İfral TURGUT

Tarih: 27.04.2025 22:49

ARTIK İNSANLARA BAKSAK MI?

Facebook Twitter Linked-in

Kuşadası filozofları, Yani Doğa Filozofları, ya da Anadolu Filozofları, M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda Anadolu kıyılarında, İtalya’nın güneyinde ve İyonya’da (İzmir-Aydın) yaşayan. düşünürler. Neyle uğraşıyorlardı? Yerin, göğün, hayatın fizik yapısıyla, varlığın genel yasalarıyla, matematikle, sanatlarla, bilgi kuramıyla, dinle, devletle, gelenek ve göreneklerle, ahlakla.

O zamana kadar gelen alışkanlıktan terk ederek, farklı yollarla ve farklı yöntemlerle bilgi edinmeyi amaçladılar. Doğa Filozofları adını da bu yüzden aldılar 

Kuşadası Körfezi Filozofları, ilk kez kendi kişiliklerine, kendi varlıklarına, kendi akıllarına güvenerek bakışlarını gökyüzündeki tanrılardan, yeryüzündeki insanlara çevirdiler ve evreni evrene dayanarak açıkladılar. Asla, eski geleneklere, mitolojiye, dine, tanrılara, devlete, otoriteye, etkili adamlara bağlı kalmadılar. Varlığı, özgürce kuramlara bağlamak istediler. Bundan 8.000 yıl önce, aklı rehber edinmişlerdi.

Thales’le başlayan bu yeni yöntem, günümüze kadar gelen bilimsel gerçek kapısını açtı. Kapı açılmıştı ama acaba herkes o kapıdan içeri girebilmiş miydi? Girmek istediler mi? Girmek isteyenlerin önündeki engeller ne idi?

Mesela, yazıyı ilk icat eden Sümerler, kurnaz din adamları eliyle muhayyel tanrılara teslim oldular. Hala saf insanlar, bu dünyanın bir hiç olduğuna, esas olanın öbür dünya olduğuna inanarak, bu dünyanın gönüllü köleliğini yapıyorlar. Bu dünyada ne kadar acı çekerlerse, o muhayyel dünyada o kadar rahat ve mutlu olacağını düşünüyorlar. Karınlarını doyurmanın yaşamak olduğunu zannederek, karınlarını doyuranlara dua ederek yaşıyorlar.

İşin acı yanı, maddi hiçbir sıkıntısı olmayan insanlar, bu zavallıların daha doğru dürüst bir hayat yaşamaları için mücadele ediyor ama korumaya çalıştıkları insanları aşarak onlara yardımcı olma imkanını bulamıyorlar. Çünkü gözleri hep gökyüzünde, her şeyin Tanrı’dan geldiğine, yine Tanrı’nın her dertlerine çare bulacağına, yaşadıkları bu hayatın Tanrı’nın bir imtihanı olduğuna inanıyorlar, ama niçin imtihan olduklarını bilmeden, kendilerini yaratan o kusursuz varlığın niçin kendilerini ömür boyu imtihan etmesine rağmen bir türlü tatmin olamamasının sebebini sorgulamıyorlar. O yüzden bu zavallılara Nietzsche’nin, “Hiç görmediğiniz, tanımadığınız bir varlıkla konuşmaya çalışmanın, duvara söz geçirmeye çalışmaktan farkı yoktur,” sözünü anlatamıyoruz.

Düşünmeden inanmak ve çalışmadan her şeyi göklerden beklemek zahmetsiz ve çok kolay olduğundan her şeyi, hiç okumadığı, aslında okuyamadığı, okusa bile anlamadığı, abdestsiz dokunamadığı, kimsenin de dokunmasını istemedikleri için duvarın yüksek bir yerine astıkları Kutsal Kitaptan bekleyen, bunun için de inanılmaz bir sabır gösteren insanlara yer kabuğunu, yerin katmanlarını, fayı, kırılmayı bir türlü anlatamıyoruz. O ise “zil zal” suresini okuyarak depremi durduracağına inanıyor. 

İnandığımız Kitap ve o kitabın yeryüzündeki temsilci ve görevlileri, çok az konuya odaklanmalarına (!) rağmen bize hala nelerin günah olduğunu, kaçınmamız gereken eylemleri anlatamadı. Nedense, insanı insan yapan erdemlerden ise hiç bahsetmiyor.

Ne yazık ki, (kendi adıma) bu insanlara gerçeği gösterebilmemiz ve onların da gerçeği görmek isteyecekleri konusunda hiç ümidim yok. Bilmem siz, kendi mutsuzluğunun bile farkında olmadan yaşayan, nereden duyduysa, “Türkiye’de her şey var; Avrupa ve Amerika açlıktan ölüyor,” diyen ve (belki de) buna inanan, askerliğini Kıbrıs’ta yaptığı için, Kıbrıs’ı çok iyi bildiğini ve Kıbrıs’ın Baltık Denizinde olduğunu söyleyen insanlarla aynı ülkede yaşamaktan mutlu oluyor musunuz?

Yine de ümitsizce soruyorum, “Artık yeryüzündeki insanlara baksak mı?”

AMA BÜTÜN BU YAZDIKLARIMA RAĞMEN HALA,

• ÜMİTLİYİM VE GELECEĞE GÜVENLE BAKIYORUM.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —