Çukurova Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneğinin (ÇÜÖED) ve Felsefe Grubu Eğitimi Anabilim Dalının girişimi ile 5 Haziran 2024 tarihinde Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. İlhan Tekeli ve Boğaziçi Üniversitesi hocası Prof. Dr. Mine Eder hocalarımızın konuk olduğu “Cumhuriyetin Yüzüncü Yılında Üniversiteler” paneli düzenlenmiş bulunuyor. Bu panelde üniversitelerin dünü ve bugünü konusunda önemli bilgiler verildi.
Prof. Tekeli tam bir yaşayan üniversite tarihi. Geçmiş tarihi ilerleyen yaşına rağmen çok hoş bir anlatımla adım adım, ilmik ilmik yükseköğretimin Dünya ve Türkiye’deki gelişim süreçlerini işleyerek anlattı. Mine Eder hocamız da güncel yaşananlara küresel eğilimler, ülkedeki ekonomi politik ve siyasal durumun Boğaziçi Üniversitesi somutu üzerinden yansımalarına ışık tuttu. Katılımcılar da duyarlı kişiler olarak pür dikkat dinlediler, salondan katkılar oldu.
1: Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin konuşmasından bazı notlar:
Üniversite Kavramı:
Üniversitenin ilk defa kilisenin dışına çıkarak kendi bağımsız hüviyetini 1100lü yıllarda kazanmaya başladığı, 17 yy. dan sonra kıta Avrupa’sında bilim akademilerinin oluştuğunu, gerçek bilimsel araştırma temelli enstitü tarzı üniversitenin 1815 yılında Almanya’da Berlin’de Humboldt tarafından kurulan Humboldt üniversitesi ile başlamış olduğunu belirtiler. Araştırıma üniversitesi, bilim akademileri sürecine kadar, üniversite hocaları derse gider ders verir ayrılırmış. Ancak araştırma üniversitesi (enstitü) kavramı ile hocalar arasında işbirliği ve birlikte iş tutma anlayışı gelişiyor. Bu anlamda Almanya’daki enstitülerde tek tek bireyler yerine kolektif bilgi üretme anlayışı gelişiyor. Üniversitede Latince dışında değişik dillerde de eğitim öğretime başlanıyor ki, Wilhelm von Humboldt’ ifadesi ile her insan ancak kendi ana dilinde kendi daha iyi ifade edebilir ve daha iyi öğrenir.
Humboldt temelde dili düşüncenin yaratıcı aracı görerek üniversitenin amacı bilgi üretmek ve tartışmak oluğunu belirtir. Dil ve düşünce özgür olmasa üretici görüşler gelişmez. Bu nedenle üniversite özerkliği öne çıkmış görülüyor. Bugünkü araştırma üniversitesi modeli Berlin’deki özerk, kolektif araştırmaya dayalı bağımsız kurum yapılanması ekseninde biçimleniyor.
Araştırma Üniversitesi Kavramı Nasıl Doğdu
Bu bağlamda Humboldt, kamu için değil, bilim için bilim yapmayı önemsiyor. Enstitülerde başlayan kolektif araştırma ruhu mikro-kozmos anlayışı ile yapılmaktadır. Micro-kozmos (küçük dünya; küçük evren olmak, küçük bir dünyayı temsil eden grup veya toplum). Almanlar Araştırma Enstitülere kurarak araştırma yapmayı öne alırken Fransızlar yüksek okular modeli devam ediyor. Mühendislik eğitimi Almanya ve diğer ülkelerde yüksekokullar çatısı altında yürütülmektedir. ABD’de ilk defa Jon Hopkins üniversitesi Araştırıma Üniversitesi olarak kuruluyor. Ancak asıl araştırma üniversitesi anlayışı II. Dünya Savaşının galibi ABD, savaş sonrası multi-universite anlayışı geliştiriyor ve araştırma yanında hizmet ve ticareti de odağına alıyor. Yüksek lisans eğitimini çok disiplinli programlar olarak vermeye başlıyorlar.
Bu modeller de üniversite ve bilginin anlamı sorununu tümden karşılayamıyor. 1960 yılları üniversite gençliği hareketleri ile üniversiteler anlamlılık sorununun açığa vurulması sayılabilir. Bu sorun bugün de devam ediyor.
Osmanlı ve Türkiye’de Yüksek Öğretim
Türkiye’de eğitimin modernizasyonu Osmanlının tazminat fermanına kadar dayanır. Aslında Osmanlıda yüksekokul 1770lere doğru başlıyor. Üniversite düzeyinde 1851-1862 yıllarında Encümen-i Daniş (dünyayı-çağı bilenler ve anlayanlar bilgeler olarak) Mustafa Reşit Paşa tarafından kurulan ve Osmanlı Devleti'nde hizmet vermiş bir bilim kuruludur. Encümen-i Danış eğitim hayatının önemini çağın gereklerini vurguluyorlar. Ancak devamı gelmemiş görülüyor. Osmanlı Devleti'nin İdadi Mektebi adıyla 1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi rüştiyelerden sonra gelen bir orta öğretim kurumu kurulması ile başladığı anlaşılıyor. Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi ile Avrupa’daki gelişmelerin izlenmesi ve çağı yakalama istemi önemli oluşumlar olmakla birlikte medreselerin bariyerini aşamamışlardır. Darülfünun 1900lerden itibaren etkinliklerini düzenli sürdürebilmiş, özerkliği ancak işgal şartlarında tanımlanmıştır. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde bu kez farklı bir kriz yaşanmış, Darülfünun 1933’te İstanbul Üniversitesine dönüştürülmüştür.
Atatürk’ün üniversite konsepti 1935 yılında kurulmuş olan Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesidir. Ancak 1946 yılında fakültedeki dünya çapındaki önemli hocalar tasfiye edilmiş, bu proje de kadük kalmıştır. Muzaffer Şerif gibi dünya çapında sosyal bilimciler ülkeden ayrılmak durumunda bırakılmıştır.
Bir soru üzerine Tekeli, Bologna Sürecini Avrupa Üniversitelerinin ABD ve piyasa modeline teslimi olarak ifade etti.
2-Prof. Dr. Mine Eder’in konuşmasından bazı notlar:
Boğaziçi Üniversitesi Ekseninde Üniversite Özerliği Mücadelesi
Prof. Dr. Mine Eder konuşmasını ağırlıklı olarak Boğaziçi Üniversitesinde, kendi tabiri ile “paraşüt rektör” atamalarına ve bu süreçte Boğaziçi Üniversite ilke ve geleneklerine uygun olmayan anlayışa itiraz gerekçelerine ayırdı. Üniversitenin akademik kriterlerine uygun olamayan çok sayıda akademisyenin tepeden indirme, “paraşüt” yolu ile atamaların, atanan kişilerinde mesleki itibarına zarar verdiğini/vereceğine dikkat çekti. Uluslararası saygınlığı olan ve mezunlarının yurtiçi ve yurtdışında tercih edildiği üniversite sahip oluğu kazanımları sürdürerek üniversitenin toplumun ihtiyacı olan nitelikli insan gücüne katkıya devem etmek istediklerini belirtti. Konuşmasının bu sürecin daha makro boyutlarına ve demokratik gerilemeyle bağına değindiği kısımları çok önemli bulunuyor.
Demokratik Gerileme Nedir?
Prof. Mine Eder, “Kurumsal tasarımla mı ilgili? Yürütmenin yücelmesiyle mi? Parti sistemi mi? İktidardaki hükümet partisinin gücü mü? Seçim hileleri mi? Başkanlık sistemine geçiş mi? Medyanın kontrolü, yargının kontrolü mü?” diye bir dizi soru ile durumu işin siyaset bilimi teorisi ile açıklamaya çalıştı. Bugün üniversitelerin içinde yaşadığı birçok sorun üniversitenin denetiminin dışına çıkmıştır. Maalesef iktidarlar kendi yönetim ve denetimlerini sağlayacak bir yapıyı elde tutmak istemektedirler.
Demokratik gerileme süreçlerini nasıl anlayabiliriz?
Toplumun yaşanan birçok olumsuz gidişata karşı duyarsızlığı yurttaşlık kültürünün erozyonu ile mi ilgili? Kolektif eylem için sosyal sermayenin erozyonu mu?
Sosyal yapı, çok fazla kutuplaşma hakkında mı? Etnik/kimlik bölünmeleri mi?
Kültürel savaşlarla mı ilgili?
Politik ekonomi ile mi ilgili? Kriz zamanları, artan eşitsizlik, cinsiyet eşitsizliği, artan işsizlik, otokratlara oy verme eğilimi ile? Sürdürülemez büyüme modeli mi?
Siyasi koalisyonların doğası, güçlü bir demokrasi yanlısı burjuvazinin erozyonu veya zayıflayan işçi sınıfı… bunların etkileri mi?
Uluslararası bağlam, küresel ekonominin krizi, demokrasi yanlısı baskıların azalan meşruiyeti, demokratik olmayan devlet kapitalizminin yükselen Çin modeli gibi birçok durum uluslararası siyaset ekseninde ulusal sistemlere nasıl bir etkide bulunmaktadır?
Sonuç olarak ilgiyle izlenen toplantıya geçmiş dönem Rektörlerinden Sayın Prof. Yalçın Kekeç dahil birçok akademisyen ve öğrenci dinlemiştir. Bu ve benzeri toplantıların yapılıyor olması birçok yönden önemli. Bugün dünyada ve ülkemizde üniversiteler ciddi sorunlar yaşamaktadır. Ülkemizde son 50 yılda yaşanan iç olağanüstü koşullardan bir hayli zarar görmüş demokrasimiz ve üniversite özerkliği taleplerinin gündem getirilmesi önemli. Düşüncelerin ve farklılıkların hiçbir etkiye bağlı kalmaksızın ifade edilmesi için üniversitelere tanınan bu hakkın kullanılması insanın, toplumun ve ülkenin geleceği açısından önemli. Görüşlerin halının altına süpürüldüğü her ortamda sonradan istenmedik bir dizi maddi ve manevi patolojik komplikasyonlar üretilmektedir. Bu bağlamda her ne sorun varsa konuşmakta ve demokratik hakkın kullanılması önemli.
