BİR ÇAĞIN RÖNTGENİ: VİRÜSLER

“Gerçek virüsler mikroskopta değil, insanın ruhunda saklanır.”

 “Gerçek virüsler mikroskopta değil, insanın ruhunda saklanır.”

Köroğlu'nun "Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu." sözünü hep biliriz ve yeri geldiğinde de konuşuruz. İnsanlık teknolojiyle büyürken vicdanlarımız küçülüyor, görünmez virüsler de her yanımızı sarıyor; ki bunlar ne laboratuvarlarda üretiliyor ne de mikroskopla gözlenebiliyor. Ama kalbimizde, aklımızda, davranışlarımızda, kısacası tüm sistemde varlar. Bazen bir devlet politikasıyla, bazen de içimizden birinin tavrıyla karşımıza çıktıklarında yaşananlar hep huzursuzluk, savaş, yalan, yozlaşma, tahakküm ve umursamazlık olmuş...

Yani karmaşa ve kargaşa içinde yaşadığımız dünyada o sessizliğin sebebi, insanlığa en derin yaraları açan görünmez virüsler olabilir mi diyerek bir yüzleşme, bir hesaplaşma yapalım; hem bir çağın röntgeni hem de vicdanımızın çığlığı olsun... Belki de bir hafızanın uyarısı olabilir, kim bilir?

Başlayalım;

Vicdanını susturup çıkarına tapanlar, ki en tehlikelisi ve zehri gülümseyerek sunanlardır diye düşünüyorum.

Mesela, Joseph Goebbels’in propaganda düzeni, İsviçre bankalarının Nazi mallarını saklaması, deprem sonrası yıkılan binalarda müteahhit ve devlet sorumluluğu...

Yüzüne maske, diline yalan, yüreğine kin takan ve içten dışa sahtekârlıkla donanmışlar, toplumsal çürümeyi hızlandırıyorlar.

Diktatörlerin yapay tevazu gösterileri, ikili oynayan diplomatik ilişkiler, çifte standart uygulayan din adamları gibi.

Onlar, aynı zamanda gülümseyip sırtından hançerleyenler olabilir mi?

O maskeyle ihanet edenler, en ölümcül darbeyi indirirker, tıpkı Brütüs ve Sezar suikastinde olduğu gibi... Ya da kumpas kuran siyasi figürlere de bakabilirsiniz...

Hırsı ahlaktan, menfaati merhametten üstün tutanlar, kısaca vicdanını satanlar, esasen kazandığını zannederken her şeyini kaybedenler değil midir? Çocuk işçiliği yapan şirketler, siyasi ittifaklar uğruna ahlaksızlıklar, maden kazalarındaki ihmaller...

Gerçeği gömmek için kazdıkları çukurda önce kendi insanlıklarını yitirenler ve yalanı, nefes gibi içselleştirenler...

Donald Trump’ın politikaları, Saddam Hüseyin’in iç propaganda düzeni ve otoriter liderlerin kendi yalanlarına inanmaları gibi...

Cehaleti cesaret zannedenler yok mu?

Bilgisizliğin üzerine inşa edilen özgüven, toplumu uçuruma sürüklemez mi?

Ortaçağ Engizisyonları, günümüzde “her şeyin uzmanı” sosyal medya fenomenleri gibi...

Onlar, aynı zamanda korkuyu iktidar aracı yapanlardır ve korkuyla hükmederler, FETÖ’nün korku dili, Kuzey Kore’nin düşman algısı gibi...

Doğayı, hayvanı, suyu, ormanı ‘mal’ görenler...

Amazon Ormanları’nın yok edilişi, Kaz Dağları’nda altın uğruna doğanın katli, Çin’deki hayvan pazarları... 

Ve,

Ranta açılan her ağacın sessiz çığlıkları düşerken toprağa, duyan olmuyor!

Neden?

