas ve Müslüman Kardeşler bağını bir yana bırakarak Avrupa, ABD üniversitelerinden dışlanan öğrenci ve akademisyenleri kabulünü olumlu sayabiliriz.

AKP tarafından belirlenen ve Cumhurbaşkanınca atanan rektörlerin dekanların, tarikat ve çıkar çevrelerinin hışmına uğrayanlara da YÖK sahip çıkar umarım. Barış Akademisyenlerine, Boğaziçi’deki direnişe, FETÖ karşıtı darbe karşıtı KHK’li akademisyenlere de YÖK kucağını açıyordur, kadro ve eleman alımında kendinden olmayanları dışlamıyordur umarım.

Gazze’nin konuşulması yerinde olmuş da ülkedeki ana dilinde eğitim sorunu, MESEM-çocuk sömürüsü, toplumsal cinsiyete dayalı sorunlar, kadın katliamları, eğitimin nitelik sorunları, bilimsel özgürlük ve akademik özerklik sorunu, ülkedeki eşitsizlik ve adaletsizlikler, yükseköğretim mezunlarının istihdam sorunları ve ülkedeki işsizlik sorunları, liyakat sorunları, Diyanet Akademisi, Öğretmenlik Meslek Kanunu, Milli Eğitim Akademisi, öğrencilerin geçim sorunları, akademisyenlerin özlük sorunları, eğitim ve bilimin niteliği sorunları, deprem ve afet sorunları, demokrasi ve ülke aydınlanması sorunları, üniversitelerin personel temizlik sorunları, öğrencilerin beslenme/açlık ve barınma sorunları ve daha nicesi pek konuşulmamış maalesef.

ÜNİVERSİTELERİ YÖK’Ü BOŞVER, ‘RÜYA NE DİYORSUN?’

9 Ekim 2024, akademik açılış töreninin sadece bir gün sonrası, AKP grup toplantısı çıkışı: Bir muhabir/haberci: “Biz her türlü iş birliğine açığız dediniz ama DEM Parti’liler ‘Somut adım yok’ diyorlar. Somut adım olabilir mi, bekleyelim mi?”

AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Rüya ne diyorsun?”

A Haber Muhabiri Rüya Akkuş: “Bence beklemeden siyasette ılımlı iklimi sürdürelim.”

Bir başka muhabir/haberci: “Siyasette ılımlı iklim sürecek mi diyorsunuz?”

AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Rüya verdi cevabını.”

Bilgi bilim üniversiteler “out/dışarı”, parti medyası “in/içeri”.

GAR KATLİAMI’NIN, DÜNYADAKİ VE ÜLKEDEKİ AYRIŞMA VE ÇATIŞMALARIN SEBEP VE ÇÖZÜMLERİNİ BULMADA TÜRKİYE ÜNİVERSİTELERİNİN BİR ROLÜ VAR MI?

8 Ekim’deki yükseköğretim açılış töreninin bir gün sonrası 9 Ekim 2015 yani Gar Katliamı’nın da bir gün öncesi, Gar Katliamı’nın arife günü. AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, A Haber Muhabiri Rüya’nın görüşüne başvuruyor, o da ne yapılması gerektiğini söylüyor, başkan da onaylıyor.

“Rüya” yükseköğretim kurumları toplamından daha fazla dikkate alınmış oluyor veya bu kurguyla tüm toplumsal kesimler toplamda Rüya ile figürleşen bir anlayışta önemleri çok daha arkada kalanları oluşturuyor.

Bu yaşananlar bilgi bilimin, onun başlıca kurumu üniversitelerin, TÜBİTAK’ın, TÜBA’nın işlevsizleştirilmesini, değersizleştirilmesini gösteriyor. Ülkenin bilgi bilimi; ayaküstü bir saniyelik mizansenin veya basit bir enformasyonun çok daha gerisinde kalıyor.

İŞLEVSİZLEŞTİRİLEN, İŞE YARAMAZ HALE GETİRİLEN, PARTİ ORGANINA DÖNÜŞTÜRÜLEN, ENFORMASYONDAN DAHA GERİYE DÜŞEN, İDEOLOJİK, BÜROKRATİK VE TEKNOKRATİK ÜNİVERSİTELER

Bilgi üretimi bizzat toplum üretimidir ve aynı zamanda toplumların en temel üretimidir.

