İfral TURGUT

Tarih: 26.10.2024 14:57

BİR TÜRKÜN ÖLÜMÜ

Facebook Twitter Linked-in

(Ahmet Taner Kışlalı eşini kaybettiği zaman çok duygusal bir yazı yazmıştı. Başlığı “Bir Türkün Ölümü.” Sonrada yazdığı kitaba da aynı ismi verdi. Şimdi o yazıyı paylaşarak üç günlük diziyi sonlandırıyorum.      )

Tanıdığımda adı Nicole idi.

Sevgisi uğruna, doğduğu toprakları, ailesini, alışkanlıklarını, sınırsız dostlarını bırakıp Türkiye’ye geldiğinde de adını değiştirmemişti. 25 yıllık geçmişi ile köprülerini atmış, ama adını ve dilini korumuştu.

Kışlalı soyadını alışının ikinci yılındaydı. Altınay’a hamileliğinin son aylarında. Gözlerinden taşan bir mutlulukla kapıda karşılamıştı beni.

-“Hem Türk, hem Müslüman olmak istiyorum. Ben Tanrı’ya inanırım. Senin Tanrın ile benim ki farklı değil ki. Çocuklarımız iki toplum arasında kalmamalı. Ben de her şeyi seninle, onunla, bu toprakların insanlarıyla paylaşabilmeliyim.”

Meğer yakın arkadaşlarıyla birlikte müftüye gidip, konuşmuş. İsmini bile seçmiş. Ama sabredememiş sürprizin sonuna kadar.

O gece kelimeyi şehadeti sabaha kadar ezberledi. Heyecandan uyuyamadı. Ertesi gün müftünün yanından çıkarken elinde artık, “Nilgün Kışlalı” olduğunu kanıtlayan bir belge vardı.

Ankara Müftülüğünün mühürlü kağıdını anne ve babama göstermek için merdivenleri ikişer atlayarak çıkarken çok mutluydu. Çünkü bunun onlar için ne anlama geldiğini biliyordu.

Annemle babam ağlarken o da gözyaşları içindeydi.

Her zaman çalıştı. Sekreterlik yaptı. Mağaza yönetti. Halkla İlişkiler Sorumluluğu taşıdı. Protokol danışmanlığı üstlendi. Hem evde çalıştı, hem dışarıda.

Yaptığı iş ne olursa olsun, çalışmaktan hep onur duydu. Her yaptığı işe yüreğini verdi. Hep başarılı oldu.

Kocası Bakanken, 86 metrekarelik sosyal meskenin bulunduğu binanın merdivenlerini sabunla silerdi.

Komşular hayret içindeydi. Ama o bundan değil, ancak, gelecek yabancı konukların Türklerin temizliğiyle ilgili düşüncelerinden utanırdı.

Bütün insanları severdi. Ama o artık, “Biz Türklerden” biriydi; “onlardan” değil.

Ulusal günlerde pencereye bayrak asar, Altınay’la Dolunay’a büyük bir heyecanla Atatürk’ün büyüklüğünü anlatmaya çalışırdı

Sorunu olduğunda, içi sıkıldığında, Hacıbayram’a gider dua ederdi. Türkçe olarak, içinden geldiği gibi. Ama benzer bir gereksinmeyi yurt dışında duyduğunda aynı rahatlık ve gönül huzuru ile güzel bir kiliseye gidip mum dikmekten de çekinmezdi. Ve dualarını yine kendine göre yapardı. Hep Türkçe olarak.

Onun için din vicdan ve iyilik demekti.

Bir yurt dışı resmi gezi dönüşümde, her zamanki gibi uçağın merdivenlerinin ucundaydı. Güneş gözlükleri ile saklamaya çalışılan, kızarmış, şişkin gözler. Dudaklarında zorlanan bir gülüşle;

-“Ahmet boşanalım,” dedi. “Benim yüzümden senin siyasi kariyerini yakacaklar.”

Meğer sağcı basın yokluğumda bir kampanya başlatmış; Kültür Bakanının karısı neler yapmış neler? Koca Bakanlığı Hristiyanlık için kullanan o. Hatta müzelerdeki ikonaları çaldırıp yurt dışına kaçıran da o.

Evinde yabancı bir kültüre “teslim olmuş” bir Kültür Bakanı.

Sekiz sütun haberler. Ve zihnimden silinmeyen köşe yazılarından örnekler…”İkonalar ve Kokonalar”, “Madam Kışlalı” ve daha neler.

Nilgün, bana saldırmak için niçin kendisini kullanmaya çalıştıklarını asla anlayamadı. Türk ve Müslüman olarak doğmak, bunları kendi istenci ile benimsemekten daha mı önemliydi.

Sevgi doluydu.

Çiçekleri, ağaçları ,kelebekleri severdi. Kuşları, köpekleri, kedileri severdi. Tanrı’yı, Atatürk’ü severdi.

İnsanı severdi.

Bir hastanedeki umutsuz hastaları, her gün ziyaret etmeyi, onları neşelendirmeyi, onlara umut dağıtmayı, paylaştığı acıları içine gömüp, göz yaşlarını eve saklamayı severdi.

Bakanlarla, büyükelçilerle, generallerle, çok ünlü yazarlarla, bilim adamlarıyla arkadaştı. Kapıcılarla, bekçilerle, çaycılarla, şoförlerle, işçilerle koruma polisleriyle arkadaştı.

O bir İNSANDI.

28 yılını benimle paylaştığı için çok mutlu olduğum, kendimi şanslı hissettiğim, kendisiyle övündüğüm bir insan.

Nedense bana hiç söylememişti.

Türk Bayrağı ile gömülmek istediğini ilk kez dostum avukat Şahin Mengü’ye açmış. O olamayacağını ne kadar anlatmışsa da, vazgeçmemiş. Başka dostlara da bu ricasını iletmiş.

Sevgili Mehmet Açıktan, tabutun bir kenarına bir bayrak eklemeyi başarmıştı… Nilgün’ü toprağa verirken, Antınay ve Dolunay, bir bayrağı da kefenin üstüne koymayı başardılar

Fransız bir ana-babanın Bordolu Türk kızı şimdi Ankara’da yatıyor.

Ve benim kalbimde.

Ne çok mesaj var şu yazıda… Demek ki, Türk olmak için Türk olarak doğmak gerekmiyormuş. Türk gibi hissetmek yeterli. Ne mutlu Türküm diyene.

ŞU BAYRAK KONUSUNA GELİNCE,

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —