AKIL İLE CEHALETİN ÇATIŞMASI

"Gökyüzü ferah Yeryüzü yeşil, Denizler mavi… Sen, Neden renksiz ve kokusuz olasın ki?" İsmet Orhan¹

"Gökyüzü ferah

Yeryüzü yeşil,

Denizler mavi…

Sen,

Neden renksiz ve kokusuz olasın ki?"

İsmet Orhan¹

*

"An itibarıyla günümüzü ve geleceğimizi şaşkınlıkla izliyor tüm canlılar.

Güya insanlar ve insanlık gelişecek, yaşam koşulları daha iyiye gidecek ve tüm canlılar mutlu olup doğayı daha da güzelleştirecekti!…

Bir, geçmişte ışığı, felsefeyi, tıbbı, sanatı icat edenlere bakın, bir de günümüzde tüm bu güzellikleri yok edenlere...

Aklın yerini sınırsız cehaletin aldığı, iyi ve iyiliklerin bir kenara ötelenip, kötü ve kötülüklerin icat edildiği dönemlerden geçiyoruz ama insanları yönetenler de tüm bunları, bilinçli, bilerek, severek ve isteyerek yapıyorlar artık..."¹

*

Bugünkü yazımızda;

Bir tarafta akıl, bilim ve erdem, diğer tarafta ise cehalet, biat kültürü ve çürüme;

Aralarındaki çatışmayı küresel ve ulusal bakış açısıyla ele alıp zamanımızın ruhunu anlamak ve bir ayna tutmak için mesela, insan olmak ya da insanlık halimize, toplumsal savrulmuşluğumuza ya da mutluluğu nasıl ıskaladığımıza bakalım ve "düşünen varlık" olarak soralım: Sebebi ne ola, müsebbibi kim ola?

Sokrates'in dediği gibi, sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez ki...

*

Biat kültürü ile kula kulluk eden, paraya ve makama tapan çağdışı toplumların zihniyeti, emperyalist dünya düzeninin ve savaşların da temel sebebi olmakla, belki de Immanuel Kant'ın, "Aklını kendin kullan!" çağrısı her zamankinden daha güncel diyebiliriz.

Bilginin cezalandırılıp cehaletin korunduğu, zihinsel, fiziksel ve finansal tuzaklarla dolu olduğu yaşadığımız çağda doğrular rafta ve yuhalanır, yanlışlar ise sorgulanamaz ama alkışlanır halde. İnsanlar,  "Zatü-l Hareke" yani kendi kendine hareket eden, düşünmeyen varlıklara dönüşmüş, toplumun utanç duygusu da mahcubiyet ve pişmanlık yerine övünç kaynağı haline gelmiş gibi değil midir?

İnsanlık tarihinde, dinlerin tarihini referans alan toplumların maddi manevi güçleri birbirine bağlantılı kabullenip doğanın gizemliliğini fark edemez halde yaşamayı “yaşam biçimi“ olarak benimsediklerini görüyoruz, ama bilimsel tarihi incelediğimizde beyni boş, gönlü boş, cebi dolu ama yaşamdan uzak tam tersi bir dünya ile karşılaşıyoruz. Yani bir yanda bilimin, aklın, erdemin ve iyiliğin yolu; diğer yanda cehaletin, çürümenin ve kötülüğün bataklığı duruyor.

Dünyanın gizemli yolculuğunda, düşünmemiz ve sorgulamamız gereken şey: İyiler mert, korkusuz ve özgür bir yaşamı seçerken, kötüler namert, korkulu ve köle bir yaşamı yeğliyor ki, Konfüçyüs bu ikilemi şöyle özetliyor: Erdemli insan doğru olanı, sıradan insan ise yalnızca kârlı olanı yapar. Sizce?

