SUAT UMUTLU

Tarih: 08.06.2025 16:25

ATATÜRK ÖLÜRSE !

Facebook Twitter Linked-in

“İnsan, kendi kendisinin efendisidir, ama aynı zamanda kendi kendisinin kölesidir.”
– Jean-Jacques Rousseau (*)

"İnsan, hem Auschwitz’i (2) hem Mona Lisa’yı (3) yaratandır. Bir yandan çocuklara masal anlatır, bir yandan savaş çıkarır. Bu kadar çelişkili, öngörülemez ve kendini kandırma becerisi yüksek bir varlık asla genellemelere sığmaz... İnsan bir deniz olsaydı, yüzeyi dingin ama derinlikleri karanlık olurdu. Üstten bakınca sükûnet, ama altı bilinmezlik doludur..." diyor Dr. Hüseyin Doğan (4)...

"Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor." Bir ülke düşünün ki ne hayal kurduruyor ne de geleceği planlatıyor, sadece kendisiyle uğraştırıyor; hem de bitmeyen bir mecburi "Gündem Dersi" gibi...

Ahmet Hamdi Tanpınar (5) o cümleyi yıllar önce yazmış ve bugün hâlâ geçerli değil mi?

"İnsan; zihinleri, korku içindeyken çözüme değil, hep savunmaya odaklanıyor, tıpkı sisli bir yolda farları daha da açtığınızda görüşün daha çok dağılması gibi...

Daha çok düşünmek her zaman daha iyi görmek değildir, bazen çözüm, zihni değil bedeni yavaşlatınca ortaya çıkar. Sakinlik, bedenin 'tehlikede değilim' sistemini yeniden aktive eden en önemli sinyaldir ve bu sinyal geldiğinde beyin savunmadan mantıklı düşünmeye geçer. O yüzden bazen sadece bilinçli şekilde nefesi yavaşlatma, yavaş hareket etme, bir adım geri atma, iç sesinizi yeniden aktive eder...Çünkü iç ses, ancak gürültü sustuğunda konuşur," diyor doktorumuz.

İnsan, pusulasız bir gemi gibidir; yönsüz kaldığında dalgalar onu nereye isterse oraya sürükler. Ancak rotayı sen belirlersen, varacağın yere sen karar verirsin.

Durağan su zamanla kirlenir, akmayan nehir çürür. Zihin de aynıdır; ona yön vermezsen, geçmişin ve kaygının bataklığında kaybolursun. O yön, seni geliştiren, anlam katan, zihnini ve ruhunu besleyen çabadır.

Biliyorum, belki defalarca susturuldun. Belki konuştuğunda kimse gerçekten dinlemedi. Belki de zamanla kendi sesini bile duyamaz oldun.Ama senin hissettiklerin gerçek. Düşüncelerin önemli. Varlığın, bu dünyada bir iz bırakıyor.Kendine izin ver. Hissettiklerini ifade etmeye, düşündüklerini paylaşmaya, varlığını hak ettiğin gibi yaşamaya izin ver.Sesin güçsüz değil. Yıllarca duyulmamış olsa bile, hâlâ içinde yankılanıyor.Küçük başlaman önemli değil. Bir fısıltı bile, doğru yerde rüzgârı başlatabilir.
Şimdi derin bir nefes al.
Kendi sesini duymak için.
Kendi sesinle dünyayı değiştirmek için...

Dr. Hüseyin Doğan’ın yazıları, insan doğasının karmaşıklığı, Türkiye’nin toplumsal ruh hali ve bireyin iç dünyasındaki çatışmalar üzerine derin bir tefekkür sunuyor. Bu metinler, hem bireysel hem de kolektif düzlemde insan olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor; kaygı, korku, meşguliyet ve sessizlik gibi evrensel temaları, Türkiye’nin özgün bağlamıyla harmanlayarak ele alıyor.

İşte;
Aşağıda, Doğan’ın yazılarından ve Tanpınar’ın sözünden hareketle, Türk insanının durumuna dair bir analiz ve köşe yazısı tarzında bir değerlendirme..

İnsan Olmak ya da Olamamak: Türkiye’de Bir Varoluş Sorgulaması!

İnsan, Dr. Hüseyin Doğan’ın kaleminde hem mucize hem lanet. Aynı anda Auschwitz’in karanlığını yaratabilecek kadar zalim, Mona Lisa’nın zarafetini yaratabilecek kadar yüce bir varlık.

