Demokrasinin En Karanlık Anı…
“Her millet, layık olduğu şekilde yönetilir.” der, Josef de Maistre...
Voltaire'e atfedilen bağlantılı bir söz ile devam edelim.
“Sıradan hırsız paranızı, cüzdanınızı, bisikletinizi çalar.
Politik hırsız ise geleceğinizi, hayallerinizi, bilginizi, adaletinizi, eğitiminizi, sağlığınızı, gülümsemenizi çalar.
İkisi arasındaki fark şudur;
sıradan hırsız sizi seçer, diğerini ise siz..."
Bu çarpıcı söz, yalnızca kimin ne çaldığını değil, kimin çalmasına nasıl fırsat verdiğimizi gösteren, Demokrasilerin içindeki trajik ironiyi yüzümüze vuran,sandık başında da verdiğimiz kararları meşrulaştıran bir söz:Geleceğimiz çalınırken dahi...
Aynı demokrasinin gücünü ve kırılganlığını da yansıtan bu evrensel gerçeklik, sadece bugünün meselesi de değil.
Filozoflar, halkın yönetim üzerindeki sorumluluğunu ve ihmallerinin doğuracağı sonuçları hep tartışmışlar:Platon’dan Orwell’e, Cemil Meriç’ten H.L. Mencken’e kadar...
Demokrasi ile sorumluluk arasındaki gerilimi ya da ikilem nedeniyle;
Platon (MÖ 4. yy):, “Kamu işlerine karışmayanların cezası, kendilerinden daha kötüler tarafından yönetilmektir.” diyor.
Gerçekten kötü insanların yönetimine razı olup kamu işlerine karışmayı reddediyoruz ve bu pasifliğin sonuçlarına değinen Voltaire’in “siyasi hırsızı siz seçersiniz” sözü ile de örtüşüyor gibi...
George Orwell (1984), “Halk, özgürlüğünü korumak için uyanık olmazsa, onu çalanlar her zaman bulunur.” diyor.
Burada bilgi erişimi ve sağlığın çalınması çağdaş bir anlam kazanırken manipülasyon da bu maskenin en tehlikeli biçimine dönüşüyor.
H.L. Mencken'in (20. yy),“Halk, hak ettiği hükümeti alır.”aforizması, halkın uygun lideri değil ama yaptıklarına razı olunan liderleri seçtiği gerçeğini özetlemiyor mu?
Cemil Meriç ise içimizden biri ve “Halk, zincirlerini kırmadığı sürece, efendilerini kendisi yaratır."diyor. Bu, Voltaire’in sözünün yerel yansıması değil midir?
O, halk, eğitimsizliğinin ve sessizliğinin politik hırsızlığa kapı açtığını belirterek bireysel sorumluluğa dikkat çekiyor..
Hepsi, Voltaire’e atfedilen sözde birleşiyor ve bir gerçeğe işaret ediyorlar:Sessizlik, cehalet, korku,biat ve ilgisizlik bir insanı kötülüğü davet ederken sadece o bireyin değil, toplumun da kaderini belirliyor...
Günümüzde de, dünyanın çeşitli yerlerinde halk, bizzat kendi oylarıyla, kendi geleceğini çalan o yöneticileri iş başına getirmekte olmakla bu trajik ironinin üzerinde duralım ve onların seçiliyor olması sadece seçenlerin kabahati midir? diye de düşünelim mi?
Elbette bu seçiyor olmamız sadece siyasi arenada değil, hayatın içinde her alanda geçerli:
Ailede bir karar alırken de, iş'te patron ya da işçi olurken de...
Ya da bir kurum ya da kuruluşun, bir örgütün idaresini teslim eder ya da alırken de...
Ama, bizim millet olarak en çok ilgimizi çeken hep siyaset olmuştur, öyle değil mi?
Mesela, bir partiye üye olurken, yönetimine aday olurken ya da birilerini seçerken hep bir kriterlerimiz vardır: Ehil olup olmadığına bakmaksızın oy veririz, eşimizin dostumuzun milletvekili olmasına, şehremini seçilmesine...
Bazen oda,baro,dernek,sendika hatta Yapı Kooperatifi başkanlığına aday olanları hangi gözle puanlıyoruz?
Biz bunları bir kenara bırakıp, ülkenin iç'te ve dış'ta idaresini teslim ettiğimiz dönemleri kısaca irdeleyelim :
Cumhuriyet’imizin ikinci yarım yüzyılı, siyasi figürlerin vaatlerle iktidara gelip halkın güvenini suistimal ettiği birçok dönüm noktasına ve yönetim biçimlerine tanıklık ederken, elbette ki farklı düzeylerde bu “politik hırsızlık” metaforu da doğal olarak görüldü ve yaşandı...
“Vaatlerle gelen”lere kayıtsızca inanan halk ise neticede geleceğini heba edenleri seçmesine seçmişti ama büyük risklerle yüzleşirken , bu gün unuttu mu diye de sormak istiyorum.
Bakınız,
1970’ler, siyasi istikrarsızlık, ekonomik kriz ve darbeye giden yolun,1980 'ler ise darbeyle hak ve özgürlüklerin askıya alındığı uzun bir dönemdi...
1990’larda yolsuzluk, medya manipülasyonu ve 28 Şubat süreci yaşanırken,2001 Krizi ise halkın birikimlerinin eridiği ,yoksullaştığı yıllar oldu.
2002 sonrası AK Parti ile başlayan umut , bir süre sonra hukuk devleti zemininden uzaklaşmanın, medya ve yargı kontrolünün, kutuplaşmanın, ekonomik çöküşün ve liyakatsizliğin dönemi oldu ve halen insanlar çocuğunu eğitemiyor, evini geçindiremiyorken dahi ekrandaki liderine sadakatle bağlı gibi...
Neden?
Dünyada, fanatizm, cehalet ve korku gerçekten politik hırsızların en işlevsel araçları olmuş...
Bizde,
Süleyman Demirel...
'Şapkamı kaptırmam' diyen, başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapan siyasi lider...
1970’lerde ekonomisi petrol krizi, yüksek enflasyon ve yolsuzluklarla çalkalanmış, “Güneş Motel” skandalı ve halkın sisteme olan inancınının sarsılması yanında, O, "Barajlar Kralı" olarak tanındı ama Türkiye 70 cente muhtaç hale geldi, istikrarsız koalisyonlar, enflasyon ve yoksulluğun artışı...
Siyasi çekişmeler, sağ-sol ayrışması ve kötü sonuçları...
Bülent Ecevit,ki Kıbrıs Fatihi, dürüst insan bir başbakan... “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganıyla ve halkın verdiği isimle "Karaoğlan" olarak bir umut olan ancak 1974 Kıbrıs çıkarmasından sonra gelen ambargo ve 2001 krizinde çöken koalisyon hükümetinde ise halkı IMF reçetelerine teslim eden bir idareci oldu.
Turgut Özal, 80 darbesi sonrasında idareyi aldı, Liberal ekonomiyle büyüme de sağlayan ancak gelir eşitsizliği, kayıt dışı ekonomi ve yaratılan sosyal uçurumdaki derinleşme unutulmadı...
Tansu Çiller...
O, ilk 'Kadın Başbakan'... Döneminde,popülist kararlar aldı, adı banka hortumlamaları, tarikat ve mafya ilişkileriyle anıldı, ki Susurluk kazası, bu dönemin karanlık ilişkilerini de açığa çıkardı.
Mesut Yılmaz döneminde ,yolsuzluk iddiaları yoğundu, bu ANAP'ın çöküşünü hazırladı. Medya ile içli dışlı siyaset tarzı da güveni sarstı.
Recep Tayyip Erdoğan,2002’de, siyasette hem dört eğilimi biraraya getirmek hem de yoksulluk, yolsuzluk ve yasakları (3Y) ortadan kaldırmak için geldi ve ilk dönemdeki ekonomik büyüme ile aldığı yetkiyi yargı hamleleriyle de pekiştirdi. Ama, seçimlerdeki usulsüzlük iddiaları da oldu , mesela bazı bölgelerde %2–8 arasında usulsüz oy saptanmış...
Gerçekten, önce reformcu kimlik, zamanla medya kontrolü ve yargı bağımlılığı, “tek adam” yönetimi....
Ülke ekonomisinde kriz, sağlık ve eğitimde çöküşler, vaatlerin gerçekleşmemesi,liyakatın yok sayılması vs.
Halk, birçok kez duygusal, inançsal veya korkuya dayalı gerekçelerle oy vermesine rağmen her seferinde sağlığın, eğitimin, adaletin ve umutların yok olmasına ne dersiniz?
Öyle bir gelir dağılımı uçurumu var, ki en zengin %20, toplam gelirin yarısını alıyor. İşsizlik oranı %28 civarında, nerdeyse her üç kişiden biri işsiz...
Enflasyon resmi verilere göre %44–46, ENAG’a ve halka göre %100’ün üzerinde,gıda fiyatları ve kiralarla geçim neredeyse imkânsız olmuş, Asgari ücret açlık sınırının altında ve de emekliler sürünüyor...
Bu tablo, halkın cebinden umudu da, gülümsemeyi de alan/çalan bir yapının resmi değil midir?
