Toplum olarak bayramları severiz. Dini ve milli bayramlar dışında ne zaman sevinsek bayram yapmayı adet etmişizdir. Geçmiş günlerin basınında; geçmişi ah vah ederek yâd eden bayram yazıları yazılması âdetindi. Bu yazıların çoğuna ah nerede o eski bayramlar diye başlanırdı. Basının ustaları da genç köşe yazarlarına bayram yazıları yazmalarını önerirdi. O zamanlar günlük gazetelerin yerine Gazeteciler Cemiyeti’nin çıkardığı Bayram Gazetesi yayınlanırdı. Böylece gazetecilerin bayramda bayram yapmaları sağlanırdı. Bayram Gazetesi’nin bir özelliği de birbirlerine karşı yazarların aynı gazetede birleşmiş olmalarıydı. Yanılmıyorsam önce Sabah Gazetesi bu geleneğe karşı çıkmış, onu diğerleri izlemiş ve Bayram Gazetesi tarihe karışmıştı.
Geçmiş bayramların bir özelliği de siyasi partilerin birbirlerine göstermelikte olsa ziyaret ederek bayramlaşırlardı. Günümüzde bu da kalktı kalkacak gibi; bazı partiler bu ziyaretleri yapmaktan nedense kaçınıyorlar. Oysa bayramlar bir bakıma; kırgınlıkları ortadan kaldırarak, insanları birbirlerine yaklaştırmayı öne çıkarmıyor mu?
Anlaşılan devir devran değişti…
Dini bayramlardan ben kendi hesabıma Şeker Bayramını daha çok severim; kan yok, kesilen hayvan yok; onun yerine şeker var, tatlı var, çikolata var…
Şeker çikolata deyince aklıma geldi: Bayram öncesinde marketlerde koca koca karton kutular içerisinde çikolata ve şekerler satılır. Fiyatları da az buz değildir. Ancak o kocaman kutuyu açtığınızda içerisinden bir avuç çikolata çıktığını görünce şaşar kalırsınız. Sonra da ben parayı kutuya mı verdim diye düşünürsünüz.
Yakın tarihlere kadar bayram öncesi kırtasiyeci dükkânlarında rengârenk, üzerleri pullu bayram kartları satılırdı. Bürokratların yüksek makamlarına, eşe dosta bayram kartı göndermeleri de adettendi. Bu yönde yoğun bir trafik yaşanırdı. Günümüz teknolojisi bu geleneği de ortadan kaldırdı. Şimdilerde hemen herkes face, sms vb. gibi sosyal medya hesapları aracılığıyla bayramlaşıyor. Bayram ziyaretine gitmekten kurtuluyor! Sanırım bundan postacılar da memnun olmalı; onlar da dağıtımda zorluk çekerlerdi.
Geçmiş günlerde bayram yazılarının bir özelliği de bir fıkrayla sonlandırılmasıydı. Ben de bu geleneği sürdürerek yazımı bir Bektaşi fıkrasıyla sonlandıracağım:
Bir deniz yolculuğunda fırtına patlamış. Herkes yakarmaya, adak adamaya girişmiş. Bektaşi Babası da kendi kendine yüksek sesle:
“Adını bilmediğim evliyaya bir koç adadım” demiş.
Bu garip yakarışa şaşıran bir yolcu sormuş:
“Erenler, hiç adını bildiğin evliya yok mu?
“Olmaz olur mu? Ama hepsini birer kez aldattım da!”
Okuyucularıma, dostlarıma hayırlı nice bayramlar dilerim…