Bu çelişkili doğa, Türkiye’de yaşayan bireylerin ruh hallerinde de yankılanıyor. İnsan, bir deniz gibi: Yüzeyde sakin, derinlikte fırtınalı.

Peki, Türk insanı bu denizin neresinde? Dalgaların mı esiri, yoksa pusulasını eline almış bir kaptan mı?

Meşguliyetin Esareti
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı vermiyor” sözü, Doğan’ın yazılarında günümüz Türkiye’sinin ruhunu özetliyor.Ülke, adeta bir girdap gibi, bireyi kendi gündemine hapsediyor. Ekonomik krizler, siyasi gerilimler, toplumsal kutuplaşmalar...

Mesela, Kenan Özek diyor ki (5):
"Devleti idare eden siyasi yönetimler, dışarıdan aldıkları emirlerle devleti küçültme yoluna gitti.Yeraltı, yerüstü gelir kaynaklarının en büyüklerini yabancılara teslim edip, onun dışındaki her imkânı da kendi aralarında paylaştılar.Vatandaşları da kendi haline terk ederek, 'ne yaparsanız yapın, kendinizi kurtarın' deyince, herkes -birbiri aleyhine- kendini kurtarmaya başladı.

Kimisi; iktidara yanaşarak devlet imkânlarından köşeyi dönüp kendini kurtardı.

Kimisi; çalıştığı iş kolunun önemine binaen yabancı devlet istihbaratları ve siyasi lobilerden doğrudan parasal destek aldı. Ülke aleyhine her faaliyete girişerek kendini kurtardı.

Kimisi; işsiz gariban insanlardan tetikçiler tutarak mafyacılığa ve örgütlü soygunculuğa başladı.

Kimisi; bedenini günlük satılığa çıkararak karnını doyurma yoluna gitti.

Kimisi de; silah zoruyla, yarına çıkabilme amacıyla hırsızlık, gasp, kapkaç ve uyuşturucu işine girdi.

Böyle hukuksuz, ahlaksız, başıbozuk –bırakınız yapsınlar, bırakınız soysunlar- anlayışıyla tüm toplum birbirine girdi.Kamusal yağma düzeni başladı.Bu öyle bir yağma oldu ki; ilk saydığım gruptaki birkaç bin kişi, son gruptaki en az 30 milyon vatandaşın ekmeğini, işini, aşını ve geleceğini çaldı.

Sokağa terk edilmiş bir tinercinin karnını doyurmak için yaptığı saldırı suç sayıldı ama baştaki iktidara yakın kişi ve iş adamının milyonlarca kişinin işine, aşına ve geleceğine saldırması suç sayılamadı.Çünkü devleti bunlar idare ediyor, koşulları bunlar belirliyordu.Bu vahşi ekonomik ve kültürel yağmalama neticesinde, toplumun çok az bir kısmı diğerlerinin imkânlarını çalarak kendini kurtarabildi.Ama toplumun çok büyük bir kesimi, kendini kurtaramadı.Gününü kurtarabilmek amacıyla, namusundan, ahlakından, sağlığından, umutlarından, geleceğinden büyük fedakârlıklar yapmak zorunda kaldı.

Sonuç; son 40 yılda ama özellikle son 20 yılda oluşan ahlaki, vicdani, dini ve insani bozulma, önümüzdeki 200 yılda düzeltilemez boyutlara ulaştı...Ki;

"Memleketin durumu, Türk milletinin düşürüldüğü çok tehlikeli durumun farkına varamayan siyasetçilerimiz hâlâ çoğunlukta.

Atatürk sadece Türkiye’nin, Türk milletinin kurtarıcısı değil, dünyada ezilen, soyulan tüm toplumların kurtarıcı rehberidir," diyor Özek...

Her sabah yeni bir “mecburiyet”le uyanıyor Türk insanı. Hayal kurmak, gelecek planlamak lüks gibi; zira zihin, bitmeyen bir “şimdi”nin içinde çırpınıyor. Bu, sadece bireysel bir mesele değil; kolektif bir yorgunluk. İnsanlar, sürekli bir koşuşturma ve hayatta kalma mücadelesi içinde, kendilerini unutuyor.Doğan’ın deyimiyle, “durağan su kirlenir, akmayan nehir çürür.” Türk insanı, bu hareketsiz bataklıkta çırpınırken, zihnini ve ruhunu besleyecek yönü bulmakta zorlanıyor.

