İlkçağlardan bu yana, büyük devlet adamlarının hemen hepsi Tarih ile yakından ilgilenmişler, tarihten ders almışlardır. Tarih'ten ders almadan tarihi yapmak mümkün değildir. Tarih bilgisi ve tarih yazıcılığının ötesinde kendi zamanını aşan,yüz yıllar öncesinden yüz yıllar sonrasını görebilme gibi özellikleri ile, Atatürk’ü bunların en başına koymak gerekir.
Onun tarihle ilgisi henüz okul sıralarında başlamış,1923’te İstanbul Darülfünunu Edebiyat Medresesi kendisine Fahrî Edebiyat Profesörlüğü unvanını vermiştir. Atatürk bu karara verdiği cevapta, “Türk harsının mihrakı olan bu Fakültenin millî istiklâlimizi ilim sahasında ikmâl edeceğine emin olarak, profesörleri arasında yer almaktan iftihar duyacağım,” demiştir. Hemen dikkatinizi çekelim ki, Atatürk burada “medrese” ve “müderris”kelimeleri yerine “fakülte” ve profesör”kelimelerinikullanarak ne kadar öngörülü olduğunu göstermektedir.
Türktarihi insanlık kadar eskidir. Osmanlılar ve Selçuklulardan önce de Türkler, dünyanın her yerinde devletler kurmuşlar, yıkılan her devletin yıkıntıları üzerinde de yeni devletler inşa etmişlerdir. Osmanlı devleti çökmüştür ama bu zincir kopmamalıdır. İşte AtatürkMilli Mücadeleye bu bilinç ile atılmıştır. “Bugünkü intibahımızı düne, maziye medyunuz” sözleri bunu anlatır.
Saltanat kaldırılmış ama kavgası gizli açık devam ediyordu. O ise, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğuna inanıyordu. Bu kavgalara son vermek için, Cumhuriyetin, gerçekte var olan bir durumun hukuken de ifade ve ilân edilmesinden ibaret olduğunu söylemiş, Meclis üyelerini gerçek belgelerle ikna etmek için, yine tarih bilgisini kullanmıştı.
Türkiye’yi, dünya milletleri içinde layık olduğu yere koyabilmek için,"Tarih ihtiyatsızlar için merhametsizdir,”diyerek her adımını tarihin derinliklerinden aldığı derslerle atmıştır.Bu söz, halen Anıtkabir Müzesi’nde teşhir edilmektedir.
Osmanlılarda tarihçilik, Tanzimat devrine kadar Ümmet Tarihi anlayışına dayandırılmış, Türklerin tarihi Arap tarihi içinde kaybolup gitmişti. Tanzimattan sonra Osmanlı tarih yazıcılığında bir kıpırdanma oldu. Bunu Meşrutiyet’in tarih yazıcılığı izledi. Ama Batı’nın Türkler hakkındakifikirleri son derece olumsuzdu. Onlara göre Türk, Hıristiyan milletlere zorla boyunduruk geçirmiş, her türlü medenî nitelikten yoksun, aşağı sınıftan bir insandı; atının ayak bastığı her yer kötülük kaynağıydı ve uygar milletler arasında yeri yoktu. Bir Fransız ders kitabında Türklerin sarı ırktan ve ikinci derecede bir insan tipi olduğu yazılıyordu.
Türk tarihinin gerçeklerini gün ışığına çıkarma zamanı gelmişti, gerçekler ana kaynaklara dayanılarak yazılmalıydı. Atatürk,“Türk Tarihi Tetkik Encümeni”ni kurdu.Ülkenin tarihini bilen tanınmış kişilerin topladı ve onlarla beraber bıkmadan yılmadan çalıştı.
Verdiği talimatlardan bazıları şöyleydi:
Sonunda “Türk Tarih Tezi” ortaya çıktı. Ardından da, “Türk Tarihi’nin Anahatları” ve “Türklerin Medeniyete Hizmetleri” adlı iki eser yazıldı.
1937’de İstanbul’da “İkinci Türk Tarih Kongresi” toplandı. Uzun tartışmalardan sonra,Türk Tarih Tezi, insanlık kültürünün, bütün dünya milletlerinin müşterek malı olarak benimsendi.
Atatürk, tarih çalışmalarına son nefesine kadar devam etti, ölüm döşeğinde,“Tarih tezi olgunlaştı, onun üzerinde yürümek, durmadan çalışmak lâzımdır. Bazı imansızlar olabilir, bunlar yolkesenlere benzer; aldırmayınız,” diye son direktifini vermişti.