Değişik bir örnekle devam edelim,eğitimde PISA sonuçları hâlâ OECD ortalamasının altında olduğumuzu, Üniversitelerde liyakatın yerini sadakate bıraktığını,KPSS 'nin de torpilin sistematikleştirildiği bir sınava dönüşürken , geleceğimiz olan gençlerin diplomalarıyla işsiz kaldığını görmüyor muyuz?
Sağlıkta doktor göçü yaşanıyor, bazen randevu krizi ve ilaçlara erişim sorununu düşünün , halkın “istikrar” adına oy verdiği sistemin bir sonucu olabilir mi? Artık sağlık bile bir lüks mü?
Kısaca özetleyelim;
Yargı bağımsızlığının zayıfladığı, seçim güvenliğinin tartışıldığı bir dönemde, halk “oy veriyorum” derken aslında geleceğini teslim ediyor.Yolsuzluklar hukukun üstünlüğü ilkesini aşındırıyor, cehalet ve manipülasyon zirvede ve sosyal medyada sahte bilgiyle zihinler yönetiliyor tablosu karşımızda ve bu“istikrar” vaadiyle desteklenen iktidarların aslında halkın hayatını nasıl adım adım yok ettiğini de ortaya koyuyor.
Gelin, kısaca 'Dünya Sahnesi'nden de örnekler verelim;
Venezuela'da,Maduro ile çöküş yaşanıyor , Hiperenflasyon var ve sağlık sistemi yok olmuş ama Halk hâlâ destekliyor!
Brezilya'da, Bolsonaro döneminde Amazon talanı, COVID ihmali ve bilgi yerine inancın tercih edilmesi sözkonusu...
Hindistan'da,Modi, milliyetçi söylemle azınlık haklarını ve basın özgürlüğünü tehdit ediyor!
ABD'de Trump dönemini değerlendirmek sayfalara sığmaz diye düşünüyorum... Güç sahibi olmak, vahşi kapitalizmin pençesine düşürmek amacıyla yaptıkları ortada iken... O,medya manipülasyonunu, kutuplaştırmayı ve seçim skandallarını da yaşatan birisi...
Unutmayın,
Demokrasi, bilgi ve farkındalıkla yaşar. Aksi halde sandıklar sadece görünürde adalet üretir, ki biat ve fanatizm, sadece dini değil, siyasi aidiyetlerde de körleştiricidir. İşte, bilgi değil de duygu yönlendirici hâline gelir ise kendi celladımıza dahi aşık olabiliriz..
Peki, 'Politik Hırsızlar Neden Seçiliyor?'
Propaganda güçlü ve medya kontrol altında ise...
Eğitim sistemi sorgulayan değil, itaat eden bireyler yetiştiriyor ise...
İnsanlar açlıkla korkutuluyor ve inançla bastırılıyor ise...
Elbette ki biat kültürü ve fanatizmin etkisindesindir ve o cehalet de modern bir silah hâline gelmiş oluyor.
Ama ,en önemlisi ve acısı,olan biteni görüyor ama “bizimkiler” mantığıyla susuyoruz olmamızdır...
İşte bu körlük de sistemin gerçek suç ortağıdır...
Biat ve fanatizm yanında manipülasyon da demokrasinin kırılganlığına saplanan hançerlerdir, ki son 50 yılımız büyük siyasi değişimlere, ekonomik dalgalanmalara ve toplumsal gerilimlere tanık oldu, eğer halk “doğru bilgiyle” sorumlu davranmazsa karşısındakiler güçlenmeye devam ediyor olacaktır.
Bilmelisin ki, seçme ve seçilme hakkı dediğimiz sadece sandığa gitmek değildir... Önce kendini tanıyıp 'BEN' olmalısın. Sonra aklını, bilgini kullanarak iradeni ortaya koymalı ve tercihini yapmalısın...
Aksi durum ise o hakkı kullanmak değildir ve sadece bir 'alışkanlık' olarak sürer gider.
O halde, "Geleceğimizi biz mi seçiyoruz, yoksa bize gösterilen hayallerin peşinden mi gidiyoruz?"
Bugün,
Bilgiye dayalı düşünmek,
Eğitime, ekonomiye, sağlığa dair verileri ciddiyetle takip etmek,
Liderleri değil, politikalarını sorgulamak,
Biatı değil, bilinçli seçimi savunmak zorundayız.
Zira, Voltaire'nin deyimiyle en büyük hırsız sadece seçilen değil; seçen ama susan, gören ama körleşen, bilen ama korkan halktır, ki Demokrasinin çöküşü de susmakla başlar.
"Ya zincirleri kıracak cesaret, ya da yeni efendiler için bir kapı aralayan suskunluk..."
Aha ! Sandık burada:
Tercihiniz hangisidir?
“Ey Türk milleti! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Mustafa Kemal Atatürk
Suat Umutlu
26 HAZİRAN 2025