Korku ve Sakinlik Arayışı
Doğan’ın danışanlarında gözlemlediği korku, Türkiye’nin genel ruh halini de yansıtıyor. Zihin, korku içindeyken savunmaya çekiliyor; tıpkı sisli bir yolda farları sonuna kadar açıp görüşü daha da kaybetmek gibi.

Türk insanı, belirsizlik ve güvensizlik sarmalında, geleceği görememenin kaygısıyla yaşıyor. Ekonomik istikrarsızlık, sosyal adaletsizlik, bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması...

Tüm bunlar, zihni bir savunma kalesine hapsediyor. Doğan’ın önerdiği çözüm, basit ama derin: Sakinlik. Nefesi yavaşlatmak, bedeni sakinleştirmek, bir adım geri atmak. Çünkü ancak gürültü sustuğunda iç ses konuşur.

Türkiye’de bu sakinliği bulmak, birey için neredeyse devrimci bir eylem. Zira toplum, sürekli bir kriz modunda; sakinlik, lüks değil, ihtiyaç.

Pusulasız Bir Toplum
Doğan, insanı pusulasız bir gemiye benzetiyor. Türk toplumu da bu gemiye benziyor: Dalgalar nereye sürüklerse oraya giden, rotasını kendi belirleyemeyen bir gemi.

Kaygı, fırtına gibi yelkenleri savururken, umutsuzluk kökleri zayıflatıyor.Ancak Doğan’ın vurguladığı gibi, çare üretmek, öğrenmek ve anlamlı bağlar kurmakta yatıyor.

Türk insanı, çalışmayı çoğu zaman bir “meşguliyet” olarak görüyor; oysa çalışma, sadece ekmek parası değil, kendini keşfetmenin ve iç dengeyi kurmanın bir yolu olabilir.

Toplum olarak bu pusulayı yeniden bulmak, bireysel ve kolektif bir çaba gerektiriyor. Eğitim sisteminin ezberci yapısı, bireyi özgür düşünceden uzaklaştırırken; toplumsal baskılar, farklı sesleri susturuyor. Oysa Doğan’ın “sesin duyulmaya değer” çağrısı, tam da bu noktada bir manifesto niteliği taşıyor.

Sessizlikten Fısıltıya: Türk İnsanının Çağrısı
Türkiye’de birey, çoğu zaman kendini susturulmuş hissediyor. Doğan’ın “Belki defalarca susturuldun, belki konuştuğunda kimse dinlemedi” sözleri, bu topraklarda yaşayan pek çok insanın iç sesini yansıtıyor.Toplumsal normlar, bireyi “uyum sağlamaya” zorlarken, farklı düşünceler, duygular ve hayaller bastırılıyor. Ancak Doğan’ın çağrısı net: “Kendi sesini duymak için derin bir nefes al.”Türk insanı, bu çağrıya kulak vermeli. Küçük bir fısıltı bile, doğru yerde bir rüzgâr başlatabilir. Toplumun dönüşümü, bireyin kendi sesini bulmasıyla başlar. Bu, politik bir başkaldırıdan çok, bireysel bir uyanış: Kendini ifade etmek, hissettiklerini paylaşmak, varlığını hak ettiği gibi yaşamak.

Son Söz: İnsan Olmanın Sorumluluğu
Türk insanı, bugün hem kendi iç dünyasındaki fırtınalarla hem de toplumsal dalgalarla mücadele ediyor. Dr. Hüseyin Doğan’ın yazıları, bu mücadelede bir pusula sunuyor: Sakin ol, iç sesini dinle, yönünü bul, sesini çıkar.

Türkiye, evlatlarına hayal kurma ve özgürce düşünme imkânı vermediğinde, birey kendi pusulasını yaratmak zorunda. Bu, kolay değil; ama imkânsız da değil. İnsan, hem karanlığı hem güzelliği yaratabilen bir varlık. Türk insanı da bu çelişkili doğasıyla, kendi Mona Lisa’sını yaratabilir; yeter ki susturulmuş sesini duymaya cesaret etsin.

Değerlendirme
Doğan’ın yazıları, bireysel ve toplumsal düzeyde derin bir içgörü sunuyor. Türkiye’nin mevcut durumu, bireyi sürekli bir meşguliyet ve kaygı döngüsüne hapsediyor. Ancak çözüm, bireyin kendi iç sesini bulmasında ve sakinlikte yatıyor.Türk insanı, bu zorlu coğrafyada hem kendiyle hem toplumla barışmak için önce kendi pusulasını oluşturmalı.Doğan’ın “sesin duyulmaya değer” çağrısı, bireysel özgürleşmenin ve toplumsal dönüşümün başlangıç noktası olabilir.