Bilgi; en başta sebeplerin bilgisidir, bir sıra arkada mekanizmaların ve yapıların bilgisidir.

Üniversitelerle medya, bilim kişisi ile haberci/muhabir arasında farklılık vardır: Sebepleri ve çözüm önerilerini bilim bulur geliştirir gerek bilimsel gelişmeleri gerekse günlük oluşum ve olayları haber verme ise muhabirin/habercinin işidir.

Ülkedeki, dünyadaki şiddet ve savaşlar, ayrımcılık ve düşmanlıklar, salgın ve afetler, yoksulluk ve eşitsizlikler, aydınlanma ve gelecek en başta üniversitelerin işidir.

Üniversitelerin birincil görevi araştırma ve denemeler yaparak bilgi üretmesidir, yani teori/felsefe yapmasıdır, sanat yapmasıdır, toplumsal sorunların çözümüne yönelik ana politikaların bilgi temelini oluşturmasıdır, bu bilgilerle sorunların çözümüne, insanlığa, uygarlığa ve teknoloji temel bilinç haline gelmesidir.

Üniversiteler, bilim ve bilgi bir toplumun zihnidir, kafasıdır, uygarlığıdır, teorisidir, çözümü pratiğidir, dahası kültürünün, toplumsal kimliğinin kişiliğinin en temel öğesidir.

Böyle bir zihin, böyle bir tin veya kafa, böyle bir kişilik, üniversiteler ne kadar oluşabildi, son 250 yıllık süreçte az da olsa oluşturulabilenlerden geriye ne kadar kaldı acaba?

ÜNİVERSİTELERDE DAHA AZ KORKANLARIN DAHA ÇOK KORKANLARA TAHRİP ETTİRİLMESİ

6 Ekim Pazar günü “Eğitim Politikaları Konferansı”nda idik. Dil tarih coğrafyaya, ülke/dünya/yurttaşlık tahayyüllerine, bunda müfredatların yerine, üniversite ve fakültelerin rolüne, özellikle de “Medeni Bilgiler” ile DTCF Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinin anlamına değinmeye çalıştım.

Fatma Gök, eğitim ve üniversitelerin yakın tarihi/filojenisi üzerine odaklandı. KHK’li Onur Hamzaoğlu’nun konferansı “Üniversitelerin Tahribatı ve Direniş” üniversitelerin tahribatının biraz filojenisine biraz mekanizmasına dairdi: “Üniversiteler daha çok korkanların daha az korkanları tasfiyesi ile tahrip edildi, artık herhangi bir sorunla ilgili açıklama bile yapamayacak hale geldi, ticarileşme şirketleşmenin yanı sıra pandemi sürecinde daha da yaygınlaştırılan çevrim içi/uzaktan açıktan öğrencisizlik hali bu tahribatı daha da artırıyor.”

İrade ve cesaret kırımı hegemonya ve köleliğin, irade ve cesaret göstermek özgürlüğün şartlarındandır. Cins kıyımına, hayvan kıyımına, halkların kıyımına, bilgi kıyımına, üniversitelerin kıyımına tüm toplum ile birlikte en başta da bizzat üniversiteler bilgi teori üreterek ve kendi pratiğini yeniden yaratarak direnç göstermek zorundadır.

Kendi yaşadıklarının bile teorisini yapamayan, kendi kurumlarını bile toparlayamayan üniversiteler bir amaç/rüya olmaktan çıktığı gibi “Muhabir Rüya” kadar bile etkili olamayan bir konuma düşmekten kendini kurtaramaz.

Uluğ Nutku’ya ve Onur Hamzaoğlu’na atıfla; üniversiteleri bilimi, felsefeyi ilahiyatçıların ve iktidarın ayakçısı konumuna düşüren, tahrip ve tasfiye eden tahribatçıları ve tasfiyecileri tasfiye etmekten başka çare yok. Kant’ın 250 yıl öncesinden çağrısıyla: “Aklını kullanma cesareti göster!”. Türkçesiyle “Aklını başına al!”

Korkunun ecele bir faydası yok.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —