Merkez, il, ilçe yöneticiliklerine, tüm okullara hep atama yapılıyor, artık tüm üniversitelere de atama yapılıyor, rektör atanıyor, enstitü müdürü atanıyor, okul müdürü atanıyor, hatta memuru, hocası atanıyor. Daha iki hafta önce, bir gece yarısı 13 üniversiteye rektör, şu ile vali, bu emniyete emniyet müdürü atandı. Her gün biri alınıyor, biri atanıyor.
Atama ile değer arasında, atama ile ahlak arasında, atama ile kişi olma arasında, atama ile toplum olma arasında nasıl bir bağ bulunuyor acaba?
AKP ve MEB, 2010’daki şura kararından bu yana ha bire “değerler eğitimi”nden söz ediyor. Peki, okullarda ve üniversitelerde atama sistemi değer bakımından ne anlama geliyor acaba?
Okulların, örgün eğitimin neler kazandıracağı her şeyden önce neyi değerli bulduğumuza dair. En başta çocukların ve insanlığın mutluluğu mu gözetilecek? Mutluluk ne?
“Mutluluğun resmini yapabilir misin, Abidin?” Mutluluk bir değer mi ve bir değer ölçüsü mü, nasıl bir değer ve ölçü? Mutluluk duyulabilir mi, bilinebilir mi, öğretilebilir mi? Mutlu olmak nasıl bir duygu, tanımlanabilir tarif edilebilir mi?
Her bir şeyin illa bir özü, mutluluğun bir özü olmak zorunda mı? Yoksa özü olup olmamasının ötesinde varoluşsal bir insan fenomeni mi, yaşantısal bir durum mu?
Bilimsel değerler gerçeklik ve gerçek dışılık, mantıksal değerler doğruluk ve yanlışlık, geometrik değerler şekillilik ve şekilsizlik, estetik değerler güzellik ve çirkinlik, sanatsal değerler yaratıcılık ve sürdürüm, ahlaki değerler iyilik ve kötülük, sosyal değerler dostluk/sevgi ve nefret/düşmanlık, politik değerler eşitlik, etkililik ve eşitsizlik, etkiliksizlik, dini değerler sadakat ve sadakatsizlik, maddi değerler yararlılık yararsızlık, psişik duygusal değerler haz ve acı, felsefi değerler sofya/sebep bilgisi ve bilgisizlik/cehalet, kapitalist değerler para/zenginlik ve fakirlik, libidinal değerler yaşamsallık ve ölümcüllük… bunların hepsi birer değer mi, nasıl birer değer?
Sağlık biyofizyolojik bir değer mi?
Değerler sayılarak sınırlandırılabilir mi, yoksa ne kadar istem ne kadar seçim ne kadar üretim varsa o kadar değer mi var?
Bu yazının konusu açısından, değerin özü her şeyden önce bir insan seçimi ise, bir istem ve bu istemin gerçekleştirilmesi ise, seçemeyen, istemini gerçekleştiremeyen öğrenci, öğretme, akademisyen, okul ve üniversite kendinde bir değer mi, birer kişi kişilik mi?
İnsan seçiminden, insan yöneliminden özerk olarak kendi başına bir değerden söz edilebilir mi?
İnsan bilmeden seçebilir mi?
İnsan bilmeden özgür olabilir mi?
İnsan özgür olmadan merak edebilir, bu merakını sorgulayabilir, bilgi edinebilir mi, ne kadar?
İnsan özgür olmadan seçebilir mi?
Üretim en temel tercih mi, insan ürettiğini seçtiği tercih ettiği için mi üretiyor? Üretim, yaratıcılık bir değer oluşturma süreci mi?
İnsan kendi seçtiği ve istediğini değil de başkalarının dayattığını sürdürüyorsa bunun değer bakımından anlamı nedir? Böyle bir durumda bu öğrencilerin, öğretmenlerin, akademisyenlerin, bu okulların, bu üniversitelerin bir değerinden söz edilebilir mi? En azından yeni bir değer oluşturma imkanından söz edilebilir mi?
Değer ve değerler eğitimi bakımından rektör atamaları dahil atama sisteminin ne anlama geldiğini irdelemeye tartışmaya çalışıyorum.
İnsan hakları temel beyannamesi çocukların ne okuyacağını, okulunu kendi ve ailelerinin seçimine bırakmış durumda. Türkiye maalesef bu seçim hakkına bile saygı göstermiyor, çocuklar ve aileler istemese de imam hatip veya MESEM seçtirmiyor, bunun için çeşitli teşvikler uygulamaya kalkıyor.
Ama sorun sadece okul seçimi ile sınırlı değil, okuldaki hiçbir şeyi seçemiyorsak, okul seçmemizin alanı çok daralıyor.
Dahası üniversitelerdeki atama sistemi, bilim ve araştırmanın başlangıç şartının özgür bir seçim olduğunu yok sayıyor.
Seçemeyen öğrenci, öğretmen, okul, araştırmacı, üniversite… bir kişilik oluşturmuyor, kendi başına bir “değer” sayılmıyor ama bu okullardan ve üniversitelerden “değerler eğitimi”, dahası üniversitelerden değer üretmesi isteniyor.
Daha en başından, en esasından bir terslik yok mu?
Bu olan bitene ve dayatılana az çok direnmeye çalışanlar bir kişilik oluşturuyor, ya bu kadarını da yapmayanlar?