Bu yazı, hem bireye hem topluma bir ayna tutuyor: İnsan olmak, çelişkilerle dolu bir yolculuk; ama bu yolculukta yönü bulmak, bizim elimizde.

Unutmayın!
"Sahip çıkılması gereken, korumaya alınması gereken Türk milletidir, ki Türk milleti tarihteki büyüklüğünün cezasını çekiyor.Oysa tarih boyunca, iyi gününde, kötü gününde, ülkedeki farklı soy ve milliyetleri, kendi milliyetinden ayırmaksızın eşit şartlarda kardeş olarak yanında taşımıştı.Fakat yapacak bir şey yok, düşman çok, küresel soyguncu, istilacı devlet çok. Güçlerini birleştirip, ülkemizdeki bazı farklı kültürleri zorla eğiterek, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine örgütlediler. Buna bütün dünyadan koşulsuz destek yarattılar, zira düşman büyük ve bizi koruyacak Atatürk yoktu artık.Biz Müslümanlık sevdasına olaylara hep dini yönden baktık ve bizi çok kolay kandırdılar; Müslümanlar şöyle katlediliyor, böyle katlediliyor diye bizim düşüncelerimizi, siyasetimizi şekillendirdiler. Oysa bütün düşmanlık Türklere yapılıyordu, Türkçe’ye yapılıyordu. Benim halkım bu kısmını hiç anlayamadı ki...

Dolayısıyla bizim iç siyaseti de, dış siyaseti de, yıllardır Türk ve Türkçe düşmanlarının idare ettiğini, siyasetin buna oluşturulduğunu bir türlü anlayamadık, anlasak da değiştirmeye gücümüz yetmedi...

Şimdi anladınız mı bugünkü sömürge durumuna nasıl geldiğimizi?

Değerli okurlar;Ülkemizi ve Atatürk’ü hain siyasete kurban etmeyelim. Zira, Atatürk ölürse insanlık ölür, toplumlar ölür, kıtalar ölür.
Atatürk ilkeleri ve 6 ok, sadece Türklerin değil, tüm ırkların, dinlerin, tüm insanlığın kurtarıcısıdır." - Kenan Özek

"İlim tahsil etmek her Müslüman kadın ve erkeğe farzdır, bir an bilgi ile uğraşmak, bir an kitaba, yazıya bakmak, altmış yıl ibadet etmekten hayırlıdır. Kimsecikler bir bilgiyi yaymaktan daha üstün bir sadaka veremez." - Hazreti Muhammed

Suat Umutlu
08 Haziran 2025

(*) Jean-Jacques Rousseau (1712-1778): Cenevreli filozof, yazar ve besteci. Onun siyaset felsefesi, Avrupa’da Aydınlanma Çağı’nın ilerlemesinin yanı sıra Fransız Devrimi’nin yönlerini ve modern siyasi, ekonomik ve eğitim düşüncesinin gelişimini etkilemiş...
(1) Dr. Hüseyin Doğan: Psikolog, insan davranışı ve toplumsal dinamikler üzerine yazılarıyla tanınan bir düşünür. Danışanlarının ruh hallerinden yola çıkarak bireysel ve kolektif kaygılara dair derin analizler sunuyor.
(2) Auschwitz: II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası’nın kurduğu en büyük toplama ve imha kampı. İnsanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri olarak, soykırımın da sembolü...
(3) Mona Lisa: Leonardo da Vinci’nin 16. yüzyılda çizdiği, sanat tarihinin en ikonik eserlerinden biri. İnsan yaratıcılığının ve estetik dehasının simgesi olmuş...
(4) Ahmet Hamdi Tanpınar: Türk edebiyatının önemli romancısı, şairi ve denemecisi (1901-1962). “Huzur” ve “Saatleri Ayar Saati” gibi eserleriyle, Türk toplumunun modernleşme ve kimlik meselelerini derinlemesine incelemiş...
(5) Kenan Özek: Düşünen, okuyan, yazan; ilgi alanı ise "İnsan, Türkiye, Dünya, Atatürk ve Tarih"...https://www.facebook.com/share/p/1BXgidKsvd/
https://www.facebook.com/share/p/1GE9SKL8E2/
https://www.facebook.com/share/p/1F6ugKRaCx/


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —