Sözcüklerden çekinirim. Kendime en yakın bildiklerim, çok güvendiklerim dahi bazen beni zor durumlara sokmuşlardır. Bu yazının da çok tehlikeli olduğunu biliyorum. Çünkü konusu kimlik. Okurlarım lütfen bana hoşgörülü davransınlar.
Ben Mahmut TEBERİK!
Doğum tarihim tam olarak bilinmiyor. Kimlik kartımda yazan yıl büyük olasılıkla doğru ama gün ve ay ise yanlış. Davarın, yani keçilerin yavrulama döneminde doğmuşum. Ocak veya Şubat olduğu kesin.
Bir tarihçi; “insanlar babalarından çok zamanlarının çocuklarıdır” demiş. Zaman ise özellikle günümüzde; çok hızlı geçen, tamamen geçici, depolanamayan, ikame edilemeyen, değeri en az anlaşılan, en kötü kullanılan ve borç alınıp verilemeyen bir şeydir.
Bunca yıllık ömrümde yaşadığım sıkıntıyı ben bilirim. Hızla değişen çevre, olaylar, bilgi birikimi ve buna ayak uydurmaya çalışan ben.
1960’lı yıllar: Taşobası Köyü’nde tipik köy yaşamı. Adımı, sülalenin büyüğü, köyün imamı Kara Mahmut Hoca’dan almışım. Varın siz yorumlayın benden beklentileri. Aile, sülale ve Taşobası aidiyetinin başlaması.
Doğumdan hemen sonrası kimliklerim; Taşobalıyım, Fakılar sülalesindenim. Çolak Salihin torunu, Abidin oğlu, Suna’dan olmayım. Dinim İslam, Mezhebim Hanefi. Bana soran oldu mu? Hayır
1963-1968: İlkokul yılları. Sanal da olsa kitaplarda, Taşobası’nın dışında bir başka dünyanın varlığını keşfediş.
1968: Tarsus’ta ortaokula başlama ve bir yıl bile geçmeden ülkücü hareketle tanışma. Kimliğime Tarsus ve ülkücülük aidiyetinin eklenmesi.
1969 -1974: Mersin’de ortaokul ve lise yılları. Devlet parasız yatılı okuma. Anadolu’nun yoksul çocuklarıyla ortak pansiyon yaşamı. Tevfik Sırrı Gür Lisesi, Pansiyon ve Mersin’lilik aidiyeti.
1974 ve sonrası: Adana Mühendislik Yüksek Okulu. Okulu bırakma noktasına gelecek düzeyde yoksulluk, sol düşünceyle tanışma ve devrimcilik aidiyeti. Okul bitince Endüstri Mühendisi, baba vb.
İki yıl Çukobirlik’te mesleki yaşam, sekiz ay Köprüköyü, 6. Kolorduda zorunlu misafirlik, akabinde dört ay kısa devre askerlik, Tarsus’ta triko, yani örgücülük işleri, vb. geçen zaman.
Ve sonrası: TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nda yirmi yıllık yöneticilik yaşamı ve TMMOB aidiyeti. Devamında iş güvenliği uzmanlığı, işyeri hekimliği, işyeri hemşireliği ve işgüvenliği uzmanlığı eğitmenliği.
Şimdilerde ise emekliyim. Ayrıca, öğünmek gibi olmasın ama Ada, Deniz ve Öykü’nün dedesiyim. Siyasal düşüncem ise “olduğum gibi görünmek” prensibim gereği devrimcilikten sosyal demokratlığa evrildi.
O halde ben babamın değil zamanın çocuğuyum desem yeridir. Bugün geldiğim noktada soruyorum kendime: Ben kimim?
Kimlik, çok çeşitli aidiyetlerden oluşur ve o bu haliyle bir yamalı bohça değildir. Gergin bir tuval üzerine çizilen bir desendir o. Tek bir aidiyete dokunulmaya görsün, sarsılan bütün bir kişilik olur.
Nüfus cüzdanımdaki bilgiler beni dünyada tek yapıyor. Kimliğim beni başka hiç kimseye benzemez yapıyor. Elli yıllık ömrümde kimliğimi oluşturan bir sürü aidiyetler oldu.
İnsanlar yasaklanmış kimliklerini öne çıkarırlarmış. Bana göre doğru. Ben kendimi en fazla saldırıya uğrayan aidiyetimle tanımlamaya çalıştım. Kimi zaman bu aidiyeti savunacak gücü kendimde bulamadığımda onu gizledim. O, içimin derinliklerinde kaldı, geceye sinip ödeşme saatini bekledi.
