Mahmut TEBERİK

Tarih: 07.05.2023 14:34

<strong>BİAT KÜLTÜRÜ</strong>

Facebook Twitter Linked-in






Erdoğan: “Biz Allah'tan emir alıyoruz. Onlar Kandil'den emir alıyor. Dini, bayrağı, ezanı olmayanlar Bay Kemal'i destekliyor'.





Millet İttifakının oluşumuna bakınca, Kandil suçlamasını geçiyorum. Ancak, demokrasilerde egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur, milletindir. Milletten emir alınır, millete hesap verilir. Başka hiçbir güç veya erkten emir alınmaz, başka hiçbir güç ya da erke hesap verilmez.





Biat kültürü ile yetişmiş birinin, bilerek, inanarak ve isteyerek yaptığı bir suçlama.





Peki, biat etmek nedir? Birinin egemenliğini tanımak, kabul etmektir.





Ülkemizde güçler ayrılığının temel bileşenleri olan yargı, yürütme, yasama, bürokrasi ve basın büyük bir baskı altında biat kültürü ile hareket eder hale gelmiş, devlet felç olmuştur.





Bu hukuksuz, haksız, adaletsiz tavır ve davranışlar nasıl gösterilebiliyor? Bence bunun altında yatan nedenlerden biri de sosyolojik bağlamda biat, yani itaat etme ya da sadakat kültürüdür. Oysa devlet yönetiminde sadakat değil, liyakat (layık olma) esastır.





Peki bu kültürün kaynağı nedir? Beş bin yıllık Ortadoğu despotik İslami devlet geleneği.









Peki neden böyle yapıldı?





Amaç, bu askerlerin diğer illiyet, sadakat vb. bağlarını koparıp atarak sadece padişahı bilmeleri, ona hizmet etmeleri, ona biat etmeleri, böylece düzenin sürmesi amaçlanıyordu.





Biat ilişkisinin sürmesi için de din ve mezhepler - günümüzde ırk ve etnik ilişkiler- kullanılıyordu. Zaten bütün tarihi boyunca dinler, ırk ve etnik ilişkiler, yönetenlere payanda oldular, destek verdiler. Buna karşılık yönetenler de dinlerin yaşayabilmeleri için her türlü desteği verdiler.





Örnek mi istiyorsunuz? Konstantin kendi çıkarları için Hristiyanlığı kabul edip diğer din ve inançları bastırmasaydı Hristiyanlık bu kadar büyür müydü? Türk hakanları kabul etmeseydi İslamiyet bugün ne durumda olurdu?





Dönelim tekrar biat konusuna.





1920 li yıllar. Ülkenin dört yanı ateş çemberi. Paylaşmış Anadolu’yu emperyalistler. Ama hesap edememişler Mustafa Kemal’i ve milli mücadeleyi. Mustafa Kemal, emperyalizme karşı bağımsızlık bayrağını açıp ulusal kurtuluş mücadelesini başlattığında, bu biatçılar ne yaptı?





İngilizlere biat eden Padişah Vahdettin ve Şeyhülislam Mustafa Sabri, Ali Kemal gibi İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Cemiyetinin üyeleri ölüm fermanı yayınladı Kuvvacılar için. “Mustafa Kemal’in katli vaciptir” diye fetva verdiler. Anzavur, Delibaş ve Çapanoğlu’nu saldılar kuvvacıların üstüne.





Bugünkü biatçılar ne yaptı?





“Kurtuluş savaşını keşke Yunanlılar kazansaydı” diyen, “Atatürk’e muhabbeti olanlar benim cenazeme katılmasın” diyen Fesli Kadir Mısıroğlu’nun cenazesinde hükümet düzeyinde saf tuttular. İşte başımızın belası, geçmişten gelen bu biat kültürüdür. Bu öyle bir kültürdür, alışkanlıktır ki bu toplumun genlerine işlemiştir. Bu kültür bu toplumun ayağındaki prangadır.





Mustafa Kemal’in yapmak istediği de bu prangayı söküp, bu toplumu özgürleştirmek, bağımsızlaştırmak, tebalıktan, yani kulluktan, köle ruhundan kurtarıp birey yapmaktı.





Başarılı oldu mu? Tabi ki oldu. Bugünkü anti demokratik dayatmalara, zorlamalara, toplumu değiştirme oyunlarına karşı bu direnç elbette bunun sonucudur.





Demokratik, parlamenter sistemden tek adam diktatörlüğüne geçiş sistemi de bu nedenle, yani toplumun direncini kırmak için dayatılmıştır bu ülkeye.





Daha da kötüsü var: Devle Kuramı. Abbasi klanı, savaşta Emevileri yenerek iktidara geldiklerinde 'Devle' kuramını ortaya attı. Peki, İslam dünyasında neler yaşandı da bu kavram geliştirildi?





Hz. Muhammed sonrası çok kanlı bir iç savaş süreci yaşandı. Görev yapan dört halifeden üçü öldürüldü. Bitmedi, iktidar mücadelesinin sonucu olarak Cemel Vakası ve Sıffin savaşlarında tam seksen üç bin insan yaşamını yitirdi. İslam dünyası tam bir şoka girdi, olup biteni anlamakta zorluk çekiyorlardı.





İşte bu süreci aşabilmek için bu kavram geliştirildi. Ne diyor Devle kuramı?





'İktidarı ele geçiren ve elinde tutmayı başaran bireyler veya hanedanlar; Tanrı’nın lütfuna erişmiş, dolayısıyla ahlaki olarak desteklenmeye layık kişilerdir. Tanrı’nın lütfuna erişmiş olanlar, zalimce davransa bile onların yönetimine yine de katlanılmalıdır.'





Dikkat! Yöntem ne olursa olsun, iktidarı ele geçirenler ve elinde tutmayı başaranlara her koşulda sorgulamadan, yargılamadan biat edilmeliydi.





Sevgili okur!





Ben tarihe zaman-mekân açısından yaklaşırım. Bugünün penceresinden bakıp bin yıl öncesini yargılamam, ancak değerlendiririm. Yukarıda sıraladığım tarihi olayları asla yargılamam, çünkü yaşanmış bitmiştir.





Ben tarihi olmuş, bitmiş, yaşanmış kabul ederim. Bugünü değerlendirmek bağlamında geçmişten ders çıkarmak için veri olarak kullanırım.





Dünya insanlık tarihini az buçuk izleyen birisi olarak; bireysel hak ve özgürlüklerin zirve yaptığı günümüz dünyasında insanların halâ birilerine biat etmesini, bağlanmasını, birilerinden emir almasını, özgür iradesini ona teslim etmesini anlayamıyorum.





Beni Mersin Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nde beş yıl boyunca Türkiye Cumhuriyeti Devleti okuttu. Ben bugünlere Cumhuriyetin ebeveyn (ana ve baba) şefkatiyle geldim. Bu Cumhuriyet, bu devlet benim ebeveynimdir.





Her evladın ebeveynine karşı borcunu ödemesi, sorumluğunu yerine getirmesi de en asli görevidir.





Sonsöz: Kuyruğu dik tutun! “Dünya gene de dönüyor!” demiş Galile.





Mahmut TEBERİK





Endüstri Mühendisi



Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —