“Seçilmiş” olup da, “oyalama” yöntemini sürdürmeyen var mıdır bilmiyorum! Milenyuma dek de böyle ya da benzeriydi kanımca! Aslında, çok partili sistemle birlikte “hep mi” böyleydi acaba? Aklınıza gelen hangi “seçilmişi” geçmişten/ günümüze tararsanız tarayın; hepsinde bir “oyalayıcı” durum görürsünüz! “İyi yaşatacağız” demişlerdir, yaşatmamışlardır! “Herkes varsıllık içinde yüzecek” demişlerdir, yüzdürmemişlerdir! “Yurttaşın alım gücünü artıracağız” demişlerdir, artırmamışlardır! “Gençlerin gelecek sorunu kalmayacak” demişlerdir, daha da artarak kalmıştır! “İşsizlik sorununu çözeceğiz, üretimden yana politika uygulayacağız” demişlerdir, uygulamamışlardır! “Ülkeyi erince ulaştıracağız, gönence kavuşturacağız” demişlerdir, her sözlerinin “oyalamadan” ileri gitmediğini bir türlü benimsemedikleri gibi, “oyalama” yöntemlerini yenileriyle sürdürmüşlerdir!
***
Seçilmişler halktan değil, halk seçilmişlerden “çok” çekti! Yeni bir seçim dönemine dek “her güç” ellerinde, istediklerini yapma/ yerine getirme istençleri de önlerinde; bir dediklerini yapmaya geliyor sıra, umursamazlık içine girmeden, oyalama yöntemine dayanmadan, gerektiğince, layıkıyla; buna şimdi “liyakat” deniyor değil mi? Oysa insanlar, “alt tarafı bir çiçek toplayıp/ bir hayvan sahiplenip/ birkaç insan tanıyıp/ sevip gidecektik bu dünyadan” Nazım Hikmet’in dizelerinde vurguladığı gibi! Kendine söz verene de, “tamam, bu sorunun çözülecek” diyene de, “yaşanılır bir gelecek” vurgusu yapana da güvenmek istiyordu; öyle uzun uzun beklemeden, her şey alt/ üst olup tüm “güven” duyulan duvarlar yıkılmadan, toplumsal yaşamı aksatıcı olayların önü açılmadan…
Söz verildi, tamam denildi, gelecekten söz edildi; ya sonra… Markete gidemez duruma gelmişsiniz, pazardan alış/ veriş yaparken “kilo” yerine gücünüzün “yeteri” kadar “tanelere” yönelmişsiniz, aysonunu getiremiyorsunuz, mevsimlik sebzeyi/ meyveyi tüketemiyorsunuz, kış geldi çattı/ bağışıklık sisteminizi güçlendirmek zorundasınız/ gerçekleştiremiyorsunuz, ama bir yandan da "emeklilerimiz tarihlerinin en iyi gelir düzeyine sahip” sözlerini de duymaktan, “karanlıktan kurtulamaya az kaldı” yalanlarından kurtulamıyorsunuz? Ama hani, nerede o denilen şey? Yerini ne bilen var; ne de gören!
***
Yaşamım boyunca “oyama” yöntemli işleri hiç sevmedim! Ya “tamam” diyeceksin, ya da “hayır”! Ülkenin içinde bulunduğu durumu ortaya koyarsınız, beceriksiz olan görevlilerden kurtulursunuz, yeni bir izlence oluşturursunuz, herkesin “gücünce” katkı koyması gerektiğini “işi bilenlerle” topluma benimseticisiniz; bu anlaşılır! Ancak “olacak, gelecek, verecek, bitecek, doyacak” denilerek sıralanan hiçbir “-cek ya da -cak” ile biten tümceleri sevmiyordum, bundan sonra da “hiç” sevmeyeceğim! Bir de ortada olan bazı gerçekler vardır; örneğin bir ailenin bir aylık harcaması ne olur, örneğin “bu kişi hangi işte başarılı olur”, örneğin “bu işin başında kim olmalıdır”, örneğin “bir insanın kaldıracağı yük ne olmalıdır”, örneğin “bağışıklığı korumak için nasıl beslenilmelidir”?
“Her şey iyiye gidiyor, enflasyonu aşağıya çekmek için doğru yoldayız, biraz daha dişinizi sıkın!” Sonu gelmeyen, bir türlü de bitecek gibi durmayan bir sürü “söz”, bir sürü “oyalama” yöntemleri! Şimdi ne deniyor; çalışanlarımızı sevindirecek asgari ücret verilecektir! “Verilen sözler” karşına “koca bir yalan” olarak çıkıyor! Ne “söz” veriliyor, ne gerçekleşiyor? “Seçilmiş” olanların “iyi/ güzel” anlayışları da bambaşka! İşinde “liyakatsiz” olanlar için kasanın ağzı açılırken, işi “daha iyi” yapacak olanlar kapı eşiğinden içeri alınmıyor! “Adı bilindik” olanların çocuklarına, yakınlarına bakın; “ballı aylık” alanlardan geçilmiyor, asgari ücretli/ emekli/ dargelirli açlık sınırı altında yaşamaya zorlanırken! Yok, bu “oyalama” yöntemlerini hiç sevmiyorum, sevmeyen birçoklarını da çok iyi biliyorum!