Dünyanın birkaç bölgesi haricinde yaşam “normal çığırından“ çıkmış gibi ... Siyasi, ekonomik, kültürel vb. istikrarsızlığın getirdiği yolsuzluk ve sömürgecilik nedeniyle yoksul yaşayan her ülke, köleliğe mahkum olmayı değil medenice yaşamayı seçmeli, eğer bir toplum yönetim biçiminden hâlâ “kuşku“ hissetmeden yaşıyorsa, "Delirdi mi o toplum!" diye aklımızdan geçmelidir.  Ne derler, "Deli, aklından kuşku duymazmış!…"

Gencinden yaşlısına, cahilinden aydınına kadar çok konuşup az anlamaya başlayan toplumlar, her telde, her dalda, her renkte kirli havayı alıp vermekte...

Sanki meçhule koşan bir toplum gerçeği ve yarınlarından  endişe etmeme hali!... Yanlış mı?

İçinde akıl hastalığı bulunan her düşünce, tarihte “emperyalizmin uşağı“ olarak yerini almaya mahkumdur derler ki, Eric Hoffer'ın sözü burada önemli: Şiddetli inançlar, genellikle yanlış bir şeyi haklı çıkarmak için kullanılır.

Artık tüm dünya alt kültür yoğunluğunda:

Kanaat önderleri işine geldiklerinde sosyalist, liberal, dinci, ırkçı; gelmeyince hepsine düşman olunca

yetkili etkili bilimsel düşünce yok olurken,  yalanlı talanlı sistem varoluşu acı, gülünç ve düşündürücü değil midir?

Ünlü bir söz: "Her şeyin çok yönlü anlamları içinde taşıyan haddi hududu vardır" diye, ama sınırsızlık kutsallaşarak yaşam biçimine dönüşürse; ahlaki, düşünsel sınırlar yok olur ki, beka sorunu, açlık sorunu vb. çözümsüzleşir, o sınırsızlıklar sinirleri yıpratır ve psikolojik çöküntü getirmez mi?

Dil, din, yasa, bilim vb. mecrasından çıkınca şüphecilik hüküm sürmez mi?

Bu, "devlet yetkisiz, millet etkisiz" demektir.

Şimdi,

"Beyaz Zambaklar Ülkesi"ndeki bir uygulamadan söz edelim diyorum.

Finlandiya’da ilkokul öğrencilerinin okul çantalarının iç astarında, "Hey sen! İyi insan mısın?" yazıyormuş... Düşünsenize, o toplumun küçücük çocukları iyi insan olmayı amaç edinerek: ahlaka, adalete, vicdana ulaşıyor; bilimle, sanatla iç içe yaşarken insanları, hayvanları ve doğayı da mutlu kılıyorlar…

Zambaklar...

Taaa ki açtıkları ıssız bölgelerden alınıp salonlarda süs bitkisi olarak kullanılmaya başlanıldığı dönemlere kadar saflığı ve temizliği temsil ederken, artık mis kokuları gitmiş ve küsmüşler tüm insanlığa…

Belki bir gün, yeniden o saf zambak kokusunu duyar, bilgi yeniden ışık olur, vicdanlarımız yol gösterir ve insan, yeniden insan olur. Victor Hugo'nun umudunu taşıyalım: "Hiçbir ordu, fikrin gücüne karşı koyamaz; zamanı gelmiş bir fikrin hiçbir orduya ihtiyacı yoktur."

Bakınız,

Kurtuluş Savaşı'mızdan sonra Cumhuriyetimiz kurulmuş, insanlık adına en erdemli kurumlarla bilimin önderliğinde yükselen bir değer olmaya başlamıştık.

Mesela, Muharrem Yellice'nin ifadesiyle²;

"Milli Eğitim Bakanlığı tarafından  hazırlatılan "Yıl Kitabı"nda, Türk çocuklarına tarih şuuru veren metinlerden biri Hasan Ali Yücel’den:

Eskiyi unut, yeni yolu tut, Türklüğe umut sen ol...

Bizi kurtaran öndere inan, her işte üstün sen ol...

Çalışıp öğren, her şeyi bilen, yurduna güven sen ol çocuğum...

'Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.' diyen bir önderimiz vardı."

 

*

 

Artık gençlik bilime yönelmiş, tarım şaha kalkmış, fabrikalar açılmış, hatta uçak bile üretilmişti. Ne zaman ki ülkenin kurucusu Atatürk ölümle tanıştı, emperyalist düşünce devletimizin gırtlağına sarılmışlar ve dinimizi, milliyetçiliğimizi dahi yönetmeye başlamışlar

Artık tersinden bir yaşam başlamış ülkede; 

İnançlar ve bilim küsmüş, toplumsal çürüme, mafyalaşma, çeteleşme, cinayet, uyuşturucu, hırsızlık, yolsuzluk, liyakatsizlik vb...Bu arada sevgi ve saygı kalkmış, millet 72,5 parçaya bölünmüş. İnsanlar zambak gibi ıssız yerlerde yaşam hakkı aramaya başlamış:

Artık,

İnsanın değeri cebindekiyle ölçülüyor, zengin zenginleşiyor, fakir fakirleşiyor.

Ormanlar yanıyor, nehirler kuruyor adeta Arap Çöllerine dönüyoruz ama kimse bakmıyor ve anlamıyor! Sanki, bir deli cesaretiyle yaşamaya, bir korkak sessizliğiyle ölmeye razı olmuşuz...

Acaba, Friedrich Nietzsche'nin sözü bu çaresizliğe ışık olur diyelim: Sizi öldürmeyen şey, güçlendirir.

Ne dersiniz?

Toplumsal çürümenin dibindeyiz kayıtsız kalıyoruz; 

Mesela, "Emekliler çok yaşıyor, erken ölsünler!" diyorlar ki, bir sorumluluğumuz var diye düşünüyorum. Ya yeteneksizlerin keyfini seyrederek sürüneceğiz ya da bilimin ışığında insanlaşacağız... 

İnanıyorum ki, karanlığın içinde hâlâ o ışık var: İyi insan olmanın direnci... O çantanın astarında yazan “Hey sen! İyi insan mısın?” sözü basit ama medeniyetin ölçüsü gibi değil midir?

Kötü yerine iyilerden olmak en değerlisi ama genetik geçiş, eğitim ve çevre bazen yetmiyor ve medeni kültürü de şart kılıyor.

Albert Camus'nün sözüyle içimizdeki o gücü bulmalıyız: "Kış ortasında, nihayet öğrendim ki, içimde yenilmez bir yaz vardır.". İyi insan olmanın, doğruyu söyleme cesaretini göstermenin tam zamanı, aksi durumun insanlık adına trajedi olacağı ise kuşkusuzdur.

 *

"Dünyanın çivisinin çıktığı böylesi zamanlarda:

Devlet ve Millet nasıl barışır ve birleşir diyorsanız:

Hem millet hem de devlet adına, bugünün küçük dahi olsa cesareti yarının özgürlüğü olabilir …

İyileştirmek için iyi insan olmalısın!

Kalbinin ritmini hissettiğin, vicdanının sesini dinlediğin sürece iyi insan olman içten bile değil ve

Din, dil, ırk, coğrafya kader olmaktan çıkacaktır…

İnan ki!

İyilik kolay kötülük zor…

Görebildiğin, tutabildiğin, işitebildiğin her şeyi iyiye çevirmek elinde ama ölümsüz yaşamak elinde değil!

O yüzden kötü olmayı değil iyi olmayı seçeceksin…

Kötülüğü bilmesen de olur…

Ama iyiliği bilmek zorunda olduğunu hep akıl edeceksin…"¹

*

Sonuçta,

Medeni mutlu insanlar iyiye iyi, kötüye kötü derken; medeniyetsizlerin Zatü-l Hareke halleri, ne acı, ne çirkin, ne garip!

Tercih senin.

*

"Öğretmenlerim!

Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır; sizin asli göreviniz, faziletli ve karakterli o iyi insanları yetiştirmektir..." Mustafa Kemal Atatürk

Suat Umutlu/01 Kasım 2025

Dipnotlar:

¹ İsmet Orhan, gazeteci, yazar...Ekonomi öğrenimi gördü. Ankara’da Arena gazetesini çıkardı; gazetenin Genel Yayın Yönetmenliği ve Köşe Yazarlığı görevlerini üstlendi. Muhtelif dergi ve gazetelerde makaleleri yayımlandı; çeşitli televizyon programlarında yorumcu olarak yer aldı. Anka Ajansı’nın Yayın Koordinatörlüğü görevinde bulundu.

 ABC Medya Grubu’nun Medya Grup Başkanlığı’nı yaptı. Hürriyet ve yurt gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Başbakan Bülent ECEVİT’in siyasi danışmanlığını yaptı. 5 yıl İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilliği yaptı. Türk Geriatri Vakfı’nın kurucusu. Gazeteciler Cemiyeti Onur Kurulu Üyesidir.

 

Tanrı Şiir Yazmış, Atatürk’ü Biz Öldürdük, Atatürk’ü Ben Öldürdüm, Siyasst Spor Sermaye, Sarışın Türk, O Sarışın Türk, Saat Kaç isimlerinde yayımlanan eserleri bulunmaktadır.

https://ismetorhan.com.tr/her-sey-var-hicbir-sey-yok/

https://ismetorhan.com.tr/iyilestirmek-icin/

 

²Muharrem Yellice, Türkolog, yazar.İnsanlık tarihi, Türk tarihi, edebiyat, din ve felsefe alanlarına köklerimize dalarak ışık tutan ve Türk kültür hayatındaki önemli boşlukları araştırarak bilgi ile dolduran; Nepal, Hindistan, İran ve Turan'ın Derinlerinde, Mitolojiden Felsefeye adlı eserleri vardır.

 

https://www.egeolay.com/yazarlar/sibel-bingol/turkolog-ve-arastirmaci-yazar-muharrem-yellice-ile-roportajimiz/754/


SUAT UMUTLU

1.11.2025 16:42:00

YAZARLAR


SALATALIK VE DOMATES REKOR KIRDI

ADANA'DA ANTİK MİSİS’İN HİKÂYESİ ÇAĞDAŞ SANATLA BULUŞTU

“SÜT DİŞLERİ KORUNURSA ALTTAKİ DİŞ SAĞLIKLI OLUR”

ADANA’DA “SANATTA SÜREKLİLİK VE KIRILMA: TARİHSELDEN GÜNCELE” PANELİ

“EKİM AYINDA 28 ÜRÜNÜN 15’İNDE FİYAT ARTIŞI GÖRÜLDÜ”

ADANA TARIM VE SERA & BAHÇE FUARI 4 KASIM’DA AÇILIYOR

ADANA KÜLTÜR VE SANAT DÜNYASINA YENİ BİR SOLUK

SAMET GÜDÜK’ÜN DAVASI ERTELENDİ

RUHİ YANGIN SON YOLCULUĞUNA UĞURLANDI

SABANCI VAKFI, 17.SEZONUNDA  YENİ FARK YARATANLARINI ARIYOR

ALTIN PORTAKAL’DAN 29 EKİM’E ÖZEL GALALAR

CUMHURİYET’İN 102. YILINA ÖZEL KONSER

A.Rezzak ORAL Yazdı/ KUŞATILAN CHP, KUŞATILAN SİYASET

İfral TURGUT yazdı/ CUMHURİYET BİZDEN NE BEKLER

İbrahim ORTAŞ yazdı 5. ULUSLARARASI TARIM VE GIDA ETİĞİ KONGRESİ ÜZERİNE İZLENİMLER

EĞİTİM KURUMLARININ SİYASALLAŞTIRILMASINA İZİN VERMEYECEĞİZ!

SAĞLIK İÇİN DOĞRU AYAKKABI SEÇİMİNDE 7 PÜF NOKTA