Bu nedenle insanlar, yukarıda bahsedilen gergin tuval üzerindeki kimliğini oluşturan tüm aidiyetleri; hayatını, aşklarını, inançlarını başkalarının özgürlüğüne saygı göstererek seçmeli ve yaşamalıdır. İnsanlar ancak bu şekilde “mış” gibi değil kişisel bütünlük içerisinde yaşayabilirler.
Nasıl ki kuşun kanadı kırıldığında kuş gibi, karıncanın ayağı koparıldığında karınca gibi yaşayamıyorsa, insanın da duygusal kanat ve ayaklarından birisi koparıldığında kişisel bütünlük içinde yaşayamaz.
Ben Mahmut TEBERİK!
Dünyada tekim ve bir benzerim yok. O halde ben kimliğimi oluşturan Taşobalı, Adana’lı, mühendis, vb. aidiyetlerimi başkalarını rahatsız etmeden özgürce yaşamak istiyorum. Aynı şekilde başkalarının da beni rahatsız etmeden kendi kimliklerini oluşturan aidiyetlerini özgürce yaşama haklarını tanıyorum ve destekliyorum.
Ancak bu noktada yerel, bölgesel ve evrensel sıkıntılar var. Yerel ve bölgesel sıkıntıları biliyoruz. Ortadoğu’yu, yönetim erkini elinde tutan çapsız, insanlığın ortak değerlerini kavrayamamış siyasiler yönetiyor.
Bunlar, toplumları ülkelere göre değişmek üzere Sünni, Şii, Alevi, Türk, Kürt, Arap, Yezidi, vb. dini, mezhep ve etnik kimliklerine göre değerlendirip ötekileştirerek, çatışmaları körükleyip düşman hale getirerek iktidarda kalmak istiyorlar.
Sonuç; kan seli, acı, gözyaşı, esir edilme, cariye yapma vb. insanlık dışı olaylar yaşanıyor.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim Evrensel ya da küresel sıkıntılar. Küreselleşme süreciyle birlikte dünya ölçeğinde çok ciddi bir tek tipleştirme yaşanmaya başladı. Tek bir merkezden aynı yaşam tarzının ideolojisi pompalanıyor.
Bakın çevrenize. Yüzlerce radyo, televizyon, gazete, dergi vb. yayın yapıyor. Çok çeşitlilik gibi gözükse de aslında aynı merkezden, aynı kanalları kullanarak iletişim sürecini tek yanlı işleterek kitlelere “serbest rekabet, hür teşebbüs” ve “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisini aşılıyorlar.
Alt yapı üst yapıyı belirlediği için dünyanın batısında yaşanan bilim ve teknolojideki çok hızlı gelişmeler insan-insan, insan-örgüt ve örgüt-toplum ilişkilerini de sarsıyor, değişime uğratıyor. Batının kendi içinde yaşadığı ve dünyaya dayattığı ekonomik entegrasyon sosyal, siyasal, kültürel entegrasyonu zorluyor.
Türkçesi ile söylersek: Küreselleşme sürecinde batı, dünyayı kendisi gibi olmaya zorluyor ve öteki olanı dışlıyor. Batı tüm dünyaya aynı tür düşünce, aynı tür giyim, aynı tip evde oturma, aynı filmleri izleme vb. yaşamı dayatıyor.
Bugün ülkemizde Kürtler haklı olarak kendi ana dillerini konuşup yazamamaktan şikayetçi. Süresini bilemem ama ileride biz Türklerde İngilizceye karşı büyük olasılıkla Türkçeyi savunmak durumunda kalabilir miyiz, diye düşünmeden edemiyorum.
Hal böyle olunca kimlik bunalımı, kimlik çatışması başlıyor bende. Ben, bende olanı, benim olanı yaşamak istiyorum. Yunus Emre: “Bir ben vardır bende, benden içeri” demiş. İşte ben, o beni yaşamak istiyorum. Onlarsa benden, kendilerinde olanı yaşamamı istiyorlar.
Ekonomik anlamda kendi varsıllıklarını asla paylaşmıyorlar benimle. Aksine bende olanı da alıp götürüyorlar. Ama sosyal, siyasal ve kültürel yönden kendileri gibi olmamı istiyorlar.
Ben; “Seher vakti bu yerde kimler ağlamış, / Çimenler üstünde gözyaşları var” türküsüyle duygulanarak başkalarının derdini kendimin derdi sayıyorum.
Onlar ise; “boşver başkalarını, her koyun kendi bacağından asılır” düşüncesini dayatıyorlar bana.
Onların istekleri doğrultusunda yaptığım her davranış sonucunda ruhumun kanatları ve kollarını kırılmış hissediyorum. Kendimle barışık olamıyorum ve kişisel bütünlüğümün zarar gördüğünü düşünüyorum.
İşte bu noktada tekrar soruyorum kendime:
Ben kimim?
Mahmut TEBERİK
Endüstri Mühendisi