Geleceği Kurmak İsteye Aklı Bir Devlettin Beklenen Üniversiteleri Özgür Bırakıp Üreteni Desteklemek, Üretmeyenden de Hesap Sormak olmalıdır!
İnsanın tarihsel geçmişinden doğayı deşifre ederek ürettiği bilginin sistematik olarak geliştirilmesi için üst bilinci ve farkındalığı yüksek olan, analitik düşünme becerisi olan ve bilgi üreten sınırlı sayıdaki düşünürlerin düşünce ve sorgulamalarının otoriteden bağımsız rahatça yapabilmeleri için önce Ege’nin kıyılarında Antik Yunanda, daha sonraları binli yılarda bir araya geldikleri bağımsız akademiyeler oluşturmuşlardır. Sınırlı ancak nitelikli öğrencilerin tartışmalara katıldığı ve kendini yetişkinleştirdiği üniversite ortamlarında bilgi üretiminin sürdürülebilir kalkınması ve yeni açılımlar ile toplumsal ilerlemesine katkıda bulunmak için özgür düşüncenin kritik öneme sahip olduğu geçeği ile özerkliklerini koruması özellikle istemişler ve dönemin otoritelerinde kabul ettirmişlerdir. Sanayi çağında gözlem, laboratuvar dayalı deney ve üretilen bilginin üretime dönüşümü ile üniversitelerin özerkliği ve özgür düşüncenin korunması, bilgi çağında sürdürülebilir kalkınma ve toplumsal ilerleme için kritik gerekliliği başta Humboldt tarafından kurumsallaştırdı.
Humboldt’a göre üniversitenin açık tanımı:
“…bütün bilim alanlarındaki çalışmalarını birlikte ve bütünlük içerisinde yürüten bir kurumdur, araştırmada amaç bilim için bilimdir, öğretim üyeleri öğretmek istediği konuda, öğrenciler de öğrenmek istediklerinde özgür olmalıdır, üniversiteler milletindir. Devletin görevi, öğretim üyesi atamak, maaş karşılamak ve özgür çalışma ortamı sağlamaktır (Cowley, 1980, s. 26).”
Humboldt’un belirtiği eksende devletin üniversite üzerindeki etkisi ortam sağlamak ve üretkenliğinin sorgulanmasında hesap sormak olmalıdır. O zaman belki üniversitenin toplum yararına ürettiği bilgi ve görüşlerin önemi ve anlamı önem kazanır.
Üniversitelerin Değerlerini Dikkate Almadan Gelişmek Mümkün Olmayacaktır
Nihayetinde günümüzde güç bilgi olduğuna göre (özelliklede düşünme-zihinsel bilgi gücü) üniversitenin gücü halen etkili. Üniversitelerin günümüzdeki mevcut durumu birçok yönden irdelenmeye değer. Sanayi çağının yapısı gereği bilgiye erişim ve bilinin toplum yararına kullanımı konusu özerk üniversite anlayışı ile bugüne kadar savunula geldi. Sanayi toplumunun makine gücüne dayalı bir toplum iken, 21 yy. iletişim çağının motoru zihin sermayesi bilgidir. İletişim çağında bilgiye dayalı zihin gücünü efektif kullan herkes her yerde bilgiye erişir oldu. Ve bilginin kontrolü de üniversitelerin özerkliği de giderek örseleniyor mu, bilgi çağında bilginin kaynağının örselenmesi sürdürülebilir mi? Sorularını oluşturdu?
Muhtemelen yakında bu konularda ciddi paradigma değişimleri yaşanabilir. Cumhuriyetin bu yüzyılında üniversitelerin toplumsal katkısı konusunda neler bekleniyor, üniversiteleri neler bekliyor? soruları önümüzdeki dönemde en temel tartışma konularını oluşturacak gibi. Ancak her hali karda bilginin üretildiği yüksek zihinsel beceriye sahip insanların kümelendiği üniversitelerin bilginin temsil edildiği alanlar olarak kendi öz değerleri ve özerkliklerini koruması çağı yakalamak bakımından elzem görülüyor. Hele bilgi ve iletişim çağında yapay zekâ gibi yüksek zihinsel düşünme becerisi gerektiren bir dünyada, düşünenlerin üniversitelerde olduğu özerk adalarda fikirlerin tartışılarak bilginin üretildiği ortamları oluşturmak gerekir. Yapay zekâ makinelerinin bile kısmı düşünce ile görüş belirttiği bu çağda akademisyenlerin görülerinin sınırlanması çağa uygun düşmemektedir. Ayrıca akademiye gibi her bir bireyin farklı bilgi birikimi, düşünme ve görüşlerinin oluğu bir yerde iradelerinin yok sayılması bilime olan saygıyı da yok saymak anlamındadır. Bunu yapamayan, keyfiliğe bağlı bir anlayışla hiçbir ölçü, ilke ve görüşe değer vermeyen hiçbir toplum, ülke ve üniversitenin nitelikli insan kaynağı yaratması ve çağı yakalayacak gelişme yaratması mümkün olmayacaktır.
İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.tr