Tehlikeli virüslerden biri de, inandığını zannedip aslında biat edenlerdir. Artık sorgulamadan inananlar, itaate dönüşen yapının kölesidir, tıpkı Taliban rejiminde ya da Ortaçağ kiliselerinin baskısında olduğu gibi...

Etrafımızda bir lokmayı bile bölüşemeyecek kadar açgözlüler var. Karnı tok ama gözü her daim aç olanlar, "En derin açlık paylaşmayı bilmemektir." sözünden bihaber.

Bir tarafta devasa servetler, diğer tarafta açlıkla boğuşan insanlar... Pandemide stok yapan zenginleri, dünyayı yalnız kendileri için yaşanır kılmaya çalıştıklarını unutmayalım.

Hakikati susturan ya da iş birliği yapanlar esasen tiranlığın sessiz ortakları değil midir?Dışarıda WikiLeaks baskısı, içeride TÜİK’in veri tartışmaları, gazetecilikte sansür ve otosansür gibi...

Empati yoksunu karar vericiler, başkasının acısını hissedemeyen, insanı insanlığı değil çıkarını gözetenler grubu...

COVID-19 kısıtlamalarında lüks yaşayan yöneticiler, mültecilere yönelik soğuk politikalar, Kızılay’ın çadır satması...

Gelelim,

Ötekileştirme hastalığına tutulmuş,eleştiriyi düşmanlık, farklılığı da ihanet sayan modern zaman cellatlarına...

“Ya bendensin ya düşmansın” diyenlerin zikri de fikri de çoğulculuğu yoketmektir.

Tek tip medya anlayışı, aydınların “vatan haini” ilan edilmesi, farklı fikre tahammülsüzlük ya da kimlikler üzerinden toplumu bölmek, tarihten bugüne en ucuz ama en tehlikeli yöntem olmamış mı?

Ruanda soykırımı da sosyal medya linçleri de bu hastalığın birer tezahürüdür.

Kendilerini merkez ilan edenlere ne diyelim? Trump’ın “America First” politikası, Roma İmparatorluğu’nun kibri, sosyal medya narsistleri...

Aynı zamanda başkasının acısına bakarken de bu gözünü kırpmayanların duyarsızlıkları, en büyük sessiz suç değil midir?

Mesela , Filistin’de bombalanan çocuklara karşı sergilenen sessizlik...

Adalet, pazarlık malzemesi yapılırsa her yerde haksızlık hüküm sürmez mi?

Siyasi baskılar, suçluların bağlantılarla serbest kalması, “hukuk devleti” yerine keyfi yönetim olmaz mı?

Adaleti kendine, cezayı başkasına layık görmek yani çifte standartlı hukuk sistemleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmayan ülkeler, torpilli kişilere verilen göstermelik cezalar...

Başarıyı sadece güç ve parayla tanımlayanlar için vicdanın anlamı var mıdır?

Forbes zenginler listesi. Yine lüks yaşamı “başarı” diye pazarlayanlar...

Şatafat arttıkça hakikat gölgede kalmaz mı? Sosyal medyadaki o gösterişlere bakmak yeterlidir diye düşünüyorum.

Tarihi çarpıtıp, unutturarak iktidarını inşa etmek , geleceği yeniden yazmak isteyenler gerçeği hafızalardan silebilirler mi?

Kızılderili soykırımının eğitimden çıkarılması gibi... Unutulması mümkün mü?

Kültürü yozlaştıran, sanatı yok edenlere hatırlatmak isteriz:

 "Sanat, sorgulamak yerine sadece eğlendirsin denildiği an özgürlüğünü kaybeder."

 Reality Show furyası, kültürel miras alanlarının AVM’ye dönüştürülmesi, sansürlenen eserler...

Bilimi küçümseyip hurafeye sarılanlar, akıl yerine inancı manipüle edenler,tarih boyunca ilerlemenin önüne perde çekmişlerdir.

Son aşı karşıtlığı bir örnektir.

Galileo’nun yargılanması da.

Her fikre, her yüreğe bir kelepçe takmak isteyenler ise  fikri susturmanın geleceği de hapsetmek olduğundan bihaber olabilirler mi?

Düşünce suçluları, sansürlü sosyal medya, İran’da kadınlara baskı...

Paylaşmak yerine, sevmek yerine tahakküm etmek?

Farklı bir algıyla köle eden ve yaratan anlayış hakim, sanki bir iç korku ...

İtaat isteyen sömürüye dayalı bir çok istihdam alanları...

Yalnızlığında en tehlikeliye dönüşenler... 

Okul katliamlarını gerçekleştiren bireysel radikaller bir yana  dijital dünyada dışlananların radikalleşmesi izlenmelidir diye düşünüyorum.Eğer toplumlar ekranla, uyuşturucuyla, korkuyla sersemletilirse sorgulama yetisi yok olmaz mı?

Teknozaru yani dijital bağımlılıklar ve “kaçış” içerikleri, halkı körelten kriz politikaları...

Değerli Okurlar,

Algoritmaların gölgesinde şekillenen hayatlar bizim...

Görülüyor ki,

İnsanın özgürlüğü ve özgünlüğü çerçevesinde geleceğimize dair yolu çizecek olan da algoritmalar, Çin'in sosyal kredi sistemi gibi...

Ve,

İnsanlığın kaderi teknolojinin bu yüzünde...

Unutulmamalıdır ki;

 “Gerçek bir salgın, sadece bedeni değil; vicdanı, aklı ve hafızayı da felç eder.”

Zamanla yarışan bir dünyada yaşıyoruz ama en büyük kaybımız zaman değil, yön. İnsanlar kalabalıklar içinde daha yalnız, daha savruk, daha savunmasız. Kalabalıkların ortasında çırılçıplak kaldık; düşüncelerimiz soyuldu, vicdanımız tutsak alındı, hafızamız silindi.

Sistemler çağ atladı, ama insanlar birbirine yabancılaştı. Kapitalist çarklar durmaksızın dönerken insanlık, üretmeden tüketmenin rehavetine kapıldı. Mesela bir tarafta Jeff Bezos gibiler servetlerine servet katarken, diğer tarafta açlıkla boğuşan çocuklar hâlâ toprak yiyor. Peki ya duvarlar örülen zihinler? En kalın virüs, işte oraya yerleşti: Akla...

Bu görünmez virüs bazen bir lüks tüketim reklamında gizlenir, bazen bir “influencer”ın paylaştığı hayatta. Oysa gerçek yoksulluk, sadece cepte değil; kafada başlıyor. Hiçbir salgın bu kadar sinsice yayılmadı: Bir ekranla, bir tıkla, bir “reel”le milyonlarca insanı manipüle eden algı düzeni, pandemilerden daha öldürücü.

Düzen böyleyken düzenbazlar çoğalıyor. Eğitimsizliğin, cehaletin, itaatin övüldüğü bu düzlemde; patron gibi ebeveynler, emri kutsayan öğretmenler, çıkarcı sivil toplum kuruluşları “normalleşti.” Bu düzen içinde büyüyen çocuklar, sorgulamayı değil, boyun eğmeyi öğreniyor.

Sosyal medya narsisizmiyle beslenen kimlikler, gerçek hayatta silikleşiyor. Dijitaldeki abartılı “ben”, hayatın içindeki boşluğunu bastırıyor. Kimse gerçekten konuşmuyor, kimse gerçekten duymuyor. Herkesin sesi var ama kimsenin sözü yok.

Bireysel yalnızlık, toplumsal dağılmayla kardeş. Bu virüs öyle ki; bazen yalnızca ekrandan bakıyor, bazen camdan. Ama her seferinde gerçeği çarpıtıyor. Zira gerçek, artık pazarlanan bir ürün. “Hakikat” yerine "hikâye" satılıyor.

İnanç da nasibini aldı bu salgından. Umut, artık bir ticari slogan. Vicdanlar marka bağımlısı. Şirketler "iyilik" yapıyormuş gibi yaparken, karanlıkta açılan yaraları reklam spotlarıyla örtüyorlar.

Ve devletler… Güç arzusuyla her şeyi meşrulaştıran yönetimler, halkın aklını değil, sadece sadakatini önemsiyor.Zira düşünen birey, sorgular. Sorgulayan toplum, tehdit sayılır. Oysa özgürlük, önce düşüncede başlar. Bastırılan her fikir, içten içe patlayan bir krater gibidir.

Bu görünmez virüse karşı bağışıklık, sadece bilimle, sanatla, felsefeyle, yani gerçek eğitimle sağlanabilir. O yüzden yeni bir aydınlanma şart. Karanlığa karşı mum değil, projektör olmak zorundayız. Zira sustuğumuz her konu, bir zinciri daha güçlendiriyor boynumuzda.

Değerli Okurlar,

Kendini kurtarıp dünyayı unutanlar...

“Bana dokunmayan yılan” felsefesiyle yakılan, yok edilen dünya en sonunda herkesi sarmalar...

Savaşla barış getireceğini söyleyenler, barış adına silah kuşananlar sadece yıkım taşır. Irak İşgali, Vietnam Savaşı, Gazze’ye yönelik saldırılar...

Mültecilere kapılarını kapatan Avrupa, küresel ısınmada sadece kendini düşünen ülkeler...

Bu virüsler görünmez ama etkileri çok gerçek.

Her biri bir yara, her biri bir uyarı.

İnsanlık, bu virüsleri tanımadan iyileşemez.

Toplum, bu hastalıkları teşhis etmeden direnemez.

Ve biz, bu çürümeye ses olmadan değişemeyiz.

Belki de artık şu soruyu sorma vakti geldi:

“İnsanlar mı hasta, yoksa sistem mi virüs taşıyor?”

Sence,

En büyük virüs,

Teknolojik olan mıdır?

Suat UMUTLU/02 Ağustos 2025


SUAT UMUTLU

2.08.2025 21:07:00

YAZARLAR


“SAVAŞ BİTMESİNE RAĞMEN GÜBRE FİYATLARI HALEN YÜKSEK SEVİYEDE

RTÜK TEK SESLİ TOPLUM, TEK TİP HABER PEŞİNDE

ZEYDAN KARALAR HAKKINDA TAHLİYE TALEBİ

CHP’DE ÜYE LİSTELERİ ASKIYA ÇIKTI

FİLİSTİNLİLER ADANA’DA TEDAVİ EDİLİYOR

51 ÜYE ARASINDA ADANA’DAN BİR VEKİL VAR

ÇUKUROVA BELEDİYESİ’NDE YÜZME KURSLARINA BÜYÜK İLGİ

GENÇLİK YAZ KULÜBÜNDE 10 DÖNEM KURS

MHP’Lİ BAŞKANLARDAN BAHÇELİ’YE ZİYARET

SEYHAN’DA ASFALT HAMLESİ

“ALIN TERİNİN ÖNÜNDE HİÇBİR YASAK DURAMAYACAK”

SÜMER: ASGARİ ÜCRET AÇLIK SINIRI ALTINDA

KIZILDAĞ GÜREŞLERİ 10 AĞUSTOS’TA YAPILIYOR

KARATAŞ SU ÜRÜNLERİ OSB STRATEJİK YATIRIM

YÜREĞİR’DE ENGELLİ ÖĞRENCİLERE ÖZEL REHBERLİK HİZMETİ

BİK BÖLGE MÜDÜRÜ PARLAK GÖREVE BAŞLADI

BİLGİÇ’TEN SULAMA, ORMAN YANGINI AÇIKLAMASI!